Felsefe hakkında her şey…

Üzüntünüzü kişisel bir güce dönüştürmenin Stoacı yolları vardır…

21.03.2025
Üzüntünüzü kişisel bir güce dönüştürmenin Stoacı yolları vardır…

Hepimiz belirli bir zamanda yaşadığımız belirli bir tecrübeden dolayı hüzün duymuş, bu tecrübeden kaynaklanan acıyı derinimizde hissetmişizdir. Üzülmek ve acı hissetmek, insan olmanın bir gereğidir; ancak aslında acıyla nasıl oturup kalkacağımızı ve nasıl başa çıkacağımızı tam olarak bilemiyoruz. Acı duygusunu mütemadiyen bastırıyoruz. Acıdan kaçınmaya çalışıyoruz. Yeri geliyor acı çektiğimizi inkâr dahi ediyoruz.

Stoacılık, neyin bizim kontrolümüzde olduğunu ve neyin kontrolümüzde olmadığını anlamakla ilgili bir felsefi yönelimdir. Şöyle ki bir duygunun ortaya çıkmasını kontrol etmek bizim elimizde değildir; ama bu duyguyla nasıl ilişki kuracağımız, kontrol edilebilirdir. Bu; duyguyla birlikte olma, onunla bütünleşme ve onu ortadan kaldırmakla ilgili değildir. Bahsettiğimiz şey, duyguyu gözlemleme yeteneğimizdir. Eğer hem kendimizle hem de diğer insanlarla onların yaşadıkları acılar dâhilinde birlikte olmayı öğrenebilirsek sanıyorum ki acının üstesinden nasıl geleceğimizi de öğrenebiliriz.

Sosyalizm, Büyük İskender öldükten sonra ortaya çıktı. Büyük İskender o zamanlar bilinen dünyayı ele geçirmişti. Ele geçirdiği toprakları dört generali arasında paylaşılıyordu ve bu durum, bu istiladan etkilenen insanlar arasında büyük bir kaosa ve varoluşsal bir umutsuzluk duygusuna neden oluyordu. Şimdi Antik Yunan’da bir vatandaş olduğunuzu ve komşularınızla aynı dili konuştuğunuzu, çevrenize ve toplumunuza çokça bağlı olduğunuzu; ancak tüm bunların birdenbire yerle bir edildiğini ve şu anda yoğun bir evsizlik ve vatansızlık duygusu yaşadığınızı hayal edin. Burada bahsettiğimiz şey sadece fiziksel anlamda evsiz kalmak değil, varoluşsal anlamda bir evsizlik yaşamanızdır. Stoacılık bu duyguyla başa çıkmanın bir yolu olarak geliştirildi. Bu nedenle Stoacılığın günümüz bağlamıyla doğrudan ilişkili olduğunu düşünmek mümkündür; çünkü bugün bizler de bulunduğumuz yerde kendimizi evimizde hissedemediğimiz varoluşsal evsizlikle karşı karşıya kalabiliriz. Özetle Stoacılık tamamen kontrol edebildiğimiz ve edemediğimiz şeylerle doğru bir ilişki kurmamızı sağlamaya yöneliktir.

Manzara oldukça kasvetli görünüyor öyle değil mi? İnsanlar Büyük İskender’in hayatını kontrol edemezler; ama yaşanan olaylara verdikleri kişisel tepkilerini kontrol edebilirler. Aynı şekilde, kendi yaşamınızda ortaya çıkan durumlara nasıl tepki vereceğinizi kontrol edebilirsiniz. Sympatheia diye Yunanca bir sözcük vardır. Bu aynı zamanda Stoacılığın temel ilkelerinden biridir. Özünde her şeyi birbiriyle ilişkili olarak görme becerisini ifade eder. Bu beceri, kendi yaşadığınız deneyimin dışına çıkarak diğer insanlarla ve etrafınızda olup bitenlerle ne kadar bağlantılı olduğunuzu görmenizi sağlar. Diyelim ki kendimi gerçekten de çok üzgün hissediyorum; bu durumda kendimi sadece üzgün hissetmek yerine durumdan uzaklaşabilir ve kendi kendime şöyle düşünebilirim: Üzüntü hissetmek nasıl bir şeydir? Burada duygunun içinde olmak yerine, duyguyla birlikte olurum. O zaman üzüntü hisseden tek kişinin ben olmadığımı anlayabilirim. Böylece bu çok zor duygu durumunda bile kendimi diğer insanlara bağlı hissedebilir ve bunun anlamını tecrübe edebilirim.

Bahsi geçen durumu, “Aslan Kral” adlı uluslararası animasyon filminden örneklemek mümkündür. Filmde Mufasa karakterinin oğlu Simba’ya yaşam döngüsünden bahsettiği bir sahne vardır. Mufasa, Simba’ya Gurur Toprakları’nı gösterir ve ona krallığın sorumluluklarını ve tüm canlıları birbirine bağlayan “yaşam döngüsü”nü şu diyalog içinde açıklar:

[Mufasa] “Gördüğün her şey hassas bir denge içinde bir arada var oluyor.”

[Simba] “Ne demek istiyorsun? Biz antilop değiliz. Baba, biz antilopları yemiyor muyuz?

[Mufasa] “Evet, Simba, ama bunu şöyle açıklayabiliriz: Öldüğümüzde bedenlerimiz toprağa karışır ve antiloplar da topraktan gelen otları yer. Ve böylece hepimiz yaşamın olağanüstü döngüsünde birbirimize bağlanırız.”

Bu bizi varoluşsal umutsuzluktan kurtarabilir.

Kimi Stoacı uygulamalar bağlama özeldir. Örneğin sempatiyi ele alalım. Kendimizi üzgün ve hüzünlü hissettiğimiz zamanlar oluyor. Duruma bağlı olarak, üzüntünün bize bir şey öğretmesine izin vermemizin bir yolu olarak üzüntüyle birlikte olmak, bu duygunun içine girmemize yardımcı olur ve bu basitçe üzüntümüz hakkında yazı yazmamız veya sadece ağlamamız olarak açığa çıkabilir. Ağlamak olağanüstü bir deneyimdir. Şiir yazmak da isteyebiliriz. Bu şekilde duygularımızı ifade edeceğiz ve duygularımızı değiştirmeye çalışmak yerine onun içinden geçmeye çalışacağız. Bunu yaptıktan sonra kendimizi uzaklaştırabilir ve kendi kendimize “Bu zaman içinde pek çok insanın hissettiği bir duygu ve bu beni insanlığın geri kalanına bağlıyor” diye düşünebiliriz.

Şefkat denen şey bununla ilgilidir. Hem kendimizle hem de diğer insanlarla acı çekerken nasıl birlikte olacağımızı öğrenmektir, şefkat. İnsanları okuyabilme becerisi de ancak kendinizi okuyabilmenizle mümkün olabilir. Bu beceri ancak kendi varlığınızdaki ben duygusunu geliştirip diğerinin içindeki ben duygusunu görebilmenizle mümkündür. Bununla nasıl doğru bir ilişki kuracağımızı öğrenebilirsek güvensizliklerimizi ve kendimizde sevmediğimiz şeyleri diğer insanlara yansıtma olanağımız azalacaktır. Bu bağlamda, yeni olan, bilinmeyenin bir parçası olan şeyleri tehdit olarak görme olasılığımız azalacak ve onları bir mucizenin kaynağı olarak görme eğilimimiz artacaktır.

Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...