Felsefe hakkında her şey…

Her zaman mutlu olmak mı gerekir? Mutluluk her şey midir?

03.12.2023
312
Her zaman mutlu olmak mı gerekir? Mutluluk her şey midir?

Bugün çoğumuz, sanki mutluluk anlamlı bir yaşamın birincil hedefiymiş gibi yaşıyoruz. Bize mutluluğu her durumda hak ettiğimiz ve mutluluk vermeyen her şeyden uzak durmamız gerektiği telkin ediliyor. Bu anlayış felsefe tarihinde nispeten yeni bir fikir ve aynı zamanda reklamcılık ile sanayi sektörünün de önemli bir parçası hâline gelmiş durumda. Ne de olsa mutluluk kârlı bir iştir!

Mutlu olmak gerçekten da harika bir his; ama hayatın anlamı salt onda mı yatıyor dersiniz? Her zaman mutlu olmayı kesinlikle hak ediyor muyuz?

Gökyüzünden sizi seyrederek mutluluğun size ne kadar ucuza mal olduğunu hesaplayarak hayıflanan bir kozmik hedonist mi var sanki… Unutmayın: Evrenin size hiçbir minnet ve şükran borcu yoktur; çünkü ödenecek bedeller ve alınacak karşılıklar sadece bir sözleşmenin taraflarına mahsus olabilir; oysaki ortada böyle bir sözleşme de yoktur.

Modern dünyanın en yaygın ve en çok vurgulanan ilkelerinden biri, hepimizin her zaman mutlu olmamız gerektiğidir. Yaşantımız boyunca “mutluluk, her zaman!” telkinleriyle karşılaşıyoruz: evlilik daimi bir balayı olarak yaşanmalı, herhangi bir zorluk bizi asla yıldırmamalı, bir dosta asla kaba davranılmamalı ve hayat acıdan, mücadeleden ya da dertten arındırılmış olmalıdır.

Oysa mutluluktan mürekkep bir yaşam, tatsız ve derinliksiz olacaktır. Muhtemelen de mümkün değildir. İnsanlık hâli derinlik ve yoğunluk taşır. Yaşam trajik ve komiktir, hareketli ve sıkıcıdır, neşeli ve kederlidir.

Mutluluğun kısa tarihi

Hint Vedalar‘ında mutluluk kavramını bulmak mümkün değildir. Zira algı dünyası yanılsama, cehalet ve kötülükten ibarettir. Bunun yerine, Vedanta felsefesi bizden meditasyonla birlikte kendimizi dünyadan soyutlamamızı, bu yolla benliğimizi ve evrensel güçteki (Brahman) rolümüzü kavramamızı ister.

mutluluk, mutlu çocuklar, çocuk, çocuklar, mutlu olmak

Batı geleneğinde Platon da benzer bir konuya temas etmiştir. Platon için mutluluk etrafımızda duyumsadığımız fenomenler dünyasında erişilemez bir olgudur. Burada Vedalar‘ın meditasyonu telkin ettiği yerde, Platon gölgelerin bu kusurlu dünyasını aşmak için aklımızı kullanmaya ihtiyacımız olduğunu vurgulamıştır. Sadece logos ile katıksız gerçeğe ulaşabiliriz. Avrupa geleneğinde “mutluluğun içimizde var olduğu” şeklindeki inziva düşüncesi de Platon’un bu felsefi anlayışından kaynaklanmıştır.

İlgili konu: İdealar kuramı nedir?

Bu Platonik/Vedacı görüş, dinlere de uyarlanmıştır. Örneğin Hristiyanlar Platon’u sadece okumamış, ondan Hristiyan inancını temellendirmek için faydalanmışlardır da. Augustinus ve Irenaeus gibi Kilise babalarına göre de içinde yaşadığımız dünya Adem ile Havva’nın işlediği günahın, Düşüş‘ün dünyasıdır. Bu dünya kalıcı ya da anlamlı bir mutluluğun bulunamayacağı, kötü, kindar ve nefret dolu bir dünyadır. Bu bağlamda mutlu olmanın tek yolu Tanrı’ya, duaya ve kutsal kitaba yönelmektir.

Buradaki asıl mesele insanın bunların ışığında dahi mutluluğu “hak etmemiş” olmasıdır. Zaten iyi bir yaşamın ölçütü de mutluluk değildir. Platon, Aristoteles ve Stoacı filozoflar için mutluluk, üzerinde çok emek harcamanız gereken bir meseledir. Büyük bir entelektüel çaba ya da kendi duygularını kontrol altına alma yetisi gerektirir. İnsan bunları yapsa bile mutluluk bu çabaların sadece bir yan ürünü olarak belirir; zira mutluluk kendi içinde bir nihai amaç değildir.

Katolik teolojisinde mutluluk, yalnızca Tanrı’nın lütfuyla ona sahip olacak kadar şanslı olanların ulaşabileceği bir ayrıcalıktır. Memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk ve huzursuzluk cennette Tanrı’ya ihanet etmemizin karşılığında aldığımız birer cezadır. Protestan geleneğinde, özellikle de Kalvinizm’de, “predestination” fikri yalnızca belirli insanların kurtulup cennete gideceği anlamında yaygınlık kazanmıştır. Bu da demektir ki mutluluk insana ait bir şey değildir; tamamen Tanrı’nın takdirine bağlıdır.

Pazarlanan mutluluk…

Mutluluğun, entelektüel tarihin büyük bir bölümünde kişisel ve tefekkür gerektiren bir mesele olduğu görülmektedir.

Mutluluk karanlık bir odada gözlerinizi kapatıp farkındalığın ön planda olduğu meditasyonlara yönelmekle ilişkilidir. Ancak bununla ilgili en büyük sorun, bu durumun pazarlanamayacak olmasıdır. Kapitalist bir dünyada sürekli artan üretim ve kâr amacı güden faaliyetler, kısa bir doğa yürüyüşüne çıkmanın ve burundan derin bir nefes alarak o nefesi ağızdan hafifçe üflemenin işe yaramayacağını göstermektedir.

Aldous Huxley’nin “Cesur Yeni Dünya”da belirttiği gibi, “Kır çiçekleri ve manzara seyretmenin önemli bir kusuru var, bedavalar… Doğa sevgisiyle fabrikalar çalışmaz.” 1 Huxley’in dünyasında insanlara, mutluluğun, onu elde etmek için şunu ya da bunu satın almanız gerektiği sürece iyi olduğu öğretilir.

Bu bir kurgu değildir. Geçtiğimiz yüzyılda çok sinsice gerçekleşen bir şey ortaya çıktı: Bize mutluluk satılmaya başlandı. Reklamcılar ve şirketler, mutluluğun tüketmeyi gerektirdiği fikrini yarattılar. Bir şeyler satın almanın kendiniz olmanızı sağladığını söylediler. Yani, bu kalabalık, karmaşık, gürültülü dünyada biricikliğinizi ancak bir araba sahibi olarak ya da özel bir şampuan kullanarak ifade edebilirsiniz. Fransız filozof Jean Baudrillard bu konuda şöyle demiştir:

“Tüketim toplumu; nesneler, ürünler ve reklamlar aracılığıyla bireye tarihte ilk kez tam bir özgürleşme ve kendini gerçekleştirme olanağı teklif ediyor.”

Sanayinin ürünlerini sürekli olarak yenilenmesi ve değiştirmesi gerekiyorsa bunun için iki paralel fikirden daha iyi bir sosyal felsefe veya zeitgeist daha bulunabilir mi:

  1. Mutluluk “kendin olmak”tır
  2. Kendin olmak, bir şeyler satın almaktır.

Hemen hemen hepimiz artık kendimizi ancak satın aldığımız şeylerle tam olarak ifade edebileceğimiz fikrini içselleştirmiş durumdayız. Mutlu olmayı hak ettiğimizi düşünüyoruz; çünkü bize böyle telkin ediliyor. Dahası, mutluluğu elde etmek için ihtiyacımız olan tek şey, “şimdi, tam üç farklı renk seçeneğiyle!” karşımızda olan bu şeyi satın almak…

Mutluluğun alternatifi var mı?

Mutluluğun hak ettiğiniz bir şey olduğu, ya da somut ifadesiyle “Çünkü ben buna değerim!” düşüncesi, iki farklı soruna yol açar.

Birincisi, bu anlayış temelde egosantrik bir anlayıştır. Mutluluğu hak ettiğimize inandığımızda, yaşamın bizim mutluluğumu sağlayamayan her yönünü bir kenara atmamız gerektiğini hissederiz. Bu, herhangi başka bir bağlamda ele alındığında, bencil bir narsistin inancı gibi görünebilir. Bu düşünce, diğer insanların da en az bizim kadar mutluluğa layık olduğu gerçeğini göz ardı eder. Sürekli olarak “kendi iyiliğini ve mutluluğunu düşünmek” ve kişisel mutluluktan bahsetmek, kaçınılmaz olarak çevremizdeki toplulukları ve diğer insanları görmezden gelmek demektir. Evet, büyükannenizin doğum gününe gitmek sıkıcı olabilir; ama bu onu mutlu edecektir. Elbette hafta sonu dinlenmek daha güzeldir; ama yan komşunuza ev işlerinde yardım edeceğinize söz vermişseniz durum değişir.

Bu da bizi ikinci hususa götürür. İnsan hayatı sadece mutluluktan ibaret değildir; ilişkiler, uzlaşmalar, sözleşmeler, tavizler ve fedakârlıklarla ilgilidir. İyi yaşanmış, anlamlı bir hayat mutluluk verici olabilir, ancak çoğu zaman unutulan bir unsur devreye girmedikçe böyle bir hayat hiçbir anlam ifade etmez: Ödev.

Ödev ahlakı (deontoloji) anlayışının kurucu mimarı Alman filozof Immanuel Kant, iyi yaşamın sizi mutlu ettiği için değil, ahlaki zorunluluklar çerçevesinde sürdürülen bir yaşam olduğuna inanıyordu. Bazen başkalarının hayatını kolaylaştırmak için kendi hayatımızı zorlaştırmamız gerekir. Ailenize güzel şeyler sunabilmek için uzun saatler boyunca çalışmanız ya da ihtiyacı olan bir arkadaşınızın yanında olabilmek için üç saat yolculuk yapmanız gerekebilir.

Dolayısıyla, belki de mutluluktan ziyade görev ve dayanışmaya daha fazla değer vermeliyiz. Bu, hepimizin aşksız evlilikler yapmamız ya da ölesiye çalışmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Başkalarını sıcak tutmak için kendinizi ateşe vermek zorunda değilsiniz. Ama bu en azından şu soruyu gündeme getirir: Hayattaki tek gaye her ne şartta olursa olsun mutluluğu yakalamak mıdır?

Belki de filozofların ve teologların binlerce yıldır iddia ettiği gibi, hayattaki en anlamlı ve değerli şeyler pek de mutlulukla ilgili şeyler değildir.

 


Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Jonny Thomson’ın “Why you don’t deserve to be happy all the time” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.

Kaynak Metnin Yazarı: Jonny Thomson, Oxford Üniversitesinde felsefe öğretmenliği yapmaktadır.

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM

KAYNAKÇA

  1. Huxley, A., (2002), Cesur Yeni Dünya, İthaki Yayınları, İstanbul, s. 29
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...