Mitolojinin felsefenin doğuşu ve gelişimiyle ilişkisi
Mitolojik düşünme biçiminde ortaya konan kabuller pek az sorgulanırken felsefede farkında olunmadan, en ufak şeyin bile soruşturması yapılır. Fakat felsefenin de temel birtakım kabulleri vardır. Bu kabuller, bireylerin dayandığı rastgele kabuller değil, içinde yasadıkları toplumdan çıkarılan kabullerdir.
Eski Yunan düşüncesi başlamadan önce, yaradılış ve doğa gibi belli temel konularda yoğunlaşan bu kabullerin başında, evrenin ana maddesiyle ilgili olanlar gelir. Madde ezelî ve ebedîdir. Yani, yoktan var etme anlayışı, kabul görmez. Var olan bir maddenin yok olacağı anlayışı da benimsenmez. Başlangıçta bir karışıklık içinde olduğu tasavvur edilen bu maddenin, bir süreç içinde düzenli bir yapı (kosmos) hâline dönüşmüş olduğu düşünülür. Bu madde aynı zamanda kutsal ve canlı bir maddedir. Aynı zamanda bu madde, evrendeki bütün varlıkların malzemesini ve kütlesini oluşturur. Yani gördüğümüz dünyada ne varsa başlangıçtaki malzemeden yapılmıştır.
İlgili konu: Arkhe nedir?
Yunan mitolojisinde, insanın bünyesinde kötü güçler olduğuna dair bir anlayış vardır. Bu kötü yan hemen tüm kültürlerde bedeni aşağılama biçiminde kendisini gösterir. Fakat insanın içinde tanrı Dionysos, yani ilahi, ölümsüz bir yön de vardır. O hâlde insan bir yönüyle maddi, bir yönüyle tanrısaldır. Bu düşünce Yunan insanına, tanrısal adaleti insan âlemine taşımakta yardımcı olmuştur.
Belli bir silsile ile meydana gelen düzenli evrende yasasızlık ve kaos bulunmaz. Orada hüküm süren bir yasa vardır. Bu da doğadaki düzenliği sağlayan, kimsenin aşamayacağı ilahi bir yasadır. Ancak, daha sonra doğadaki olayların nedenini başka bir güçle, yani bize göre doğal olmayan güçlerle açıklanmaya başlanmıştır.
Onlar evrenin yapısını çıplak gözle bakınca üç kısma ayırmaktadırlar: gökyüzü, yeryüzü ve su. Ancak gökyüzü ile yeryüzü arasında, bir hava olayı vardır. Yani sıradan, yalınkat bir insanın dikkatini çeken dört temel konu vardır. Gökyüzüne çıplak gözle bakınca, onu bir kubbe biçiminde görürüz. Bu insanlar da onu bu biçimde görmüşlerdir.
Demek ki birinci konu gökyüzüdür. Orada meydana gelen olaylar onlar için önemlidir. Gökyüzündeki yıldızların dönme hızına göre takvim oluşturmuşlardır örneğin. Takvim gerek ibadet gerekse tarımın düzenlenmesi için gerekli bir unsurdur. Hemen hemen bütün kültürlerde gökyüzü incelenmiş ve takvimin yıldızlara bağlanması bu bakımdan çok belirleyici olmuştur.
Daha sonra insanların ilgisini yeryüzü çekmiştir. Çoğunlukla insanlar yeryüzünü, kendi bulundukları yeri merkeze alarak incelemişler ve kendi bulundukları yeri evrenin merkezine koymuşlardır. Evrenin taşıyıcısı da mitolojik anlatılardan anladığımız kadarıyla çoğu zaman sular olmuştur. Taşıyıcı değişebilir, onlar evrenin yapısını gökyüzü, sular ve yeryüzü biçiminde canlandırmışlar ve bu tablo, felsefeye miras kalmıştır.
Evrenin yapısı ve işleyişinin yanı sıra, insanın ortaya çıkısına ilişkin de Eski Yunan düşüncesinde birtakım ön kabuller vardır. Bu konuların tipik özelliği, en kök sorunlarla uğraşmalarıdır. Şu an bile bunların cevaplarını veremeyiz ve bu soruları hep soracağız. Buna benzer sorular insan hakkında da olmuştur: İnsan nasıl ortaya çıkmıştır?
Antik Yunan dünyasında maddenin ortaya çıkmasında tanrıların bir etkisi yoktur. Ama yine de onların doğadaki olaylara müdahaleleri vardır. Homeros’ta insanın nasıl yaratıldığına ilişkin bir bilgi bulunmaz. Hesiodos’ta ise eskiden var olan bir soydan, Altın Çag’dan bahsedilir. Bunu Kronos yaratmış. Bu soy, cennette yaşamış bir soydur. Bir tek ipucu budur. Kronos, bir malzemeden insanı şekillendirdi, denmektedir.
Eski Yunan dünyasında, daha sonraki kaynaklarda, insanın yaratılışının iki türlü öyküsü var: Bir tanesi, insanın kendiliğinden meydana gelmiş olduğunu ve verimli, nemli, balçıklı bir topraktan çıktığını söylüyor. İkincisi, Dionysos denen bir tanrı ile ilgilidir. Bu tanrı neşenin, sevincin, çılgınlığın ve şarabın tanrısıdır. Bu tanrıyı titanlar, yani doğadaki acımasız ve kaba güçler, bir gün yutuyorlar. Zeus da bunun üzerine hepsini yakıyor. Onların yanmasıyla, bir kül yığını ortaya çıkıyor. O külü daha sonra su ile karıştırıyor ve insanı yaratıyor. Başlangıçta, Homeros ve Hesiodos’ta ceza ve ödül bu dünyada veriliyordu. Bu dünyada öç alma vardı. Burada temel bir nokta çıkıyor: ölümden sonraki hayat fikri.
Homeros ve Hesiodos’ta çok silik başlayan bu anlayış, Antik Yunan felsefesinde, insan ruhunun yaptıklarından sorumlu olduğu fikri olarak ortaya çıkıyor. Bu fikir Mısır’dan gelmiştir. Bu fikirler, insanın dünyadaki hayatına dikkat etmesi gerektiğini belirtmektedir. Bunun sonucunda Antik Yunan dünyasında arınma, ahlakta temiz olma anlayışı ortaya çıkacak ve böylece, bu dünya ve öbür dünya fikirlerinin yanı sıra çifte bir ruh anlayışı da gelişecektir. Bunlardan birisi, ruh göçüyle ilgilidir.
Ruh göçü, Hint’ten gelen bir anlayıştır. Ruh göçünde, insanın bu dünyada yaşadığı hayatın tam anlamıyla simetrik bir hâlinin diğer hayatında basına geleceğine dair bir inanç vardır. Yani, hayatını ‘köpek’ gibi yasayan biri, sonraki hayatında dünyaya bir köpek olarak gelecektir. Ölümden sonraki ceza ve ödül fikri, bu anlayışların bir diğeridir.
Antik Yunan dünyasındaki mitolojilerden anlaşıldığı kadarıyla insanların başlangıçta diğer canlı varlıklar gibi olduğu, zamanla bu kötü konumdan evrimleşip kültür varlığına dönüştüğü düşünülüyordu. Diğer bir grup ise insanın zamanla, ilk basta bulunduğu üstün durumdan giderek aşağılaştığını düşünüyordu. Felsefe, bu anlayışla beraber başlamıştır.
Kaynak: FELSEFE, s. 11-13, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2487 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1458