Felsefe hakkında her şey…

“Squid Game” üzerine: Bir meritokrasi eleştirisi

14.02.2022
1.366
“Squid Game” üzerine: Bir meritokrasi eleştirisi

Dijital platformlar, belki de teknolojik seyir tarihinin en büyük yayıncılık başarılarını sergiliyor. İşte bu dijital eğlence dünyasının yarattığı en popüler yapımlardan birisi de Kore yapımı “Squid Game” isimli dizi film oldu.

Squid Game, ekrana yansıttığı şiddet profili ve buna dönük olarak aldığı bütün ahlaki eleştirilere rağmen izlenme rekorları kırarak adını dijital platformlar tarihine yazdırdı.

Bu yapımda, 456 yarışmacının planlanmış bir dizi ölümcül yarışmada ölümüne mücadele etmesi anlatılıyor. Yarışmanın kazananını, yarışmacıların topluca yaşadığı büyük yatakhanenin tavanının orta yerinde asılı olan devasa kumbaranın içinde biriken milyarlarca wonluk bir nakit ödül bekliyor.

Oyuna katılan yarışmacıların tamamı, hem yoksul hem de borç yükü altında ezilen insanlardan oluşuyor. Bu yarışmacıların bir kısmı kumar bağımlılarından, bazıları çetecilikten sabıkalı suçlulardan ve kimisi de sınır dışı edilme tehdidiyle karşı karşıya olan göçmenlerden oluşuyor. İnsanların içine düştükleri bu çaresizlikler onları başlarının üzerinde asılı duran serveti kazanmak için hayatlarını riske atmaya itiyor.

Squid Game, şüphesiz ki Güney Kore’de yaşanan büyük gelir dağılımı eşitsizliğinin bir hicvi niteliğini taşıyor. Zira bu sorun Güney Kore’de, 2022 senesinde gerçekleştirilecek olan cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday olan şahıslar tarafından millî gelirin adil dağılımı ve hukuk sisteminin kapsamlı bir revizyonu dâhil olmak üzere birçok alanda radikal politika değişikliklerine gidileceğinin dillendirildiği bir boyuta ulaştı.

Squid Game’de yapılan toplumsal eleştirinin, toplumsal eşitsizliğin ölçüsüzlüğüne yöneldiği belirgin olarak görülse de yapımın hiciv boyutunun asıl olarak bu eşitsizliği yaratan; sıradan ve normal göstermeye, sürdürmeye çalışan yapıya dönük olduğu da ortadadır. Belki de Squid Game isimli bu dizi filme, ağır bir meritokrasi eleştirisi olarak bakmak, daha sağlıklı olacaktır.

MERİTOKRASİ NE VADEDİYOR?

Meritokrasi özellikle son dönemde önemli tartışmaların konusu hâline geldi.

Günümüzde sosyologlar, ekonomistler ve filozoflar tarafından yapılan birçok eleştirel çalışma, bugün karşılaştığımız toplumsal eşitsizlik sorununun ciddileşmesinde meritokrasinin oynadığı role odaklanıyor.

İlgili konu: Meritokrasi nedir?

Bizlere meritokratik bir toplumun; maddi refahımızın sınıf, ırk veya cinsiyet farklılıklarına dayalı olarak değil, yeteneklerimizle çalışma azmimiz arasındaki bir güç birlikteliği tarafından belirlendiği bir toplum olacağı kabul ettirildi.

Meritokratlar; adil sosyal rekabete, fırsat eşitliğine ve toplumsal hiyerarşide sınıf atlamamıza yetecek kadar yetenekli ve çalışkan olanlarımızın ödüllendirilmeleri gerektiğine inanırlar. Ancak rekabetçi bir toplumsal ortamda, herkes ‘kazanan’ olamaz. Bu bağlamda meritokrasinin belirgin olan olumsuz yanı; eşitsizliği, bir alanda daha iyi olanların kendi konumlarını daha iyi oldukları için kazandıkları anlayışıyla haklı çıkarması ve aynı alanda daha başarısız olanların da paylarına düşeni hak ettikleri görüşüne dayanmasıdır. Buradan da anlaşılacağı üzere insanlar yaşadıkları toplumun gerçekten de meritokratik bir yapıya sahip olduğuna ikna olduklarında, bu insanlar arasında eşitsizliğe karşı geliştirilecek bir siyasi direnişi tesis etmek oldukça güç olacaktır.

Meritokrasinin siyasal vaatleri 1980’lerde ve 1990’larda en popüler dönemlerini yaşadı ve 2008 senesinde yaşanan küresel mali krizden bu yana, meritokrasiyi kabul edilebilir hâle getirmeye yardımcı olabilecek ekonomik iyimserlikle birlikte bu popülarite azaldı. Meritokrasi yine de çağdaş siyasette adından söz ettirmeye devam ediyor. Örneğin Kamala Harris’in başkan yardımcılığı kampanyası, herkesin “eşit düzeyde olabileceği ve eşit koşullarda rekabet edebileceği” vaadini içeriyordu. Ve bazı veriler, halkın büyük bir bölümünün bir meritokratik düzen içinde yaşadıklarına inanmaya devam ettiğini gösteriyor.

