John Berger’in “Görme Biçimleri” sanata bakışımızı nasıl değiştirdi? 1972 yılında yayımlanan “Görme Biçimleri”, en az ele aldığı sanatsal gelenekler kadar incelenmeye değerdir…
İngiliz eleştirmen, ressam ve yazar John Berger, televizyon programı “Görme Biçimleri”nin (Ways of Seeing) açılış sahnesinde Sandro Botticelli’nin “Venüs ve Mars” tablosunun bulunduğu tuvali bir maket bıçağıyla kesip biçiyor ve şöyle konuşuyor:
“Bu gece resimlerin bizatihi kendisini değil, onları bugün nasıl gördüğümüzü ve algıladığımızı ele almak istiyorum; bugün, 20. yüzyılın ikinci yarısında… Çünkü bu resimleri daha önce kimsenin görmediği şekillerde görüyoruz. Bu farkın kaynağını kavrayabilirsek kendimizle ve içinde bulunduğumuz durumla ilgili bir şeyleri de keşfetmiş olacağız.”
İlk gösterimi 1972’de BBC‘de yapılan Görme Biçimleri, akıcı ve değişken bir tarzda kurgulanmıştır. Berger yarım saatlik dört bölüm boyunca, Avrupa resim sanatındaki belirli bir geleneğe dair kendi ikonoklastik yorumunu ortaya koyuyor. Bu geleneğin İtalyan Rönesansı’nın zirvesinde doğduğunu ve kameranın ortaya çıkışıyla ressamların natüralizmden soyutlamaya doğru yönelmesiyle de ortadan kalktığını iddia ediyor.
Berger’in bu ufuk açıcı çalışması övgü dolu eleştiriler aldı. The New Republic yazarı Jo Livingstone, Berger’in 2017’deki ölümü vesilesiyle Görme Biçimleri‘ni şöyle yorumladı:
“İlk kez bir eleştirmen şeylerin görünüşünün ötesini görebilmeleri açısından izleyicilerine inandı; onları görünenin ötesine, dünyayı gerçekte olduğu gibi -kapitalist ve ataerkillik- daha yakından anlamaya sürükledi…” 1
Dizinin başlangıçta aldığı tepki beklenenden iyi olsa da Berger’in zaman içinde elde ettiği kült takipçi kitlesinin yanında sönük kaldı. Bu yazıyı kaleme aldığım dönem olan Kasım 2024 itibarıyla, Görme Biçimleri‘nin ilk bölümü YouTube‘da yaklaşık 2,7 milyon kez izlenmiş durumda. Program bir bütün olarak o zamandan beri dünya çapında medya çalışmaları ve eleştirel teori dersleri için zorunlu yayın olarak kabul edilir hâle geldi. Ayrıca görsel kültür çalışmalarında öncü bir çalışma olarak ön plana çıkıyor ve Berger’in fikirleri bu genç ama giderek önemi artan akademik disiplinin kavramsal çerçevesini oluşturmaya yardımcı oluyor.
Akademisyenler Görme Biçimleri‘ni daha eğlenceli ve anlaşılır olduğu için öğrencilerine öneriyorlar; ancak eserin içeriği hiç de daha az karmaşık değildir. Berger, sıradan insanın filozofu olmayı amaçlarken gereksiz ya da abartılı görünebilecek bir eleştirel teori bütününe eğiliyor. Aynı zamanda, dizi hiçbir zaman kendi argümanını ortaya koymaya çalışmıyor. Bunun yerine Berger bize; sanatı, birbirimizi, etrafımızdaki dünyayı ve bildiğimizi sandığımız şeyleri sorgulamamız için gereken araçları sunuyor.
Joshua Sterling’in Aeon dergisi için yazdığı bir makalede açıkladığı gibi Görme Biçimleri, sanat çalışmalarını pasif beğeniden aktif eleştiriye doğru kaydırdı. 2 Bir resmin görünümünü, sanatçıların taklit etmeye çalıştıkları Platonik form değil, yaşadıkları zamanın sosyal ve politik iklimi, dinleri, ırkları, cinsiyetleri ve sınıfları belirliyordu.
Görme Biçimleri birçok açılım içermesine rağmen, sergi belki de en çok artık yaygın olarak bilinen eril bakış kavramını tanıtmasıyla biliniyor. Kadın nü‘lerine daha yakından bakan Berger, batı sanatında sadece bir avuç resmin öznelerini kendileri olarak tasvir ettiğini ileri sürüyor. Diğer tüm durumlarda, fiziksel görünümleri ve kompozisyon içindeki yerleri, onları insandan arzu nesnesine dönüştürecek şekilde oluşturulmuştur. Berger’in ifadesiyle, bu resimler sadece bakılmak için değil, sahip olunmak için yapılmıştır.
John Berger’in gözüyle dünya
Livingstone, Görme Biçimleri‘nin bazı bölümlerinin “esasen diğer, daha karmaşık işlerin açıklayıcısı olduğunu” belirtiyor. Bu oldukça doğru; çünkü serginin başarısı sadece Berger’in diğer yaratıcı projelerine değil, aynı zamanda ona ilham veren akademik kaynaklara da ilgi uyandırdı. Bunlar arasında Alman filozof Walter Benjamin tarafından kaleme alınan “Art in the Age of Mechanical Reproduction” (Teknik Olarak Yeniden Üretilebilirlik Çağında Sanat Eseri) başlıklı deneme de yer alıyor. Benjamin’in amacı da Berger’inkiyle aynıydı: Modern çağın bizim asırlık sanat eserlerine bakışımızı nasıl değiştirdiğini göstermek.
