Türkler ve İslam
Türk düşünce tarihinin gelişimi içerisinde önemli bir kavşak vazifesi gören İslamiyet’in kabulü meselesi başta tarihçiler olmak üzere birçok araştırmacı tarafından incelenmiştir. Bunlardan biri olan Laszlo Rasonyi’ye göre “Dünya tarihinde, Türklerin İslamiyeti kabulleri kadar başta önemsiz görünen, fakat sonuçları itibarıyla dünya tarihine büyük etki eden başka bir hadise gösterilmez.”
Gerçekten de Türklerin İslamiyet’i kabulü, neticeleri itibariyle sadece Türk ve İslam tarihinin değil, dünya tarihinin de en önemli hadiselerinden biridir. Konunun bu derece büyük bir önem arz etmesi, başta tarihçiler olmak üzere farklı disiplinlerden birçok araştırmacı tarafından, Türklerin İslamiyet’i kabulüyle neticelenen tarihî sürecin siyasi, askeri ve tarihi safhaları ile ilgili muhtelif çalışmalar yapılmasına sebep olmuştur.
Bu çalışmalar, konu hakkında bilinmeyen birçok hususu aydınlığa kavuşturduğu gibi muhtelif tez ve düşüncelerin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Buna bağlı olarak Türklerin İslamiyet’i kabulünde etkili olan sebeplerden, ilk Müslüman Türk devletinin hangisi olduğu meselesine kadar muhtelif konularda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Tali meselelere yoğunlaşan ya da Türklerin İslamiyet’i kabul sürecinin seyri ve neticesi hakkında oluşacak genel kanaate fazla etkisi bulunmayan spesifik tartışmalar bir yana bırakılacak olursa ortaya çıkan görüş farklılıkları içerisinde en dikkat çekicisi, “Türklerin, önceden mensup oldukları inanç sistemi ve hayat tarzıyla büyük bir benzerlik taşıyan İslamiyeti kabulde hiç zorlanmadıkları ve bu yeni dinle tanışmalarından hemen sonra çok hızlı bir şekilde ve toplu olarak İslamiyeti kabul ettikleri” görüşüne karşı “aslında bu sürecin hiç de söylendiği gibi kısa sürede ve kolay olmadığı, hatta Türkler arasında İslamiyetin cebrî bir surette yayıldığı” iddiasıdır.
İnsanlar, dinî inançlarını, düşüncelerini, alışkanlıklarını değiştirebilirler. Ancak bir dini inancı veya bir kültü terk etmek kolay gerçekleşen bir hadise olmadığı gibi bir anda olup biten bir hadise de değildir. Aylar, yıllar, hatta toplumlar ve milletler bazında düşünüldüğünde yüzyıllar alan uzun bir süreçtir. Bu bakımdan hiçbir din, ne ortaya çıktığı anda ne de yayılma sürecinde kolay ve çabuk gelişmiştir.
Söz gelimi İslamiyet’in bile, İslam peygamberiyle aynı dili konuşan, aynı kültür ve medeniyete mensup, aynı iklim ve coğrafyada yaşayan insanlar arasında kısa denilmeyecek bir süre zarfında kabul gördüğü ve yayıldığı tarihi bir vakıadır. Çünkü din değiştirme sürecini etkileyen, hatta belirleyen birçok sosyal, psikolojik, siyasi, kültürel ve hatta ekonomik faktör söz konusudur. Hatta meseleyi fert bazında ele aldığımızda kişisel özelliklerin şekillendirdiği çok yönlü bir muamma şeklinde de görülebilir. Dolayısıyla din değiştirmenin, her ne kadar ilk bakışta teolojik ve psikolojik bir hâl değiştirme olduğu varsayılırsa da genellikle toplumsal bir ortamda ve bir dizi faktörün etkisiyle meydana gelen son derece karmaşık bir değişim süreci olduğu unutulmamalıdır.
Bu durumu daha iyi izah edebilmek için din değiştirmeyi de içine alan kültür, medeniyet ve düşünce değişimlerinin kadîm (eski) ile cedîd (yeni) arasındaki ilişkisinin mahiyetine de işaret etmek yerinde olacaktır. Zira İhsan Fazlıoğlu’nun ifadesiyle “tarihi süreçte, kadim ile cedîd ilişkisi çift yönlüdür. Yani bazen cedîd, kadîme eklenerek sürekliliğini sağlar. Bazen de icad edilen cedîd, mevcud olan kadîmi yerinden eder. Ancak ister icadın mevcuda eklemlenmesi, ister icadın mevcudu yerinden etmesi şeklinde olsun, her iki durumda da cedîdin, kendisine bir yer talep ettiği açıktır. Her iki sürecin, tarihî yapı içerisindeki sonuçlarını tespit etmek her zaman, doğal olarak, nedenlerini tespit etmeyi sağlamaz. Bu durum, nedenlerin son derece karmaşık olduğunu gösterebileceği gibi, malumatımızın eksikliğine, ya da hesaba katılmayan nedenlerin bulunabileceğine işaret eder. Öyle ki maddi, siyasi, dini veya fikri nedenlerin terkibi, bileşenlerini aşan ve unsurlarına indirgenemeyen yeni bir neden olarak karşımıza çıkabilir. Bu gerekçelerle, tarihte sürekli olan ile kırılma yaratan hadiseleri, biraz da bu hadiselere bakarken kullandığımız kavramsal şemalar belirler.”
Bu durum, din değiştirmeye konu olan bütün birey ve toplumlar gibi Türkler için de geçerlidir. Dolayısıyla Türklerin İslamiyet’i kabul süreci ve bu değişimin Türk düşüncesine etkilerini sağlıklı bir şekilde anlayabilmenin yegâne yolunun, iki noktada toplandığını söylemek mümkündür. Bunlardan ilki din değiştirme sürecinin toplumsal bir ortamda ve bir dizi faktörün etkisiyle meydana gelen son derece karmaşık bir değişim süreci olduğunu unutmamak; ikincisi ise kadîm ile cedîd arasındaki ilişkiyi ve cedîdin kadim üzerinde, kadîmin de cedîd üzerindeki etkisini süreç içerisinde iyi konumlandırmaktır. Bu noktada Türklerin İslamiyet’i kabulüyle neticelenen tarihi süreci, sürecin gelişimini etkileyen temel unsurlar çerçevesinde şu şekilde ele almak mümkündür.
Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3998, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2781, ESKİŞEHİR, Şubat 2020. Yazarlar: Prof.Dr. Ahmet TAŞAĞIL, Prof.Dr. Erkan GÖKSU, Prof.Dr. İbrahim ŞİRİN, Doç.Dr. Serhat KÜÇÜK, Prof.Dr. Kemal YAKUT, Dr.Öğr.Üyesi Yaşar SUVEREN, Sayfa: 25-30