Felsefe hakkında her şey…

Arzularımızı denetleyebilir miyiz? Arzu bir uyuşturucu gibidir; ama bir bağımlıya “müptela” demek her zaman doğru mudur?

26.11.2024
Arzularımızı denetleyebilir miyiz? Arzu bir uyuşturucu gibidir; ama bir bağımlıya “müptela” demek her zaman doğru mudur?

Gündelik yaşantımızda birçok şeyle birden ilgileniyoruz. Bu bizi bir süre sonra her şeyden sıkılmaya, değişimi ve hareketi kovalamaya itiyor. Fakat öyle görünüyor ki bazı insanlar tekdüze bir yaşam ve hayatta edindiği tek bir rolle tatmin olabiliyor. Peki diğerlerimiz, bunu neden yapamıyoruz?

Bence pek çok insan bu soruyla kendi yaşantısını ve kişiliğini bağdaştırabilir. Hatta Buddha’nın öğretisine kulak verirsek neredeyse herkesin bu soruyla bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre, bu sorun evrenseldir; insanlık durumunun yapısında vardır ve arzu üzerine kuruludur.

Hepimiz bir şeyleri arzuluyoruz; yeni maceralar yaşamaya açız ve yeni heyecanlara ihtiyaç duyuyoruz. Bizler küçücük Dünya’mızın içinde bir fareyi kovalayan inatçı kediler gibiyiz. Bu küçücük Dünya‘da daha büyük bir evin, daha fazla paranın ve her zaman daha güzel ve çekici görünmenin peşinden gidiyoruz. Amaçlarımıza ta ki o amaç bizi bunaltana kadar bağlanıyoruz ve ondan sonra başka bir amaca yöneliyoruz.

Yazımın başındaki soruyu yanıtlamak için insan arzusunun doğasına, farklı yaklaşımlar zemininde göz atacağız. Soruda “diğer insanlardan” bahsedildiği için biz de cevabımızı bu diğerlerinin üzerinden arayacağız. “Benim deneyimlerime göre”, diğer insanlar kusursuz bir mutluluk yaşıyor ve hayatı seviyor gibi görünseler de bu hiçbir zaman tam olarak doğru değildir. Başkasının bahçesindeki çimenler bize her zaman daha yeşil görünür; “komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” ve sosyal medya paylaşımları çok nadir olarak bir insanın iç dünyasını yansıtır. Ancak bunu şimdilik bir kenara bırakalım ve yaşadığımız dünyayı ikiye ayıralım: Sürekli memnuniyetsiz olan dünyanın biz‘leri ve hayattan memnun olanların Buddha‘ları.

Birinciler ikincilere dönüşebilir mi ve peki dönüşmeliler midir?

Buddhacı bakış: Arzularınızı söndürün!

Buddha, Buddha olmadan önce Siddhartha adında gösterişçi bir prensti. Ancak bir dizi gün boyunca, hayata karşı tutumunu tamamen değiştiren dört olaya tanık oldu ve Buddhalık yolculuğuna başladı. Siddhartha bir gün, bir pazar yerinde yürürken büyük bir telaş ve koşuşturmacanın içinde buldu kendini. Para hırsı, açgözlülük ve lüks tutkusuyla bilenmiş duyusal bir patlama yaşanıyordu pazar yerinde. Prens Siddhartha bütün bu karmaşada, bir köşede dinginlik içinde oturan ve elindeki dilenme kabıyla çevresinden bağış bekleyen bir adamı fark etti ve “Kim bu adam?” diye sordu yardımcısına. Yardımcısı Prens Siddhartha’ya şu yanıtı verdi:

“Dünya malında gözü olmayan, mal mülk sevdasından vazgeçmiş bir keşiş.”

Siddhartha o gün ve gece boyunca arzu kavramı üzerine düşünmeye başladı. Aklında iki farklı duygu yansılanıyordu: Pazarcıların yarattığı bezginlik ve keşişin yarattığı dinginlik. O anda arzu denen duygusal duruma karşı olumsuz fikirlerle dolduğunu hissetti. Arzu insanı yoldan saptıran bir zehirdi; ama aynı zamanda, bir bağımlılıktı da. Arzularımızı tatmin ettikçe daha fazlasına ihtiyaç duyacağımız yorumuna ulaştı: Ne kadar çok elde edersek, o kadar çok isteriz. Ve böylece, tüm şişeyi çöpe döken bir alkolik gibi, Siddhartha da tüm arzularından vazgeçmeye karar verdi.

Elbette bu kolay bir şey değildir ve bir Budistin görevi Sekiz Aşamalı Yol‘u takip etmektir. Ancak bizim yazımız bir Budist öğretiler metni değil ve ilk paragraftaki sorumuzun yanıtı muhtemelen tüm maddi varlıklardan keşişçe bir feragati gerektirmiyor. Ancak Siddhartha’nın gözlemi, dünyanın biz‘lerinin bastırılamaz bir beyaban susuzluğuyla işkence gördüğümüzü ortaya koyuyor.

