Henri Bergson’un varlık anlayışı
Bergson’un hayat hamlesi metaforu ile anlatmış olduğu ontolojik model, onun maddeden başlayarak insana kadar olan bütün bir varlık skalasını açıklama girişimidir. Ona göre öteki bütün varlıklar insana oranla hayat hamlesinden sınırlı bir şekilde pay almıştır. Aldıkları paya göre de bitki ve hayvan türleri çeşitli düzeylerde ve standartlarda canlı olmak durumunun özelliklerini kazanmıştır. Hayvan türleri, bitki türlerine oranla çok daha karmaşık bir biyolojik organizmaya sahip olmuştur.
Bu düzlemde denebilir ki hayat; canlılığın ve türünü devam ettirebilme yetisinin üzerine, içgüdü ile donanmıştır. İçgüdü, canlıyı doğrudan doğruya gerçekliğin içine sokan ve ona gerçeğin bilgisini kazandıran bir yetidir. Ancak içgüdünün bir eksikliği vardır, o da bir öz bilinç sahibi olmayışıdır. İçgüdünün bu eksikliğini gidermesi için insanda bu yetinin sezgi olarak doğmasını beklemek gerekmektedir. Böylece çok genel hatlarıyla hayat hamlesinin insan varlığını ortaya çıkarana kadar geçirmiş olduğu evreler takip edilecek olursa insan varlığının bütün öteki özellikleri ve nitelikleri yanında bir sezgi varlığı olarak ortaya çıkması, onu canlılar âlemi içerisinde biricik ve ayrıcalıklı bir konuma yükseltmektedir.
Yalnız bu konum onun tabiattaki diğer canlı-cansız varlıklar üzerinde sınırsız bir tasarrufta bulunmasına imkân tanımaktan çok, bütün bir varlığın başlangıçtaki köken birliğinden dolayı organik bir bütün oluşturduklarını gözden uzak tutmamayı gerektirmektedir. İnsanın hayat hamlesinin gelişimi ve açılımı sürecinde yarı yolda kalmış, bozuk-çatlak bir ürün olmayışı ona ister istemez ahlaki bir ödev ve sorumluluk da yüklemektedir. Çünkü o, sadece sezgileri olan bir canlı değildir. Bütün bir yaratma ve oluş sürecinin tanığı, bilinci, anlamı ve anlamlandırıcısıdır. Dolayısıyla organik hayatın yapısını korumak ve devamını sağlamak da ahlaki ödevlerinden sadece biridir.
Hayat, daha başlangıçtan itibaren, birbirinden uzaklaşan evrim yollarına ayrılmış bir ve aynı hamlenin devamıdır. Hayat da bilinç gibi her an bir şey yaratıyor, denebilir. Hayat için insani anlamda bir amaç göstermek boştur. Bir amaçtan bahsetmek, gerçekleşmekten başka bir şey beklemeyen, önceden mevcut bir model tasarlamaktır. Bunu yapmak her şeyin ezelden mevcut olduğunu, geçmişin şimdide okunabileceğini varsaymak; hayatın hareket ederken ve evrimleşirken, zamanın dışında yerleşen zekâ gibi hareket ettiğine inanmaktır. Oysa hayat ilerler, sürüp gider. Hayat, her anı yeni oluşlarla dolu ve önceden keşfedilemeyecek olan yaratıcı bir evrimdir.
Evrim, geçmişin şimdideki devamıdır. Bilinçte olduğu gibi hayatın oluşlarında da tekrarlanış, geriye dönüş yoktur. Bilincin gelecekteki halleri önceden keşfedilemediği gibi, hayatınkiler de böyledir. Hayat sürekli yeni şekiller, yeni türler yaratan bir hamledir. Değişmelerin, hiç olmazsa düzenli geçen, toplanan ve böylece yeni türler yaratan değişmelerin derin sebebi, evrim yollarında kendini kaybetmeyen ve bu yollar arasında dağılan hep bu ana hamlededir. Evren, olmuş bitmiş değil, tersine sürekli olmak üzere bulunan bir evrendir. Olmuş bitmiş olsaydı onu zekânın bilgisiyle anlamak mümkün olurdu. Ancak böyle olmadığına göre bu evreni içinden kavramak gerekir. Bu nedenle, yani evren her an değişen, dinamik bir evren olduğu için, bu evrenin asıl hakikatleri zekâ ile değil, ancak sezgi ile kavranabilir.
