Türk Toplumunda Tabakalaşma (Osmanlı Devleti’nin Sosyal Tabakalaşma Sistemi)
İnsanlar biyolojik olduğu kadar sosyal bakımından (ihtiyaç, gelir, giyinme, çalışma, dinlenme, beslenme, barınma, örf ve âdetler vb. açısından) da birbirlerinden farklıdırlar. Dolayısıyla tarihin bütün devirlerinde her toplumun tabakalaşma biçiminde kendine özgü farklılıkları görmek mümkündür. Bu farklılıkların başlıca nedenleri; savaşlar, sosyal hareketler, sanayileşmeden ve kentleşmeden kaynaklanan iç göçler gibi toplumsal yapıyı doğrudan etkileyen olaylar ve olgulardır.
Osmanlı Devleti’nin Sosyal Tabakalaşma Sistemi
XVI. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı devlet ve toplum yapısı incelendiğinde bütün toplum fertlerinin başlıca şu iki kategoriye ayrıldığı görülür: Yönetilenler (reaya) ve yönetenler. Yönetenler de kendi içinde dört gruba ayrılır:
- a) Saray halkı: Padişah ve ailesidir.
- b) Seyfiye: Vezirler, beylerbeyi, sancakbeyleri gibi yönetim görevini üstlenen sınıftır.
- c) Kalemiye: Defterdarlar, nişancılar ve reisülküttaplar olmak üzere devletin yazışma işlerini, maliye ve dışişlerini üstlenen sınıfıdır.
- d) İlmiye: Kazasker, şeyhülislam, müderrisler ve kadılar olmak üzere eğitim, adalet işlerini gerçekleştirirler.
Yönetilen (reaya), heterojen bir kitledir. Sadece tarımsal üretim yapanları değil, şehirli, esnaf ve zanaatkârları da içermektedir. Her ne kadar Osmanlıda toplumsal yapı iki tabakadan oluşsa da Osmanlı Devleti’nde Batılı anlamda sosyal tabakalaşma ve sosyal sınıflar oluşmamıştır. Örneğin reayanın mülkiyet ve miras hakkı herhangi bir hukuki kısıtlamaya tabi değildir. İnsanlar belli bir grubun mensubu olarak kişilik özelliklerine ve yeteneklerine göre diğer gruba geçebilirlerdi. Batı’daki sosyal tabakalaşma ve sosyal sınıfların Osmanlı Devleti’nde görülmemesinin nedeni, İslami toplum ve mülkiyet anlayışıdır. Türk-İslam değer hükümleri toplumda tabakalaşmayı şekillendirmiştir. Yönetenler sınıfına geçebilmek için devlete ve İslam dinine hizmet ile görevinde başarılı olmak gerekli görülmüştür. Örneğin, Enderun’da alınan eğitimden sonra askerî sınıfa girilebilmekte ve genellikle seyfiye içinde en yüksek mevkilere ulaşılabilmekteydi. Ayrıca medrese öğrenimi görmüş, kabiliyetli ve liyakat sahibi kişiler de adalet, eğitim, din ve sivil bürokraside en üst makamlara gelebilmekteydi. Kısaca İslami anlayış toplumda yönetici olanları yönettiklerinden sorumlu tutmuş, bu nedenle yönetici ile yöneten arasındaki ilişki bir baskı (zorbalık) değil bir sorumluluk ilişkisi şeklini almıştır.
Türkiye’de tabakalaşma diğer ülkelerden farklı olarak ortaya çıkmış (şehirleşmenin hızlı sanayileşmenin yavaş olması sebebiyle) alt, orta, üst tabakalar arasında belirgin bir fark ortaya koymak zor olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında üst tabakayı yüksek bürokrat, asker, büyük arazi sahipleri, devlet ricali; orta tabakayı şehirlerdeki küçük devlet memurları ile küçük esnaf, imalatçı; alt tabakayı işsiz, köylü-çiftçi, topraksız yoksul kesim teşkil etmiştir.
Türkiye’nin sosyal yapısında meydana gelen en büyük değişmeler; ekonomik büyüme, sanayileşme hamleleri, eğitime yapılan yatırımlar sonucu olarak köylerden kentlere göçün tesiriyle olmuştur.1950 sonrası meydana gelen sanayileşme ve ekonomik büyüme, köylerden şehirlere göçü hızlandırmıştır.1980’den sonra fabrikalaşma ve sanayileşmedeki yükselişle beraber sendikalı işçilerin kavuştuğu ekonomik imkânlar onları toplumsal tabakalaşma piramidinin ortasına çekmiştir. Sosyal refahı sağlayan bu sınıf, çocuklarını istedikleri yerlerde okutabilme imkânına sahip olmuşlardır. Çocuklar da kazandıkları statülerle ailelerini tabakalaşma piramidinin yukarılarına taşımıştır. Kısaca günümüz Türkiye’sinde insan hak ve özgürlüklerine saygıyı ve korumayı temel alan yasal düzenlemelerle herkese aynı imkân ve fırsatlar verilmekte, böylece tabakalar arasında hareketliliği mümkün kılan açık sınıf tabakalaşması görülmektedir.
Kaynak: MEB HAYAT BOYU ÖĞRENME GENEL MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI AÇIK ÖĞRETİM OKULLARI, Sosyoloji 1 kitabı.