İlgili konu: Sekiz aşamalı yol

Biz, huzuru bulmak için huzursuzluğun savaşılacak ya da korkulacak bir şey değil, insan deneyiminin doğal bir parçası olduğunu kabul ederek işe başlayabiliriz. Can sıkıntısı ortaya çıktığında hemen yeni dikkat dağıtıcılar aramak yerine, huzursuzlukla beraber yaşamayı ve onun ortaya çıkardığı yeni durumları keşfetmeyi deneyebiliriz. Günümüzde farkındalık kavramı özellikle kişisel gelişim kitaplarında oldukça popülerdir ve bunun nedeni biz‘im yaşadığımız sorunla aynı sorunu ele alıyor gibi görünmesidir. Bu nedenle, farkındalık öğesini geliştirmeye çalışmalı, kendimize yeni ilgi alanları keşfetmek için izin vermeli; ancak bunu dinginlik ve derin düşünme hâlleriyle dengelemeliyiz. Zamanla bu uygulama, “daha fazlası” için duyulan huzursuz arzuyu, zaten şimdi, burada var olanlar için daha derin bir memnuniyet duyma durumuna dönüştürebilir.

Freudyan bakış: Bastırılmış arzu tehlikelidir!

Sanırım hepimiz Siddhartha ile empati kurabiliriz. Bağdaş kurmuş oturan ve yoldan geçenlere gülümseyen nazik bir keşiş karakteri görünce, bir yanımız “İyi birine benziyor.” diye düşünebilir. Ancak arzunun acıya yol açtığı konusunda keşişle hemfikir olsak bile Buddha’nın bize sunduğu çözüm yolu konusunda hemfikir olamayabiliriz.

Pek çok filozof arzudan vazgeçme fikrine karşı çıkmıştır. Örneğin Arthur Schopenhauer bunun imkânsız olduğu, arzularımızdan asla kurtulamayacağımızı söylemiştir. Friedrich Nietzsche ise arzusuz bir yaşamın hastalıktan daha kötü bir tedavi olduğunu, hatta bunun insanlık dışı sayılacağını savunmuştur.

Ancak Sigmund Freud, bu iki noktayı bir potada eritmektedir. Freud, insanların hepsinin her hareketimizi yönlendiren bu açık arzulara sahip olduğu konusunda Buddha ile hemfikirdir. Libido gibi ilkel, hayvani bir enerjiye sahibiz ve bunun yanı sıra çok sayıda arkadaş edinmeyi istemek gibi rasyonel arzularımız da vardır. Ancak Freud, bu arzulardan asla kurtulamayacağımızı, yalnızca onları gizleyebileceğimizi savunarak Buddha’dan ayrılır. Onlar yokmuş gibi davranabilir veya onları derinlere itebiliriz.

Freud hakkında bildiğiniz en iyi şeylerden birisi, onun baskılamanın kötü olduğu görüşüdür. Bir şeyleri içimize gömdüğümüzde, bunlar ileride sağlıksız biçimlerde ortaya çıkacak; iltihaplanacak, büyüyecek, nevrozlar ve akıl hastalıkları şeklinde dışa vuracaklardır.

“Bastırılmış olan genellikle bilinçdışı kalır ve onun yardımıyla sayısız hastalık ve nevroz sürecini açıklayabiliriz.”

Diyelim ki yeni bir şeyle ya da yeni biriyle ilgileniyoruz. Budizm’i deniyor ve arzumuzu yok etmeye çalışıyoruz. Tefekkür ve meditasyon yapıyoruz ve arzumuz kayboluyor gibi görünüyor. Freud, tatmin edilmemiş bu ihtiyacımızın kendisini farklı şekillerde ortaya çıkaracağı konusunda emindir. Bu arzu, ne kadar kaybolmuş gibi görünse de kendisine bir şekilde bir çıkış yolu bulacaktır. Bu çıkış yolu oldukça tatmin edici olabileceği gibi ciddi bir ruhsal bozukluğa da yol açarak kendini açığa vurabilir. Her iki durumda da Freud’un tavsiyesi arzuyu görmezden gelmek yerine onu denetlemek ve çözümlemektir. Bu da elbette psikoterapi ile gerçekleşecektir.

Sonuç

Bir orta yol bulmak için, insan doğasına dair iki temel gözlemi tanımaya çalışacağız. Bunlardan ilki Buddha’nın acının sonsuz arzularımızdan kaynaklandığı anlayışıdır. Onun arzulardan tamamen vazgeçmek üzerine kurulu çözümü pek çok kişiye aşırı gelebilir; ancak bu çözümün temelinde sürekli olarak bir sonraki şeyin peşinden koşmanın bizi devamlı surette tatminsiz bırakacağı gerçeği yatmaktadır. Öte yandan Freud’un teorisi, arzuların, özellikle de ruhumuzun derinliklerine işlemiş olanların kolayca söndürülemeyeceğini kabul ederek konuya farklı bir boyut kazandırır. Bu arzular baskılanırsa kendilerini iç karışıklığa yol açacak tehlikeli biçimlerde dışa vururlar.

Peki biz ne yapacağız? Biz‘e arzularımızın esiri olmadan onları kabul etmemizi öneriyorum. İsteklerimizi inkâr etmek ya da durmaksızın körüklemek yerine, onları tetkik etmeli ve açımlamalıyız. Arzuların nereden geldiğini ve gerçekte ne ifade ettiklerini anlamaya çalışırken Budistlerin bu arzuların hayatlarımıza hükmetmelerine izin vermememiz yönündeki tavsiyesini de göz önünde bulundurmalıyız.

Bu, uygulamada, arzuların daha derindeki köklerini keşfetmek için kendi üzerine düşünme veya terapinin yanı sıra, bilinçli farkındalık uygulamalarını günlük hayata eklemeyi kapsayabilir. Bu, özgürlüğe kavuşmakla ilgilidir; arzuyu tamamen reddetmek veya bastırmak değil, onunla daha bilinçli bir ilişki geliştirmek özgürlüğü…

Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...