Meritokrasinin geçmişteki vaatleriyle ilgili sorunlar, bu vaatlerin ya uydurma ya da anlamsız olmasından dolayı ortaya çıktı. Çünkü hiçbir zaman gerçek bir meritokratik yapıya ulaşamadık ve bildiğimiz meritokrasi de bize umduğumuz şeyi sağlayamadı. Squid Game, meritokrasideki ya bu mutsuz tarafı ya da diğer yanda artık her ne varsa onu ortaya çıkarıyor.

SAHTE MERİTOKRASİ ADALETSİZLİĞİ

Squid Game’deki yarışmaların her birinin merkezinde, ahlaki bir kod var.

Oyunu yöneten karanlık figüre (Frontman) göre, yarışmacılara oyun dışında, gerçek dünyada asla karşılaşamayacakları bir fırsat sunuluyor:

“Bu insanlar dünyada eşitsizliğe ve ayrımcılığa maruz kaldılar. Biz onlara eşit şartlarda savaşmaları ve kazanmaları için son bir şans veriyoruz!”

Squid Game’deki yarışmalar beklenildiği gibi, gerçekte meritokratik idealinin çok gerisinde kalıyor. Fırsat eşitliği ümidi, oyunun dışında kalan gerçek dünyadaki rekabetçi toplumu yozlaştıran sosyal etkenlerin aynıları tarafından baltalanıyor: toplum içi anlaşmazlıklar, bölünmeler ve klikler; kadınları dışlama; yaşlıları oyunun dışına itme vb.

Ali Abdul; kırmızı ışık, yeşil ışık oyunu sırasında Seong Gi-hun'u tutuyor. Netflix

Ali Abdul; kırmızı ışık, yeşil ışık oyunu sırasında Seong Gi-hun’u tutuyor. Netflix

Oyunun Kore dışından gelen tek oyuncusu olan Ali Abdul hor görülüyor, aldatılıyor ve sömürülüyor. Ali Abdul daha ilk oyunda, dizi filmin başkahramanı olan Seong Gi-hun’u, gelişmiş ülkelerdeki refahın ucuz yabancı iş gücüne bağlı oluşuna ilişkin çarpıcı bir metaforla, kelimenin tam anlamıyla “ayakta tutuyor”.

Burada, herkesin kazanmak için adil bir şansa sahip olduğu söylemi, tamamen boşa çıkıyor.

GERÇEK MERİTOKRASİ ZORBALIK MIDIR?

Squid Game’deki adaletsizlik, tam olarak nerededir? Bu adaletsizlik, oyunlardaki rekabetin gerçekten de adaletsizce olması mıdır? Birbirine rakip olan oyuncular gerçekten “eşit düzeyde” olsalardı, oyuncularda yaratılmak istenen korku ortadan kalkar mıydı?

Squid Game mükemmel derecede meritokratik bir yapı olabilecekken aynı zamanda kusursuz bir şekilde sapkın da olabilir.

Bu, oyuncuların yalnızca küçük bir bölümünün bir servet kazanacağı bir yarışmadır. Bu yarışmada sergilenecek oyuncu performanslarındaki göz ardı edilebilir farklılıklar başarı ile başarısızlık ve bununla birlikte yaşam ile ölüm arasındaki farkı yaratabilir. Böylece bu oyun, kazananın her şeyi aldığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği bir yarışma hâline dönüşür.

Bunu; orta düzeyde gelir sağlayan işlerin yerini sadece kazananlar için az sayıda bulunan ve fakat yüksek kazanç sağlayanların aldığı; bunların dışında kalan kesim için de giderek azalan ücretli işlerin çoğaldığı, ABD gibi kutuplaşmış işgücü piyasalarıyla karşılaştıralım. ABD gibi hakiki meritokrasinin benimsendiği toplumlarda dahi kazanmak için çok az fırsat vardır ve kaybetmek, on milyonlarca insanı katıksız yoksulluğun içine çekmeye devam eder.

Squid Game aynı zamanda toplumun en yoksullarının katılmaya zorlandığı bir yarışmadır. Oyunun kuralları oyuncuların istedikleri zaman vazgeçmelerine izin verse de -hatta devam edip etmeme konusunda demokratik bir oylamaya bile izin veriyorlar- oyun alanından çıktıkları anda dışarıda onları bekleyen sefaleti bilen oyuncular için bu tercihler, gerçek seçenekler hâline gelmiyor.

Kazanan hepsini alır, kaybeden ise hayatını kaybeder ve oyunu oynamayı kabul eden katılımcıların oyunu oynamaktan başka seçenekleri de yoktur.

Squid Game’in sunduğu bu radikal meritokrasi, rekabetçi toplumlarda ortaya çıkan eşitsizliklerin karikatürize edilmiş bir hâlidir. Aynı zamanda, günümüzde yalnızca abartılı bir reklam ağıyla milyonları tuzağa düşürmeye çalışan hem yanlış hem de gerçek meritokrasinin tehlikelerini yansıtan da bir ekran okumasıdır.

 


 

Kaynak Metnin Yazarı: Matt Bennett (Felsefe Kürsüsü Araştırma Görevlisi, University of Essex)

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM

Bu makale, Sosyolog Ömer YILDIRIM tarafından www.felsefe.gen.tr için derlenerek çevrilmiştir.

Derleme için kaynak metin: Why Squid Game is actually a critique of meritocracy

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...