Charles Darwin’in Evrim Teorisi
“Büyükanneniz tarafından mı, yoksa büyükbabanız tarafından mı maymunlarla akrabasınız?”
Bu, Piskopos Samuel Wilberforce’un Thomas Henry Huxley’e 1860’ta Oxford Doğal Tarih Müzesinde yaptıkları ünlü bir tartışmada küstahça sorduğu sorudur. Huxley, Charles Darwin’in (1809-1882) düşüncelerini savunuyordu. Wilberforce’un sorusu, hem hakaret hem de şaka olsun diye sorulmuştu. Ama geri tepti. Huxley alçak sesle, “Tanrım onu bana teslim ettiğin için teşekkür ederim” diye mırıldandı, sonra bilimsel düşüncelerle dalga geçerek tartışmaktan kaçınan bir insan yerine, bir maymunla akraba olmayı tercih edeceğini söyledi.
Aslında her iki taraftan belki yakın zamanda değil, ama geçmişte maymunsu atalardan söyleyebilirdi de. Bu Darwin’in iddiasıydı. Herkesin aile ağacında maymunlar varlardı. Bu görüş, “Türlerin Kökeni” adlı kitabı 1859 yılında yayımlandığı andan itibaren ortalığı fazlaca karıştırmıştı. Bundan sonra insanların, hayvan krallığının geri kalanından tamamen farklı olduğunu düşünmek mümkün değildi. İnsanlar artık özel değildi: Her hayvan gibi doğanın bir parçasıydı. Bu sizi şaşırtmamış olabilir ama Victoria döneminde yaşayanların çoğu için şaşırtıcıydı.
Maymunlara ne kadar yakın olduğumuzu anlamak için bir şempanze ya da gorille birkaç dakika geçirmek ya da aynaya dikkatle bakmanın yeterli olacağını düşünebilirsiniz. Ama Darwin’in döneminde aşağı yukarı herkes, insanların diğer hayvanlardan çok farklı olduğunu düşünüyor ve onlarla uzaktan akrabalık fikrini çok saçma buluyordu. Darwin’in delice ve şeytan işi olduğunu düşünen çok insan vardı. Bazı Hıristiyanların, Yaratılış Kitabında, Tanrı’nın bütün hayvanları ve bitkileri altı günde nasıl yarattığını anlatan hikâyenin gerçek olduğuna inançları tamdı. Tanrı, dünyayı ve içindeki her şeyi tasarlamış ve her şeye ebediyen ona uygun olacak yeri vermişti. Bu Hıristiyanlar, hayvan ve bitki türlerinin Yaratılıştan beri aynı kaldığına inanıyordu. Bugün bile evrimin bizi bulunduğumuz noktaya getiren süreç olduğuna inanmayan insanlar vardır.
Darwin filozof değil, bir biyolog ve jeologdu. Neden felsefe.gen.tr’nin bir bölümünde yer aldığını merak ediyor olabilirsiniz. Bunun sebebi, doğal seçilim yoluyla evrim teorisinin ve teorinin modern versiyonlarının bilim insanları kadar insanlık hakkında düşünen filozofları da etkilemiş olmasıdır. Evrim teorisi tüm zamanların en etkili bilimsel teorisidir. Çağdaş dönemin filozoflarından Daniel Dennett onun için, “şimdiye kadar akla gelmiş en iyi fikir” der. Teori, insanların ve onların çevresindeki hayvanların ve bitkilerin şu anki hallerine nasıl geldiklerini ve halen nasıl değiştiklerini açıklar.
Bu bilimsel teorinin bir sonucu da Tanrı’nın olmadığı fikrine inanmanın hiç olmadığı kadar kolay bir hale gelmesi oldu. Zoolog Richard Dawkins, “Türlerin Kökeni kitabının yayımlandığı tarih olan 1859’dan önce ateist olmayı hayal bile edemem” der. Elbette 1859 yılından önce de ateistler vardı 17. Bölümün konusu olan David Hume muhtemelen onlardan biriydi ama sayıları sonradan artmıştı. Evrimin doğru olduğuna inanmak için ateist olmanız gerekmez: Pek çok inançlı insan, Darwincidir. Ama hem Darwinci olup hem de Tanrı’nın bütün türleri tamı tamına bugün oldukları gibi yarattığına inanamazsınız.
Darwin genç bir adamken “HMS Beagle” gemisiyle beş yıl süren bir yolculuğa çıktı ve Güney Amerika, Afrika ve Avustralya’yı ziyaret etti. Bu, herhangi biri için olacağı gibi onun da hayatının macerasıydı. Bu seyahatten önce, gelecek vaat eden bir öğrenci değildi ve kimse onun insan düşüncesine bu kadar çarpıcı bir katkı yapacağını beklemiyordu. Okulda bir dahi değildi. Babası, oğlunun ailesi için bir vakit kaybı ve utanç kaynağı olacağına inanıyordu, çünkü Darwin zamanının çoğunu fare avlayıp vurmakla geçiriyordu. Gençken Edinburgh’ta tıp eğitimine başladı ama başarılı olamadı ve papaz olmak için Cambridge Üniversitesinde teoloji eğitimine yöneldi. Boş zamanlarında bitki ve böcek toplayan hevesli bir doğa bilimciydi, ama tarihin en büyük biyologlarından biri olacağına dair hiçbir belirti yoktu. Birçok açıdan, bir parça şaşkın biri gibiydi. Ne istediğini gerçekten bilmiyordu. Ne var ki Beagle yolculuğu onu tamamen değiştirdi.
