Egemenlik Biçimleri ve Siyasal Sistem
Bir siyasal sistem ya da düzen, yalnızca tikel egemenlik biçimlerine göre kavranamaz. Yine de bir siyasal düzen ya da sistemde egemenlik biçimi belirleyici bir role sahiptir.
Siyasal bir düzeni ahlaki açıdan yargılamak için diğer önemli bir ölçüt ise, toplumsal mülkiyet ve üretim ilişkileri olarak saptanabilir. Mülkiyet ve üretim ilişkilerini politik analiz ve eleştirilerinde belirleyici bir tarzda kullananlar genel olarak Marksist ve Anarşistlerdir. Liberaller de özel mülkiyeti temel bir hak olarak olumlar ve siyasal sistem bağlamında önemli görürler.
Egemenlik biçimlerinin analizi ise, bütün siyasal teoriler açısından önemli ve bağlayıcı bir role sahip görünmektedir. Egemenlik biçimleri genel bir çerçeve içinde, monarşi, oligarşi, aristokrasi, teokrasi, demokrasi gibi ayrımlara sahiptir. Monarşi, siyasal iktidar ve egemenliğin tek kişiye, bir monarka (tekerk) ait olmasıdır.
Monark ya da hükümdar, seçimle işbaşına gelmez ve egemenlik soya dayılıdır. Bir monark normal koşullarda sağlığı ve ömrü elverdiğince egemenliğini sürdürür. Monarşi, mutlak ve meşruti bir karakter taşıyabilir. Mutlak monarşide egemenin gücünü ve iktidarını sınırlayacak başka bir güç yoktur. Meşruti monarşide ise monarkın egemenliği yasal ve parlamenter düzlemde sınırlanmıştır. Bu nedenle meşruti monarşi parlamenter monarşi olarak da adlandırılabilir. Tarihin nispeten erken dönemlerinde mutlak monarşiler yaygınken, günümüzde genel olarak meşruti monarşiler söz konusudur. Bu durum modern bireyin gelişim süreciyle ilgilidir.
Oligarşi bir grubun ya da azınlığın yönetimidir. Yönetimdeki grup soylulardan oluşabileceği gibi, askeri, bürokratik, teknik ya da maddi açılardan toplumun öne çıkan azınlığı da olabilir. Oligarşiye dair bu alt sınıflandırmalar bağlamında, örneğin soylu azınlığın yönetimi ‘aristokrasi’, askeri azınlığın yönetimi ‘cunta’, zengin bir grubun yönetimi ‘plütokrasi’, bürokrat bir azınlığın yönetimi ‘bürokratik oligarşi’ ve teknik becerilere sahip olduğu düşünülen bir grubun yönetimi ise ‘teknokrasi’ olarak adlandırılır.
Teokrasi kelime anlamıyla ‘tanrı egemenliği’ne işaret eder ve insan iradesini değil de tanrı iradesini temel alma savındadır. Genel olarak seküler ve dünyevi politik örgütlenme ve egemenlik biçimlerine karşı, teokrasilerde kutsal ve tanrısal bir güce dayanma iddiası söz konusu olmuştur. Tarihsel gelişim açısından teokratik yönetim ve devlet örgütlenmelerinde, egemen gücün Tanrı’nın bizzat kendisi veya O’nun yeryüzündeki temsilcisi olduğu düşünülmüştür. Örneğin Eski Mısır’da firavunlar ve Hristiyanlık öncesi Roma İmparatorluğu’nda da imparatorun kendisi tanrı olarak düşünülmüştür.
Avrupa’da Vatikan ve tüm Hristiyan krallar ve İslam dünyasında ise halifeler, Tanrı’nın veya peygamberlerin temsilcisi olarak görülmüşlerdir. Kutsal kitap ve yasaları referans aldığını iddia eden bu yönetimler, aşkın bir güç ve otoriteye dayandıklarını ve kararlarının bu çerçeve içinde tartışılmaz bir geçerliliğe sahip olduğunu düşünmekteydiler. Açıktır ki kutsal kitap ve yasaların, egemen siyasal grubun dünyevi ilgilerinin ağırlığından tümüyle arındırılmış bir yorumu çoğu kez bir soyutlama olarak kalır. Teokratik bir yönetim açısından bu sorun, aşkın ve metafizik ilgilerin, dünyevi ve maddi ilgilerden nasıl ve ne oranda soyutlanabileceğidir.
İkinci önemli bir sorun ise, gerçekten dünyevi ve maddi ilgilerden kopmuş ve dinsel bir inanç için harekete geçen kişilerin, fanatik davranışlarıdır. Tanrı adına hareket ettiğini düşünen böylesi politik kişilikler, ahlaki ve insani açıdan kabul edilmesi zor davranışlar ortaya koyabilmektedirler.
Demokrasi, dünyevi ve insani iradeyi temel alan ve modern açıdan en çok sorgulanmış ve olgunlaşmış siyasal egemenlik biçimi olarak görülebilir. Demokrasi ‘halkın iktidarı’ ya da ‘halkın egemenliği’ anlamlarına gelir. Bu anlamda demokrasilerde yönetim egemen güç olduğu düşünülen halka verilmiştir.
Toplumu halk adına yönetecek kişilerin ya da toplumsal yaşamı belirleyecek bazı önemli kararların alınması için seçime ve halkoyuna başvurulur. Seçimler demokrasinin temel mekanizması olduğu için, demokrasi aynı zamanda bir çoğunluk iktidarı ve egemenliği olarak görülebilir. Günümüz temsili demokrasilerinde çoğunluk iktidarı ve egemenliğinin yol açabileceği sorunları dengelemek için, azınlık hakları anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Bu anlamda çoğunluğun, vazgeçilmez insan hakları bağlamında azınlığı mağdur etmesinin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Çoğunluk iktidarının anayasal olarak sınırlandığı bu demokrasi biçimi, anayasal demokrasi olarak adlandırılır.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım