Felsefe hakkında her şey…

John Stuart Mill’in İdeal Siyasi Düzen Anlayışı Nedir?

06.11.2019
1.554

Mill, sanayi toplumunun ilerleyişinin, artan toplumsal eşitliğin, seçme hakkının yavaş yavaş yaygınlaşmasının, siyasi partilerin sivrilmesinin, bir yandan eşitlik ile diğer yandan özgürlükle demokrasi arasındaki gerilimli ilişkilerin ve orta sınıflarla alt toplumsal katmanların siyasal hareketliliğinin başlamasının getirdiği sorunlara yoğunlaşmıştır (Schmidt 2001: 91).

Mill, özgürlükle ilgili düşünceleri gibi siyasetle ilgili görüşlerinde de insan doğası anlayışından hareket eder. Bireyler için despotik yönetim ve halk yönetimi arasındaki farka dikkat çeker ve insanların yeteneklerinin tam ve tutarlı bir bütüne doğru en yüksek ve en uyumlu şekilde gelişebileceği bir yönetim anlayışı önerir (Mill 2000: 79). Mill, bunun için demokratik yönetimi tek başına yeterli görmez, çünkü liberal değerlerden ve ahlaki kültürün erdemlerinden yoksun bir demokrasi zorbalığa neden olur. Yönetimin tiranlıktan demokrasiye tekâmül etmesi özgürlüklerin hâkim olduğu doğru bir yönetim için yeterli değildir. Demokratik bir yönetimde de tiranlık kendini farklı şekillerde gösterebilir. Demokrasinin doğru bir şekilde işleyebilmesi liberal değerleri özümsemiş, ehil bir toplumu gerektirir.

Bu çerçevede Mill, özgürlüğü mümkün kılan siyasal sistemin, gücün halka ait bir demokrasi olduğunu savunur. “Ülküsel olarak en iyi hükümet biçimi, egemenliğin ya da son kertede en üst denet erkinin, toplumun tüm topluluğunda bulunduğu ve her yurttaşın o en son egemenliğin kullanılmasında yalnız söz sahibi değil, fakat hiç olmazsa arada sırada, yerel ya da genel bir kamu görevini kişisel olarak yerine getirmek üzere, hükümette gerçek bir görev yüklenmeye çağrıldığı hükümettir” (Mill 2008: 87). En iyi hükümet biçimi, en büyük nicelikte yararlı sonuçlar doğuran hükümettir. Hükümet insanların eylemlerinden müteşekkildir, eğer bu yapı sadece cahil ve bilgisiz insanlardan oluşursa bilgisizliğe siyasal güç kazandırılacağından kötü sonuçlar doğar, bu sebeple de hükümet halkın gelişimini sağlayabilecek erdemli ve bilge insanlardan oluşmalıdır. Dolayısıyla en çok temsil edilmesi istenen azınlık, ülkenin özgür düşünceli ve yetenekli seçkinleridir. Onlar, bilgece yasalar ve mesajlarla çoğunluğu eğiterek, kitlelerin kaba ve egoist isteklerini kontrol edebilirler. En iyi siyasal sistem, böyle rehberli bir katılıma izin veren yapıya ve siyasal sürece sahip olandır (Tannenbaum ve Schultz 2005: 327). Bu sistemi Mill, temsili hükümet olarak adlandırır.

Şimdi ideal yönetimi, halkın yönetimi olarak gören Mill, gücü elinde bulunduran çoğunluğun, diğerlerinin zararına olan çıkarlarına karşı korunma gereksinimini, diğer despotik yönetimlerden daha az görmez. Çoğunluğun zorbalığına karşı herhangi bir durumda yalnızca azınlığın kendini savunması değil, aynı zamanda onların siyasete etkin katkılarının güvence altına alınması da gerekmektedir. “Çoğunluğun tiranlığı” olarak siyaset literatürüne giren bu kavram, demokratik yönetimlerde görülebilecek bir tehdide işaret eder. Bilindiği gibi çoğunluğun tiranlığı kavramını ilk kez ortaya atan kişi, Mill üzerinde son derece önemli bir etkide bulunan Alexis de Tocqueville’dir. De la democratie en Amerique (Amerika’da Demokrasi) adlı eserinde Tocqueville, Amerika’nın yönetimini ve orada gelişmiş olan demokrasiyi, aristokratik toplum yapısını değiştiren ve eşitliği geliştiren modernliğin tarihsel-evrensel ilkesi olarak görür. Tocqueville, demokrasinin eksiklerinin genelde eşitlik ile özgürlük arasında, özelde ise çoğunluk demokrasisi ile özgürlük arasında çatışmaya neden olabileceğini belirtir. Özgürlüğün ilerlemesi eşitliği tehlikeye düşürür ve demokrasinin despotizme dönüşme tehlikesini beraberinde getirir. Çoğunluğun mutlak iktidarı çoğunluğun tiranlığını içermektedir. Bundan dolayı Tocqueville demokrasinin sorununu, onun yapısal ilkesinde, yani halk adına sayısal çoğunluğun yönetmesinde yattığını düşünür (Schmidt 2001: 85-86). Mill, bu düşüncelere katılmakla beraber özgürlüğün değişen rolüne dikkat çeker. Özgürlük kavramı despotik yönetimlerde devlet ve birey arasındaki bir gerilimi ifade ederken, yönetimler demokratikleştikçe kavram artık iktidarı elinde bulunduran çoğunlukla temsil olanağı bulamayan azınlıklar arasındaki ilişkiye de gönderme yapar. Mill, yönetimin demokratik olmasının bireyin özgürlüğünün teminatı olmadığını belirterek, çoğunluğun baskısına karşı da özgürlüğün güvence altına alınmasını önerir.