Benjamin de kendi çalışmasında, çıplak gözün algılayamadığı nitelikleri tanımlamak için tuvalin yüzeyinin derinliklerine iner. Özellikle aura kavramıyla ilgilenir ki bu, bir sanat eserinin izleyicileri üzerinde yarattığı çekim gücünü ifade eder. Müzelerdeki başyapıtlarla yüz yüze geldiğimizde içimizi kaplayan güçlü his, aynı eserin başka bir yerdeki mükemmel bir reprodüksiyonuyla karşılaştığımızda tuhaf bir şekilde yok olur; bundan yola çıkan Benjamin, auranın eserin kendi görsel niteliklerinden kaynaklanamayacağı sonucuna varır.
Bilakis, bir eserin aurası onun özgünlüğüne bağlıdır. Yani Rembrandt’ın Gece Nöbeti tablosunun Rijksmuseum’daki versiyonu, farklı bir görünüme sahip olduğu için değil, daha ziyade orijinal olduğu için bizi diğer yerlerde bulunan versiyonlarından daha fazla etkiler. Bu konuda Benjamin şöyle diyor:
“En mükemmel röprodüksiyon bile bir unsurdan yoksundur: Zaman ve mekândaki duruş, bulunduğu yerdeki eşsiz varoluş.”
Aynı yola Art in the Age of Mechanical Reproduction‘ın yayımlanmasından neredeyse 30 yıl sonra çıkan Berger, Benjamin’in başlangıçta tanımladığı süreçlerin zaman içinde nasıl geliştiğini sorguluyor. Modern iletişim araçları sayesinde resimler artık sessiz ve hareketsiz değil. Bunlar bir kez kaydedildiklerinde, görüntüleri basın ve internet aracılığıyla dünyanın dört bir yanına aktarılabiliyor. Bu aktarılabilirlik hem avantaj hem de dezavantajları beraberinde getiriyor. Bir yandan, sanat artık bir grup elitin gözdesi olmaktan çıkmış, neredeyse herkes tarafından erişilebilir hâle dönüşmüştür. Öte yandan, bir sanat eserinin önemli unsurları, o eser bir ortamdan diğerine aktarıldığında kaybolabilir. Bu sadece onların aurasını değil, aynı zamanda anlamlarını da içerir. Berger bunu şöyle açıklıyor:
“Resimler sessiz ve hareketsiz oldukları için orijinal anlamlarından farklı olabilecek savlar ileri sürmek amacıyla kullanılabilirler. Kamera, bir resmin bir ayrıntısını bütünden açığa çıkarmak için harekete geçer. Böylece anlam değişir. Alegorik bir figür herhangi bir yerde bulunan güzel bir kadına dönüşebilir. Bir köpek, metamorfozun tuhaf, şiirsel dünyasının bir parçası olmaktan çıkıp evcil bir hayvan oluverir.”
İnternetin henüz var olmadığı bir dönemde yaratılan Görme Biçimleri, görsel kültürümüzün bu görselleri iletmek için kullanılan teknolojilerle birlikte nasıl evrileceğini isabetli bir şekilde öngörmüştür. Berger, gelişmekte olan birçok toplumsal harekete terminoloji sağlamıştır; feminist yazarlar onun eril bakış tanımını benimsemiş, diğerleri belirli ırkların Batılı ve beyaz ressamlar tarafından nasıl tasvir edildiğini ya da edilmediğini sorgulamak için esin kaynağı bulmuştur.
Şüphesiz, dizinin başarısının büyük bir kısmı yaratıcısının kişiliğine dayanıyor. Berger, hem geniş çapta etkili olması hem de ardında büyük ölçüde farklı bir miras bırakmayı başarması bakımından özel bir karakterdi. Nihayet 90 yaşında hayata veda ettiğinde, gazeteciler nazik ama son derece isyankâr bir entelektüeli kaybetmenin yasını tuttular; akademik kurumlarla içli dışlı olmayı sürekli reddeden bu entelektüel, nihayetinde felsefi sorgulamanın çığır açıcı bir eserini ortaya koymuştu…
Berger’in en büyük gücü olan hem düşüncede hem de düşüncenin ifadesinde sadelik arzusu, bazen onun en büyük zayıflığı da olabilmiştir. Ancak diğer teorisyenlerin aksine, iç gözlem eğilimi onu genellikle doğru yolda tutmuştur. Berger kendi düşüncesini daha geniş çerçeveler içinde bağlamsallaştırmayı ihmal etmemiştir.
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım
KAYNAKÇA
- Jo Livingstone (2017), Beyond John Berger’s Ways of Seeing. The New Republic, https://newrepublic.com/article/139615/beyond-john-bergers-ways-seeing, Erişim: 19.11.2024
- Joshua Sperling (2018), Ways of living. Aeon, https://aeon.co/essays/john-bergers-ways-of-seeing-and-his-search-for-home, Erişim: 19.11.2024