Felsefe hakkında her şey…

Orta Çağ İslam estetiği ve sanat anlayışı

18.10.2022
854

Orta Çağ İslam sanat ve estetik anlayışının genel özelliği tıpkı Hıristiyan Orta Çağ’ında olduğu gibi, ontolojik, metafizik, dinî ve ahlâkî özellikler taşımasıdır. Hem metafizik hem de psikolojik temellendirme açısından Antik Yunan felsefesinin Farabi (870-950), İbn Sina (980-1037) ve İbn Rüşd’ün (1126-1198) estetik anlayışları üzerine açık bir etkisi vardır (Taşkent, 2009: 38). Bu etki özellikle iyi ve güzel arasında kurulan ilişkinin yanı sıra Tanrı-evren ilişkisine dayanarak Tanrı ile evrendeki güzelliklerin açıklanmasında südur kuramının kullanılmasında kendini gösterir.

İfade ettiğimiz metafizik ve dini temel çerçevesinde, İslam estetiğinde sanat yapıtının değeri hakikate uygun düşmesi, yararlı, iyi ve mükemmel olmasına bağlıdır (Koç, 2009). Bu anlamsal ve içsel bağlantı dışta tutularak İslam sanatını ve estetik anlayışını değerlendirmek mümkün değildir. Örneğin, İslam sanatında estetik değerin soyut olana yakınlık veya uzaklığa göre belirlenmesi hakikate ve mükemmelliğe yakın olmasından dolayıdır.

Bu nedenle İslam Felsefesinde güzelin metafiziksel ya da duyularla algılanamayan güzellik olarak ele alınması güzel kavramını Tanrı ile ilişkili olarak ele almayı gerektirmektedir. İslam filozofları da genel olarak bu yolu izlemişlerdir. El Kindi, Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi düşünürlerin metafizik anlayışlarında Zorunlu Varlık, Bir, İlk Varlık, İlk Sebep ve Tanrı kavramları aynı anlama sahiptir. Bu düşünürler, tıpkı Plotinus’un metafiziğinde olduğu gibi, Zorunlu varlıktan evrendeki diğer varlıkların nasıl meydana geldiğini açıklamak için sudûr kuramına başvurmuşlardır.

Zorunlu Varlık ile evren arasında söz konusu olan varlık veren-varlık verilen ilişkisi tek tek güzellerin güzelliğinin açıklanmasında da aynı şekilde geçerlidir. Bir başka deyişle, Kendisi Mutlak Güzel ve İyi olan Tanrı’dan meydana gelecek her şeyin, O’nun varlığına uygun olarak, güzel, iyi ve yetkin olacağı kabul edilmiştir. Farabi’ye göre “Güzellik, parlaklık ve ihtişama sahip her mevcûd, varlığı en mükemmel durumda olandır. İlk Olan’ın varlığı en mükemmel varlık olduğuna göre, onun güzelliği güzel olan her şeyin güzelliğinin üstündedir” (Farabi, 1993, aktaran Taşkent, 2009:67).

Benzer görüş İbn Sina tarafından da dile getirilir. Ona göre, “Zorunlu Varlık Sırf Güzellik ve parlaklık sahibidir. O her şeyin güzelliğinin ve her şeyin hoşluğunun ilkesidir”(İbn Sina, 1960, aktaran, Taşkent, 2009: 78)

İslam düşünürlerine göre, algılanan dünyadaki varlıkların güzelliklerinin nedeni Zorunlu Varlık ya da İlk Sebep, yani Tanrı’dır.

Aynı düşünce Mevlana (1206-1274) tarafından da dile getirilmiştir. Ona göre, nesnelerde görülen güzellikler Tanrı’nın belli bir zaman için onlara verdiği bir niteliktir. Bu güzellik geri alınınca, nesnede veya insanda var olan güzellik de kaybolur:

“Bir duvarın üzerine bir nur düşer. O nur duvarın değildir. Duvar o nuru aksettiren bir ayna gibidir. Güzellerde görülen güzellik de onların değildir. Muvakkat bir zaman için onlara lutf edilmiş olan ilahi güzelliktir… Bütün güzellikler, kudretler, güçler, faziletler ve ma’rifetler hep güzellik güneşinden, yani Haktan’dır. O güneşten ötelerden, bu tarafa gelmiş vurmuştur. O güneşin ışığı yıldızlar gibi geri döner. Ve vurduğu şu beden duvarını terk eder, çekilir gider. Güneşin ışığı çekilip güneşe geri gidince, her beden duvarı karanlık ve simsiyah kalır” (Mevlana, 2005, Cilt 3-4:186; cilt 5-6: 86).

Görüleceği üzere, İslam filozofları güzelin metafiziksel ve dini temelini açıklarken Tanrı’ya atıfta bulunarak tüm güzelliklerin kaynağı ve sahibi olarak O’nu göstermişlerdir. Bu yaklaşım, Plotinus’la başlayarak özellikle Orta Çağ Hıristiyan düşünürlerinde egemen olan güzellik anlayışıyla temelde aynıdır.

İslam filozofları güzelin metafiziksel temelinin yanı sıra psikolojik veya duyumsal açıdan da incelemişlerdir. Bu incelemede haz, hoşlanma ve hayret kavramları önemli bir yer tutar. Örneğin İbn Sina, şiir üzerine yazdığı eserinde şiirin estetik değerinin ortaya çıkardığı hazza, memnuniyet ve mutluluğa; taklide dayanmasına ve insanların doğal olarak vezin ve melodilere sevgi duymalarına bağlar. Ona göre, sanatın temelinde var olan taklit çocukluktan itibaren insan doğasında olan bir eğilimdir. Güzeli metafizik temelden ziyade psikolojik açıdan ele alan Farabi bu kavramı birlik, düzen ve uygunluk açısından açıklar.

Daha önce de vurguladığımız gibi, estetik anlayış salt insan zihninde, düşüncesinde veya kitaplarda olan bir şey değildir. Estetik anlayış, soyut ve somut her tür sanat eserinde açığa vurur. Örneğin; şiirde, resimde, minyatürde, hat sanatında, heykelde ve mimaride dönemin ve sanatçının estetik anlayışını görebiliriz. Oliver Leaman’a göre ( 2010), sahip olduğu dini ve metafiziksel temelden hareketle salt bağlamsal bir yaklaşımla İslam sanatını anlamaya çalışmak onun duyuşsal estetik değerini görmemizi engeller. Ona göre, bir sanat eserinin estetik değerini anlamak için ille de onu üretenin zihninden neler geçtiğini bilmemiz gerekmez (Leaman, 2010: 24). Nasıl ki bir doğal nesnenin geçmişi hakkında hiçbir şey bilmiyor olsak da onu estetik olarak değerlendirebiliyorsak, “bir sanat eserinin tarihi bağlamına dair her şeyi bilmesek de hatta hiçbir şey bilmesek de bu sanat eseri bizim için etkileyici olabilir” (Leaman, 2010: 256).

Kaynak: ESTETİK VE SANAT FELSEFESİ, s. 88-89, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2574, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1544; Kitabın Yazarları: Prof. Dr. Demet TAŞDELEN, Prof. Dr. Aslı YAZICI

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...