Şu halde o, çoğunluğun tiranlığını engellemek ve azınlığın görüşünün yasama organında en geniş biçimde ifadesini sağlamak için ilk kez 1859’da Thomas HARE’nin Treatise on the Election of Representatives adlı eserinde ortaya atılan nisbi (orantılı) temsili savunur. Mill, toplumdaki düşünce çeşitliliğinin, makul tartışma ve yasama faaliyeti yoluyla ifade edilmesini diler (Tannenbaum ve Schultz 2005: 328). 19. yüzyılda, mevcut seçim sisteminin antidemokratik oluşuna bir tepki olarak doğan nisbi oy sistemiyle, halk içerisinde sayıları az olan ve siyasal yaşama daha fazla katkılarının olabileceği düşünülen seçkinlere de yol açmaya çalışılır (Öztekin 2003: 176). Azınlıkların veya bazı düşünce savunucularının temsili ancak bu sistemle mümkün olur.

Mill, bir taraftan azınlıkların çoğunluk içinde eritilmesine karşı bu şekilde tedbirler alırken; diğer taraftan da cahil, bilgisiz kitleleri de mümkün olduğunca ehlîleştirmeye çalışır. Asıl erdemi insani kapasitelere katkı yapmak olan demokrasinin, sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için de belli bir donanıma sahip bir halk tabakasına ihtiyaç vardır. Başka bir ifadeyle liyakatli temsilcileri olmayan, belli bir eğitimden ve ahlaki yapıdan yoksun olan toplumlar için demokrasi uygun bir yönetim değildir. Mill’in ifadesiyle bu tür halklara sahip devletlerin despotik olması öngörülür fakat despotik yönetimin kendi doğası, uygar özerklik için gereken ahlaki ve zihinsel nitelikleri geliştiremez (Mill 1957: 202). Onlar için rehberlik edecek bir yönetim gerekir ancak despotik bir yönetim halkın gelişimini ihmal eder. Bu sebeple yönetim biçiminin, toplumsal ve bireysel yarar açısından, belirli koşullara göre yapılandırılması gerekir. Hükümet şekillerini değerlendirmede ise ideal olan, kendi şartlarına en uygun hükümet şekli kurgulanmalıdır, yani ihtiyaç duyulan şartlarda yarar eğilimine etkide bulunun hükümet ideal hükümettir (Mill 1957: 201). Mill’in halkların ya da toplumların ahlaki ve entelektüel durumuna göre aldığı siyasi tavrın, bu bağlamda değerlendirilmesi gerekir. İçsel bir durumu ifade eden özgürlüğe sahip olmayan, kendi tutku ve isteklerini toplumla uzlaştıramayan bireylerden oluşan halklara karşı despotik bir yönetim, onlar için daha yararlı görülürken; kişisel özerkliğe sahip, ahlaki değerlere ve zihinsel olgunluğa sahip bireylerden oluşan toplumlar için de temsili hükümet ya da demokrasi ideal yönetim biçimi olarak görülür.