Bergson’un realiteyi, ruh/hayat ve madde olarak ayırması basit bir düalizm peşinde olduğu için değildir. Onun amacı her iki alanda da doğru ve güvenilir bilgiler elde etmek ve varlığın özüne olabildiğince nüfuz edebilmektir. Determinizm ve nedensellik, maddi evrenin yasa ve işleyişini açığa çıkarmak ve elde etmek için vazgeçilmez ve gerekli olabilir. Ancak bütün bir gerçeklik alanına uygulandığında yani ruh ve madde, hayat ve madde arasında bir fark görülmediğinde yıkıcı olmakta, insan bilgisine ruh ve hayat alanlarının doğrularını katmak şöyle dursun, bunların varlığından bile haberdar edememektedir. Bu görüşlerinden, onun iradede determinizmi kabul etmediği açıkça anlaşılmaktadır.
Özetle, Bergson’un anladığı anlamda irade, ne deterministlerin -yani iradenin fizik sebeplerle açıklanabileceğini iddia edenlerin- tasarladıkları zorunluluk iradesi ne de özgürlüğü soyut olarak tasarlayanların deyişiyle iki sabit hareket dürtüsü arasındaki özerk bir seçme iradesidir. Bergson’un iradesinde akıl ve zekânın basiret ve hesabı ile belirlenemeyen, mekanik hareketlere indirgenemeyen tam bir karakter ve şahsiyet vardır. Bu nedenledir ki bilinç, bu anlamıyla, yani özgürlük olarak yalnızca insanda vardır. Ona göre insan bilinci ile hayvan bilinci hatta en zeki hayvanın bilinci arasında kökten bir fark vardır. Zira insan, Bergson’a göre, yaratıcı evrimin en özgür ve gelişmiş varlığıdır. Bu varlık bir varoluşa ve şahsiyete sahiptir.
Bergson’un yaratıcı-dinamik evrim modelinde bitki ve hayvan türleri de dâhil hiçbir varlık düzeyi diğerinin gelişim doğrultusunda bulunmadığından, aralarında derece değil, mahiyet farkı bulunmaktadır. Böylece insan varlığı da hayat hamlesinin eseri olarak bütün canlı varlıklarla organik bir akrabalığa sahip olmakla birlikte, onlardan bağımsız, kendi doğrultusunda ilerleyen, yaratıcı ve özgür bir kolun ifadesidir. Çünkü Bergson’a göre, hayat hamlesi en tam, yetkin ve özgür eserini insan boyunda ortaya koyabilmiştir.
Bergson hayatı ve bilinci, kavramsal ve soyut çerçevede ele almaktansa, doğrudan doğruya ve ampirik olarak yakalayabilmek ve kavrayabilmek ister. Çünkü bunlar her türlü soyutlama ve kavramsallaştırmayı aşan canlı ve dinamik realitelerdir. Soyutlama ve kavramsallaştırma ise bunların zaman ve oluşla bağlarını koparıp yapılarını bozmaktadır. Böyle olunca da realite sanılan şey, realitenin dondurulmuş bir ânı, yani sadece fotoğrafı olmaktadır. Dolayısıyla kavramlar, soyutlamalar ve mantıksal çıkarımlar yoluyla realiteyi tanımayı boş ve zahmetli bir yol olarak gören Bergson, onu kendi özgür oluş ve yaratış hamlelerinde yakalamaya çalışır. Böylece realiteyi mantıksal kalıp ve kategorilerin eline geçmeden ve oluşla, süreyle bağları koparılmadan, onun içine yerleşerek deneyimlemek ister.
Kaynak: Çağdaş Felsefe II, s. 8-9, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 4175, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2955