Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA) Nedir, Nelerdir?
Althusser, toplumun kendi imgeleminde bireyi nasıl gördüğünü anlamanın gerekli olduğunu düşünmekteydi. Kapitalist toplumda, insan birey olarak genellikle bencillik özelliği olan bir özne olarak kabul edilmektedir. Althusser için, ne var ki bir insanın kendini bu şekilde algılama kapasitesi doğuştan gelen bir özellik değildi.
Daha çok bu, bireylere bir öznenin rolünü (forme) benimseten kurulu toplumsal uygulamaların yapısı içinde kazanılmaktadır. Toplumsal uygulamalar bir yandan bireyin özelliklerini belirler ve bir yandan da sahip olabilecekleri özelliklerin derecesi ve her toplumsal uygulamanın sınırları hakkında kişiye fikir verir. Althusser bizim bir çok rolümüzün ve davranışımızın bize toplum tarafından verildiğini tartışır: mesela, çelik işçilerinin yaptığı üretim ekonomi uygulamasının bir parçasıyken, avukatların çalışması politik-hukuk uygulamasının bir parçasıdır.
Ne var ki bireylerin diğer özellikleri, iyi bir yaşam hakkındaki inançları veya kendi doğası hakkında metafizik yansımaları gibi, çok kolay bir şekilde bu kategorilere uymaz. Althusser açısından, bizim değerlerimiz, arzularımız, tercihlerimiz bize, belli bir konuyu aydınlatıcı açıklamalar yaparken bireyleri özneler olarak görmenin tanımlayıcı özelliğine sahip ideoloji uygulaması tarafından telkin edilmektedir. İdeolojik uygulama, aileyi, medyayı, dinsel organizasyonları ve en önemlisi, propagandası yaptıkları düşünceler açısından eğitim sistemini içeren Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA) diye adlandırılan kurumlar bütününü kapsamaktadır. Ne var ki, bizim bencil olduğumuzu bize düşündürten bir DİA yoktur. Aslında bu inancı biz, bir kız çocuğu, bir öğrenci, bir çelik işçisi, bir meclis üyesi olurken öğreniriz.
Bir çok kurumsal biçimine rağmen, ideolojinin işlevi ve yapısı tarih boyunca değişmemekte ve sabit kalmaktadır, aynen Althusser’in ideoloji hakkında ilk tezinde söylediği gibi, “ideolojinin tarihi yoktur”. Bütün ideolojiler, her ideoloji diğerine göre farklılık gösterse de bir özne inşaa eder. Kolayca akla gelebilecek şekilde Althusser bunu belli bir konuyu aydınlatıcı açıklamalar yapma (interpellation) içeriği ile resmetmektedir.
Caddede yürüyen bir birey örneği kullanır: bir polis düdüğü ya da başka bir ikaz sesini duyması üzerine birey kendi etrafında döner ve artık bu basit vücut hareketiyle o insan bir özneye dönüşmüştür. Althusser bu işlemi kişinin kendisini sesin öznesi olması olarak görmesi ve bunu yanıtlamaya hazırlanması açısından tartışır. Onun caddede yürümesinde şüpheli hiç bir şey olmamasına rağmen, kişi seslenilenin kendisi olduğunu düşünür. Bu kabullenme geri dönüşlü olarak çalışan bir yanlış bir kabullenmedir: madde olarak birey her zaman ve çoktan ideolojinin bir öznesidir. Bireyin bir özneye dönüşmesi her zaman ve çoktan olmuştur; Althusser burada Spinoza’nın immamence teorisine büyük bir borcu olduğunu kabul eder. Bu şu demektir:bizim kim olduğumuza dair fikrimiz ideoloji tarafından bize sunulmaktadır.
Althusser’in ikinci tezi “ideoloji maddi bir varlığa sahiptir”:
“Düşünceler (bir ideal veya ruhsal varlıkla donatıldığı kadarıyla) , bir ideolojik aygıt tarafından son seçenekte tanımlanan ritüeller ile yönetilen uygulama hareketlerinde varlıklarının hak ettiği kesin sınıra ulaşıncaya kadar görünmez olmaktadır. Bu nedenle özne takip eden sistem tarafından hareket ettirildiği müddetçe hareket edebilmektedir ( kendinin gerçek gerekliliğinin sağlanması amacıyla yola çıkmak): kendi inancına göre hareket eden bir öznenin somut hareketlerindeki var oluşu hayata geçiren bir maddi ritüel tarafından yönetilen maddi uygulamaları tanımlayan maddi bir ideoloji aygıtında var olan ideoloji…(İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’ndan)”
Bu maddi ritüeller Bourdieu’nun habitus içeriği ile DİA bir anlamda Foucault’un disiplin kurumlarıyla karşılaştırılabilir. Althusser bir insana yeryüzündeki yerinin ne olduğunu ve İsa tarafından merhamet görmesi için ne yapması gerektiğini anlatan Tanrı’nın sesi örneğini dile getirir –Hıristiyan İdeolojisinin bir şekillenmesi olarak-. Buradan Althusser bir insanın kendini Hıristiyan olarak tanımlayabilmesi için gereken noktanın altını çizer; önce bir özne olmalıdır. Kimliklerimizi, kendimizi ve toplumsal rollerimizi maddi ideoloji aynalarında görerek kazanırız.