Gezi, kısmen geminin ziyaret ettiği yerlerin kıyılarını haritalamak amacıyla, dünyanın çevresinde yapılacak bilimsel bir keşif gezisiydi. Gerekli niteliklere sahip olmamasına rağmen Darwin, geminin resmi botanikçisi olarak işe girdi, ama gittikleri her yerde taşları, fosilleri ve hayvanları da detaylı bir şekilde inceledi. Bu küçük gemi, hızla Darwin’in topladığı örneklerle doldu. Neyse ki koleksiyonunun çoğunu araştırmaya hazır halde depolanması için İngiltere’ye gönderebildi. Gezinin tartışmasız en değerli bölümü Güney Amerika’dan 500 mil uzaklıkta, Pasifik Okyanusunda yer alan bir grup volkanik ada olan Galapagos Adalarını ziyaret etmeleriydi. Beagle Galapagos Adalarına 1835’te ulaştı. Burada, dev kaplumbağalar ve deniz seven iguanalar gibi incelenecek bir sürü ilginç hayvan vardı. Her ne kadar o sırada henüz Darwin için çok açık olmasa bile, teorisinin en önemli bölümünü ispinozlar oluşturuyordu. Bu küçük kuşlardan birkaç tanesini avladı ve onları daha ayrıntılı incelenmeleri için İngiltere’ye gönderdi.
Daha sonraki ayrıntılı incelemeler, bu kuşun on üç farklı türü olduğunu gösterdi. Aralarındaki küçük farklılıklar genellikle gagalarındaydı. Darwin, İngiltere’ye döndükten sonra rahip olma planlarından vazgeçti. Seyahati süresince gönderdiği fosiller, bitkiler ve ölü hayvanlar onu bilim dünyasında oldukça ünlü biri yapmıştı. Artık tam zamanlı bir doğa bilimci olmuştu ve uzun yıllar evrim teorisi üzerinde çalıştı. Aynı zamanda, genellikle kayalara ve gemilerin gövdesine yapışan kaya midyesi üzerine dünya çapında bir uzman oldu. Düşündükçe, hayvanların doğal bir süreçte evrim geçirdiğine ve sabit kalmak yerine devamlı değiştiklerine daha çok inanmaya başladı. Sonunda, çevrelerine daha iyi uyum sağlayan bitki ve hayvanların, çeşitli özelliklerini yeni nesillere aktarabilmeye yetecek kadar uzun süre hayatta kalma olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya koydu. Uzun sürede bu örüntü, bulundukları çevrede yaşamak için tasarlanmış görünen hayvanları ve bitkileri meydana getiriyordu. Galapagos Adaları evrimin en önemli kanıtlarından bazılarım sağlamıştı. Örneğin tarihin bir noktasında ispinozlar, muhtemelen kuvvetli bir rüzgârla taşınarak anakaradan bu adalara ulaşmıştı.
Binlerce kuşaktan sonra, adaların her birindeki kuşlar yaşadıkları yere yavaş yavaş uyum sağlamıştı. Aynı türdeki bütün kuşlar birbirinin aynı değildi. Genellikle birçok farklılık vardı. Örneğin bir kuş diğerinden daha sivri bir gagaya sahipti. Eğer bu gaga türü kuşların daha uzun hayatta kalmasını sağlıyorsa, üreme şansı daha fazla oluyordu. Örneğin tohumları eşelemek için uygun gagaya sahip olan bir kuş, etrafta pek çok tohumun olduğu adada daha rahat yaşayabilirdi, ama ana besin kaynağının kırılması gereken kabuklu yemişler olduğu bir adada sıkıntı çekiyordu. Gaga biçiminden dolayı yemek bulmakta zorlanan kuş, çiftleşecek ve soyunu devam ettirecek kadar uzun hayatta kalamazdı. Bu durumda gaga biçiminin sonraki kuşaklara geçme şansı azalırdı. Yemek bulmaya uyumlu gaga yapısı olan kuşların, özelliklerini yeni nesillere geçirme şansı daha fazlaydı. Bol tohum olan adalarda, tohum yemek için uygun gagası olan kuşlar baskın hale geliyordu.
Binlerce yıl boyunca bu, adaya gelen ilk türden oldukça farklı yeni bir türün ortaya çıkmasına neden oluyordu. Uygun gaga yapısına sahip olmayan kuşlar zamanla ortadan kalkıyordu. Farklı şartlara sahip bir adada ise, çok az farklı da olsa, başka bir ispinoz türü ortaya çıkıyordu. Uzun zaman dilimleri içinde, kuşların gagaları giderek çevrelerine daha iyi uyum sağlıyordu. Farklı adalardaki farklı koşullar, hayatta kalan kuşların o çevreye en iyi uyum sağlayanlar oldukları anlamına geliyordu. Darwin’den önce de, Darwin’in büyükbabası Erasmus Darwin de dahil, hayvanların ve bitkilerin evrim geçirdiğini öne sürenler olmuştu. Charles Darwin’in eklediği şey ise doğal seçilim yoluyla uyum sağlama teorisidir, bu süreç çevrelerine en iyi uyum sağlamış canlıların özelliklerini sonraki nesillere aktarmak üzere hayatta kalmasına yol açar. Hayatta kalma mücadelesi her şeyi açıklar. Bu sadece farklı türler arasındaki bir mücadele değildir. Aynı türün üyeleri de birbirlerine karşı hayatta kalma mücadelesi verir. Kendi özelliklerini gelecek nesle aktarmak için hepsi bir mücadele içindedir. İşte bu, akıllı bir zihin tarafından yapılmış gibi görünen hayvanların ve bitkilerin temel özelliklerinin nasıl ortaya çıktığını gösterir.
Evrim akılsız bir süreçtir. Arkasında bilinç ya da Tanrı yoktur ya da en azından, arkasında bunun gibi bir şeyin olmasına ihtiyacı yoktur. Kişisel değildir; otomatik olarak çalışmaya devam eden bir makinedir. Nereye gideceğini bilmeyen, ortaya çıkardığı hayvanlar ve bitkiler hakkında düşünmeyen kör bir süreçtir. Onları umursamaz da. Ürünlerini bitkiler ve hayvanlar gördüğümüz zaman, biri tarafından zekice tasarlanmış olmadıklarını düşünmek zordur. Darwin’in teorisi daha basit ve ayrıntılı bir açıklama sağlar. Ayrıca yaşadıkları çevreye adapte olan farklı türlerle birlikte neden bu kadar fazla canlı türü olduğunu açıklar.
1858 yılında Darwin bulgularını henüz yayınılamamıştı. Kitabı üstünde çalışıyor, her şeyin düzgün olmasını istiyordu. Başka bir doğa bininci, Alfred Russel Wallace (18231913), Darwin’in evrim teorisine çok benzeyen kendi teorisinin taslağını Darwin’e yazdı. Bu rastlantı Darwin’i fikirlerini ortaya çıkarmaya itti ve teorinin ilk sunumu Londra’da Linean Derneğinde oldu. Sonrasında ise 1859 yılında Türlerin Kökeni yayımlandı. Darwin hayatının büyük bir bölümünü bu teoriye adadıktan sonra, Wallace’ın kendisinden önce oraya ulaşmasını istemedi. Kitap onu hemen meşhur etti. Kitabı okuyan bazı insanlar ikna olmamıştı. Örneğin Beagle’ın kaptanı, bir hava tahmin sistemi mucidi ve bilim insanı Robert FitzRoy, Kutsal Kitaptaki Yaratılış hikâyesine inanmaktaydı. Dini inançları çürüten bir şeyin parçası olmaktan dehşete düşmüş ve Darwin’in gemisine hiç binmemiş olmasını dilemişti.
Bugün bile yaratılışçılar Kutsal Kitaptaki hikayenin doğru olduğuna ve hayatın kökenini anlattığına inanırlar. Ama bilim insanları arasında Darwin’in teorisinin temel evrim sürecini açıkladığına yönelik çok yoğun bir güven vardır. Bunun bir nedeni, Darwin’den sonra da teoriyi ve teorinin yeni biçimlerini destekleyen yığınla gözlemin olmasıdır. Örneğin genetik, kalıtımın nasıl işlediğine dair detaylı bir açıklama yapmıştır. Genler, kromozomlar ve belirli özelliklerin geçişindeki kimyasal süreçler hakkında bilgi sahibiyiz. Fosil kanıtlar da bugün Darwin’in zamanında olduğundan çok daha ikna edicidir. Bütün bu sebeplerden dolayı doğal seçilim ile evrim teorisi sadece bir “hipotez” olmaktan çok daha fazlasıdır: Onu destekleyen azımsanmayacak ağırlıkta kanıt olan bir hipotezdir. Darwinizm, geleneksel Tasarım Argümanını şu ya da bu şekilde yok etmiş ve pek çok insanın dini inançlarını sarsmış olabilir. Ancak Darwin’in kendisi bile Tanrı’nın varlığına ilişkin sorular karşısında açık fikirli görünür. Meslektaşı bir bilim insanına yazdığı mektubunda, bu mesele üzerinde bir sonuca gerçekten de varamayacağımızı belirtmişti: “Konunun bütünü, insan zihni için fazla derin.” Ve ekler: “Bir köpeğin Newton’un zihni hakkında yorum yapmasından farkı yok.”
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı