Kitle İletişim Aracı Olarak Fotoğraf ve Sinema
Kronolojik olarak gazeteden sonra gelen fotoğraf ve sinema, birer sanat dalı olmalarının yanı sıra aynı zamanda birer kitle iletişim aracıdırlar. Gazetede fotoğraf, bazen haberin tamamlayıcı öğesi olmanın da ötesinde asli bir unsur haline gelebilmektedir. Fotoğrafın kitlesel özelliği sadece gazete ile sınırlı değildir. Sokak reklamlarında ve kartpostallarda fotoğraf, görsel anlatım gücüyle kitlelere mesaj ulaştırmada etki bir şekilde kullanılmıştır. Sinema ise başlangıcından beri salonların yaygınlaşmasına –ve halka inmesine- paralel olarak bir kitle iletişim aracı halinde gelişmiştir.
Fotoğraf, bir yandan görüntünün bir düzeye düşürülmesi için optik ve diğer yandan da bu görüntünün sürekli olarak muhafazası için kimya alanındaki gelişmelerin ürünüdür. Bir düzeye görüntünün düşürülerek elde edilmesi için ilk geliştirilen alet camera obscura diye adlandırılan ve tasarımı (Araplardan aktarılan bilgilere dayanarak gerçekleştiren) Leonardo da Vinci’ye ait delikli bir karanlık kutudur. Delik karşısındaki nesne, karanlık kutunun iç çeperinde ters olarak görüntülenir. Bu aletten ilk kez, perspektif çalışan ressamlar yararlanmışlardır, resmetmek istedikleri nesnenin ters görüntüsünü bu iğne delikli kutu ile elde ediyorlar ve bu görüntüyü resme dönüştürüyorlardı. Sonraları bu deliğin yerine mercek konarak daha net görüntü elde edildi. Işığın foto-kimyasal etkileri konusundaki bilgiler 19. yüzyıl ortasında gerçek anlamda fotoğrafın icadına yol açacak düzeye erişir. Joseph N. Niepce 1826 yılında ilk çektiği fotoğrafta ışığa hassas maddeyi sekiz saat pozlayarak negatif görüntü elde etmişti. Görüntü tespiti konusunda ise Luis J. M. Daguerre’nin 1837’de açıkladığı dagerreyotip diye adlandırılan ve metal levhalarda görüntüyü tespit eden tekniğini beklemek gerekti. Kağıda baskı fotoğraf ise William H. F. Talbot tarafında 1840’da geliştirilen kalotip yöntemi ile gerçekleştirildi. İlk renkli fotoğraf görüntüsü ise Louis D. du Hauron tarafından 1869’da elde edildi. Bugünküne yakın renkli filmler ise 1950 yılında Kodak-Eastmancolor tarafından geliştirildi. İlk dijital fotoğraf makinesi ise 1987’de Kodak tarafından piyasaya sürüldü.
Sinema ise insanın fizyolojik bir zaafından yararlanır. Saniyenin yaklaşık 1/25’inden kısa sürelerdeki görüntüleri insan beyni algılamaz. Bu nedenle bir saniyede 25 değişik görüntü gösterilirse insan bu görüntüleri hareket ediyormuş gibi algılar. Bu insani zaaf üzerine sinema hareketli görüntü tekniği (kinetik [hareket] – kino – cine) olarak ortaya çıktı. Bu zaaf reklamcılıkta ise “eşik altı algı” tekniği olarak istismar edici [ve yasal olarak yasaklanmış] bir reklam yöntemine yol açtı. 25 film karesinden bir tanesine reklamını yaptığınız malın görüntüsünü yerleştirdiğinizde, algılanmayan görüntü sonradan bu mala bilinçaltı bir şekilde yönelmeyi sağlayacaktır. Gerek klasik sinema filmi (şeridi) gerekse de elektronik görüntü formatları (video, vcd, dvd vb.) hareketli görüntü artık görsel bir kültürün egemenliğini gündeme getirmiştir. Thomas Edison’un kinetografından (1892) esinlenen Louis Lumiere ilk sinema gösterisini 1895 yılında gerçekleştirdi. Charles Pathe’nin 1900 yılında kurduğu film üretim şirketi zamanla bir sinema tekeli haline geldi. 1902 yılında çekilen “Aya Seyahat” ilk ticari film olarak kabul ediliyor. Sinemanın sanat olarak kabul edilmesi ise Fransız Louis Delluc’un 1918’den itibaren çektiği filmlerle oldu. 1929’da sinemaya ses izi (sound track) eklendi ve sinema olgunluk dönemine girerek kitleselleşti. Amerikan sineması 1930’lardan itibaren Hollywood’da sinemayı bir sanayi olarak örgütledi ve bugün ortaya çıkan kültürel hegemonyayı olanaklı kılan tekel konumunu elde etti. Günümüzde örneğin Türkiye’de salonlarda gösterilen Hollywood filmlerin oranı yerli filmlerden kat kat fazladır.