Nagarjuna’nın İçeriksizlik Felsefesi
Nagarjuna’nın amacı, Buda’nın ikinci evre öğretileri doğrultusunda, Sarvastivadin ve Sautrantika’ların görüşlerine yeni bir anlayış getirmekti. Nagarjuna bu yönüyle hem yeni okulun hem de Mayahana Budizm’inin kurucusu olmuştur. Önemli Budist konularını, varoluş ve “Boşluk” eşdeğerliliği bakış açısıyla incelemiştir. Böylece “Orta Yol” öğretilerinin temellerini atmış, buna da şu sekiz kavramı reddederek başlamıştır:
Ölmeyen, oluşmayan, terk etmeyen, devam etmeyen, birlik olmayan, yalnız olmayan, görselleşmeyen, yok olmayan Sarvastivadin’ler ve Sautrantika’lar, Nagarjuna’nın görüşlerini aşırı tutucu bulduklarından benimsemezler. Örneğin Sarvastivadin’lere göre sonsuzluk vardır, Sautrantika’lara göre ise sonsuzluk kavramı yoktur. Bu her iki okul da görüşlerinden dolayı Buda’nın esas öğreti mantığından uzaklaşmıştır. Buda’nın görüşü şu kısa cümleyle açıklanabilir: “Ben sadece bir tek şeyi öğretirim: Acı ve acının yok edilmesi.”
Nagarjuna’ya göre, bilgisizlik acının kaynağıdır ve acıdan kurtulmak için bilgisizliği en aza indirmek gerekmektedir. Onun görüşleri tamamiyle pratik yarar sağlayan, mantıklı, güvenilir bilgiler ortaya koyar. Nagarjuna görüşlerinin tümü Prajnaparamita (Mahayana) metinlerinde yer almaktadır.
İçeriksizlik kavramına gelince, Nagarjuna tüm fanilik olgularını, en ince ayrıntısına kadar incelemiştir. Olguların, var olup yok olabildikleri için içeriksiz olup olmadıklarını sorgulamıştır. Acılardan kurtulmanın “Dört Yüce Gerçek ve Sekiz Aşamalı Yol” ile mümkün olduğunu vurgulamış ve bu nedenle, var oluş ile ölümün anlamsız olduğunu belirtmiştir. Ona göre olgular içeriksiz olmasaydı, hiç gelişemez, her şey durağan, değişmez, oldukça donuk olurdu. Nesneler de hareketsiz olurlardı. Sonuç olarak, Nagarjuna nesnelerin belirli bir yerde bulunmadıklarını ortaya koymuştur.
Örneğin bir ağaç; dal, gövde, kök, yapraklar, beslenme, rüzgâr, yağmur, güneş ışığı gibi farklı etmenlere bağlıdır. Tüm evren de tıpkı bir ağaç gibi başka etmenlerden bağımsız değildir. Eğer ağaç, bu etmenlerden bağımsız olsaydı yetişemez, gelişemezdi ve var oluş – ölüm döngüsüne bağımlı olmaz, ölümsüz olurdu.
Nesnelerin tek başına içeriği yoktur, birtakım etmenlere bağımlı olduklarından hiçbir zaman tek başlarına var olamazlar. “Kendi başına var olma” ya da “kendin olma” kavramları Hint felsefesinde bilim olarak incelenmiştir. Hiçbir desteğe ihtiyacı olmadan, tek başına var olmak demektir. Nagarjuna, bu görüşü reddeder, çünkü ona göre her şey bir etmene, kurala bağlıdır. Nagarjuna’ya göre evren sürekli var olmaz. Nesnelerin farklı farklı şekilleri yoktur, aynı şekilde devam ederler. Fanilik ve ölüm bağımlılık ve anlamsızlıktır:
Fanilik ve ölümsüzlük sana hoş gelebilir. Ancak gördüğün sadece yanılsamadan ibarettir. Fanîlik ve ölümsüzlük ile ilgili bu farklı iki görüşe göre ise oluşum evresindeki her şey özünde kalıcılığa sahip olmadığından ne sürer (sonsuzluk), ne de sonlanır (yok oluş), ne bir’dir (monizm), ne de çokluktur (pluralizm).
Nagarjuna öze ilişkin, var oluş ve ölüm kavramlarını hayal ve sihirle de bağdaştırmıştır. Buna göre boşluk bağımsız, serbest, gerçekliğin olmamasıdır. Nesnelerin, varlıkların içini dolduramamaktadır. Nasıl ki denizdeki dalgalar susuz var olamazsa, var oluş ve ölüm olguları da bir serap gibidir, var olduklarını sanırız, fakat yokturlar. Olgular sonsuz değildir. Yok olmak için boşlukta var olacakları için boşluktan gelmezler. Zaten bunlar boşluğun temelleridir, bu nedenle ne var, ne de yokturlar. Bu tespitin sonunda Nagarjuna, Mūlamadkyamakakārikā’nın cümlelerinden alıntıyla bir dörtlük yazmıştır. Bu dörtlük Samsar ve Nirvana kavramları arasında hiçbir fark olmadığını anlatmaktadır:
Samsar’ı Nirvana’dan, Nirvana’yı Samsar’dan ayıran hiçbir şey yoktur. Nirvana’nın sınırı Samsar’ın sınırıyla aynıdır. Bu ikisi arasında en ince bir fark dahi bulunmaz.
Kurtuluş bakımından ise mutlak var oluş dünyasının oluşumu ve belirsiz Nirvana kavramı arasında da fark yoktur. Boşluk kurtuluş demektir.
“Boşluk” kavramı, Nagarjuna’nın merkezi bir unsuru olarak farklı katmanları uzlaştırma işlevine sahiptir. Ayrıca bu kavram, dil ve düşünce gibi var olan gerçekçilik algılarının kayıtsızlaşmışlık durumlarını değiştirip, göreceleştirmeye yaramaktadır. Böylelikle bazı temelli varsayımlar ortadan kaldırılır, bunların yerine daha derin bilgi ve buna bağlı olarak “Boşluk Deneyimi” geçer. Donuklaşmış ve kalıplaşmış düşünce ve kanaatler, bu boşluk deneyimi sayesinde artık bir uç görüşe saplanıp kalmamaktadır. Örneğin; “Kendin Olmak” “Yabancı Olmak”, “Özgünlük” ve “Farklılık”. Böylece bütün kavramlar kırılıp yerini düşüncenin kavrayıcı ve kalıcı özüne bırakır. Nagarjuna, kavramsal açılım kavramı ile özellikle bu düşünme biçimini, sakinleştirici ve buna bağlı olarak bütün saplantıları çözümleyici şekilde karşılar.
Kurtuluş, Karma’ların ve bağımlılıkların ortadan kaldırılmasıyla olmaktadır. Karma ve bağımlılık farklı beklentilerden, beklentiler soyut nesnelerden meydana gelir. Ancak bu soyut nesneler boşlukta kaybolur. Nagarjuna çoğu kez evrenin ardındaki gerçeklikle boşluğun karıştırılmaması gerektiğini vurgulamıştır:
Nagarjuna, “Boşluk” kavramını asla diğer kuramları çürütmek, değiştirmek için ortaya atmamıştır. Bu nedenle onu bir kuram olarak nitelendirmez. „Boşluk“ kavramıyla hedeflediği amaç; ruhu rahatlatmak, sakinleştirmek ve dünyaya derin bir pencereden bakmayı sağlamaktı.
Kişi, aynı anda hem var hem yok diyemez. Bunun ikisi birbirinden çok farklıdır. Amaç çok bilmek, ama az konuşmaktır.