Bu görüşler ışığında toplumdaki bireylerin kendi çıkarlarını savunmaları için oy sahibi olmaları ve bunu hak edecek derecede eğitimli olmaları gerekir. Bu ilke azınlık olan bireyler üzerinde çoğunluğun tiranlığıyla çatışma halinde olur. Mill, azınlığın kendini savunmasının yanında siyasete etkin katılımının güvence altına alınmasıyla da ilgilenmiştir. Çoğunluğun türdeş olduğu sistemlerde azınlıklar etkin yurttaşlık haklarından yoksun bırakılırlar. Bu ise azınlıkların siyasete katkıda bulunma becerileri kadar siyasal haklarını koruma amacıyla kullanmalarını da olumsuz etkiler (Iain 2004: 483). Bundan ötürü yanlış ve doğru demokrasi ayrımı yapan Mill, doğru demokrasinin çoğunluğu temsil edip azınlığı göz ardı eden değil, tüm halkı temsil eden sistem olması gerektiğini savunur. Temsil edilmesi gereken ise partilerden çok çeşitlilik gösteren düşüncelerdir (Mill 1957: 317). Kuşkusuz burada istenen şey yalnızca siyasal katılımın maksimize edilmesi olmayıp, temsili yönetimin kontrol edilebilir şekilde artırılmasıdır. Oy kullanma hakkının genişletilmesi için kriter doğal ya da doğuştan gelen haklar düşüncesine değil, “yarar” ölçütüne göre ele alınmıştır. Yarar, liyakat sahibi herkesin siyasal eylem yoluyla çıkarlarını savunabilmesini gerekli görür. Bununla birlikte siyasal katılımın ahlaki ve eğitici etkisi de vardır. En basit yurttaşlık göreviyle bile kişi kendi çıkarının dışına çıkar ve toplumun çıkarına yönelir (Iain 2004: 492). Bu şekilde birey kendi çıkarı ile başkalarının çıkarının çatıştığı durumda rehber olarak sadece kendi çıkarını görmez, her an toplumun iyiliğini maksimize etmeye çalışır. Bireyin bu çalışması ortak iyinin işlerlik kazanmasına, genel çıkarla ilgili hisleri uyarmaya ve toplumu daha iyi anlamaya neden olacaktır (Mill 1957: 217). Bu bağlamda Mill’in demokratik yapıyı, daha verimli bir eğitim için kullanmaya çalıştığı söylenebilir. Bireylerin kendilerini geliştirmeleri için gereken ahlaki ve entelektüel iyi nitelikler demokrasinin başarılı bir şekilde işlediği bir yapıda toplumsal ve siyasal katılımla kazanılabilir.

Öte yandan bireyin kendi yaşamını kendisinin üstlenebileceği bir siyasal yapıyı amaçlayan Mill, düşünceleriyle liberal değerlerin savunuculuğunu yapar. Liberalizm, Batı Avrupa’da Rönesans ve Reformasyon dönemlerinden sonra ortaya çıkan ve Batı’nın siyasal ve kültürel hayatına derinden nüfuz etmiş bir ideolojidir. Liberalizm genel hatlarıyla, teknolojik ilerleme (fiziksel dünyanın insanların çıkarına hizmet edilecek şekilde dönüştürülmesi), serbest piyasa ekonomisi (rekabeti teşvik etme ve kaynakların merkezin denetiminde olmadığı özel mülkiyet), sınırlandırılmış iktidar (başlıca işlevi özel mülkiyeti koruyup rekabeti destekleyerek, serbest piyasa ekonomisinin işlemesini sağlamak), sınırlandırılmış iktidarın devamlılığını sağlamak üzere düzenlenmiş bireysel haklar, hukukun üstünlüğü ve hoşgörü gibi bir dizi siyasi ve toplumsal kurum ile bireysel bağımsızlığı savunur (Capaldi 2011: 280-81). Bu doğrultuda liberal kültürün değerlerinin anlaşılması demokratik sistemin de sağlıklı bir şekilde işleyebilmesini sağlar. Demokrasi, liberal kültürün özünün bir parçası değildir ama yaşamın kaçınılmaz bir özelliğidir. Dolayısıyla doğru olan, onu liberal kültürün hizmetine sokmaktır (Capaldi 2011: 316). Bu bağlamda demokraside kurumların yozlaşabileceğini düşünen Mill, demokrasinin düzgün bir biçimde işleyebilmesi ve liberal kültürün yaşayabilmesi için insanların erdemlere sahip olmasını gerekli görür. O, kurumsal düzenlemelerin tek başına sorunları çözemeyeceğini ve ahlaki yenilenmenin zorunlu olduğunu ifade eder (Capaldi 2011: 312). Mill, temel değeri özgürlük olan liberal hükümetin, temsilcilerinin son noktada ortak yararı düşündüğü bir temsili hükümet olmasını ve yurttaşlarının erdemlerini geliştirmesini benimser. Mill’in siyasi görüşünün temellendiği özgürlüğün önceliği fikri, temsili hükümet ve liberal kültür kurumlarının ahlaki derinliklerinin araştırılıp ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

Nihai olarak Mill’in, Representative Government (Temsili Hükümet) adlı eseriyle sunmaya çalıştığı model, etik ölçüt olarak kullandığı yarar tanımının siyasete uygulanma çabasıdır. Temsili hükümet, yalnızca belirli bir tarihsel aşamada uygarlaşmış bir devlet için olanaklı olmaktadır ve yine kendisini destekleyecek, zihinsel ve ahlaki olarak güvenilir bir kamuoyuna dayanmak zorundadır. Mill’in savunduğu bu düşünce toplumsal koşulların siyasal koşullarla bağlantılı olabileceğini gösterir. O, insanın eğitimle yetkinleşebileceği inancına sahiptir. Bu nedenle eğitim Mill’in düşünce ve ideallerini aktarma yolu olduğu için hayati bir rol oynar. Eğitim yoluyla bireyler görüşlerini egemen kılma eğilimindeki özel çıkarlarının üstüne çıkmayı öğrenebilirler. Bu sayede bireyler kişisel çıkarlarını toplum çıkarıyla uyumlu hale getirebilir ve yine aynı yolla ahlaki gelişme ve siyasal ilerleme sağlanabilir.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı; GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi, Bahar 2014, S. 2

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...