Abelardus’un Tümeller Tartışmasındaki Yeri ve Bilgi İlişkisi
Abelardus’un yaşadığı dönem olan on ikinci yüzyılda tümeller sorunu üzerinde duran pek çok filozof bulunmaktaydı. Abelardus’un öğretmenlerinden olan ve daha sonra Anselmus tarafından sapkınlıkla suçlanarak hüküm giyen Roscelinus (1050-1123), adcıların (nominalist) öncüsü konumundaydı.
Elimizde onun yazmış olduğunu dolaylı yollardan bildiğimiz eserlerinden bir teki bile bulunmamaktadır. Ioannes Salisburiensis’in daha sonra bize aktardığına göre Roscelinus, tümellerin gerçekten var olmadıklarını; ancak onların söze dökülmüş kelimeler olduklarını düşünmekteydi. Seslerin tümelle özdeş olduğunu düşünen Roscelinus’a göre gerçekten var olan biricik şeyler, bireysel olanlardı. Tümeller, basit sözlerden ibaretti; birer Flatus vocis’ti, yani, bir insanı n bir şey dile getirmek isterken ağzından çıkıp havada uçuşan bir şey.
Abelardus, temel olarak her şeyin tikel olduğunu düşünmekteydi. Esasında metafiziğinin de kalkış noktası buydu. Bilindiği gibi bu, Aristoteles’in Kategoriler ve Porphyrios’un Isagoge’de ileri sürdükleri bir anlayıştır. Yukarıda ele alındığı gibi Porphyrios’un Isagoge’de sormuş olduğu sorular aracılığıyla belirginlik kazanan tümel, tözsel bir yapıdadır (insan gibi) ; bazen de tümel, bu tartışmalar içinde özellik veya ilinek olarak (beyazlık gibi) ortaya çıkmıştır. Abelardus’un Aristoteles okumalarında belirginlik kazanan yaklaşımından yola çıkacak olursak tümellerin şeyler olmadıklarını anlarız. Logica Ingredientibus’ta Abelardus, tümellerin sesler (voces) olduklarını ileri sürmektedir (Marenbon, 2007: 27-28).
Bunu yaparken de Roscelinus’u takip eder. Bununla birlikte o, tümellerin sadece kelimeler olmadıklarını, onların anlamlarının da olduğunu düşünmektedir. Bu yüzden de Abelardus’a basit bir şekilde vocalist, yani tümellerin sadece seslerden ibaret olduğunu düşünen biri demek doğru olmaz. Ona göre tümeller voces (ses) değil; fakat sermones yani birer im gibi işlevi olan adlardır. Tam da bu yüzden her adın işaret ettiği bir nesne vardır ve hiç kimse bu adları keyfi bir şekilde nesnelerle ilişkilendirerek yargı oluşturamaz. Söz gelimi hiç kimse “İnsan bir arabadır.” ifadesini kullanamaz. Bu cümle gramer olarak doğru gibi gözükse de kelimelerin anlamını çarpıtacak bir içeriktedir (Marenbon, 2007: 63-64). Ad ile nesne arasındaki bu sıkı bağdan dolayı sesin bir soyut kavrayışı kapsaması doğaldır ve bu yüzden ona nomen veya sermo (ad) denmektedir. Dolayısıyla ad, hakkında düşünülen bir gerçekliğin ifadesidir: nomen est vox significativa. (Wulf, 1951: 197).
Abelardus’a göre doğada ikili bir ayrımdan söz edebiliriz. Bunlardan ilki duyular, diğeri de anlama gücü diyebileceğimiz ve soyutlama yapan yeti. Klasik anlayışa göre duyular bedeni kullanmaktadır ve nesneleri de duyulanabilir fizik nesnelerdir. Akıl ise en temel görevini yani soyutlama gücünü yerine getirir ve bunun için de hiçbir şekilde bedene gereksinim duymaz. Abelardus’a göre aklın oluşturduğu iki tip kavrayış vardır. Bunlardan biri bulanık ve geneldir, herhangi bir tikel varoluşu göstermez: “insan” gibi. Diğer türden kavrayışlar ise belli bir tikeli işaret eder ve özel isimlerle adlandırılırlar: “Sokrates” gibi (Maurer, 1982: 65).
Tümel sözcükler, akılda bir düşünce ve aynı zamanda bir zihinsel imge üretirler. Bu akılsal imgeler, karmaşık ve genel kavrayışlardır. Söz gelimi “insan” sözcüğü bütün insanlarda ortak olarak bulunan ve hiçbir şekilde bir tikelliği işaret etmeyen genel bir kavrayıştır. Abelardus, bu ortak kavrayışların tümel sözcüklerin işaret ettikleri şeyler olduğunu söylemektedir (Marenbon, 2007: 488). Daha sonraları pek çok filozofun benimseyeceği gibi Abelardus, genel kavramların soyutlama aracı lığıyla inşa edildiklerini ileri sürer. Ona göre soyutlama, herhangi bir şeyin belli bir özelliği dışındaki tüm özelliklerini görmezden gelerek sadece o özellik üzerine odaklanmaktır. Söz gelimi bir elmanın yuvarlaklığı, yumuşaklığı, lezzeti gibi bütün özelliklerini görmezden gelerek sadece kırmızılığı üzerine düşünmek, o elmadaki bir özelliğin soyutlanması anlamına gelmektedir. Bu şekilde düşünecek olursak, bireysel varoluşların bile belli bir tarzda soyutlama aracılığıyla biçimlendiğini ileri sürmek mümkün olacaktır.
Sonuç olarak, Abelardus kendi tümel öğretisini Porphyrios’un sorularını cevaplandırarak şu şekilde özetleme yoluna gider:
– Cinsler ve türler var mıdır? Abelardus’a göre tümeller, kavramlar olarak sadece zihnimizde bulunmaktadırlar. Bununla birlikte gerçek şeyleri imlerler. Aslına bakılacak olursa tümeller, her ne kadar karmaşık ve belirsiz bir şekilde olsalar da tikel kavrayışlar tarafından temsil edilen aynı bireyselleri imlerler.
– Tümeller cisimsel midir yoksa cisimsiz midir? Tümeller sözcükler olarak kaldıkları sürece cisimsel ve duyulanabilirlerdir; ancak birbirine benzeyen pek çok bireyseli imleme yetenekleri yüzünden de cisimsizlerdir.
– Tümeller duyulanabilir şeylerde mi yoksa onların dışında mı vardır? Anselmus’un bu soruya verdiği cevap şöyledir: Tümeller, duyulanabilir şeylerin formlarını imledikleri sürece şeylerin içinde var olurlar; ancak soyut kavramları imlediklerinde, tıpkı ilahi akıldakiler gibi, duyulanabilir dünyanın ötesinde yer alırlar. Dolayısıyla hem Platon hem de Aristoteles haklıydılar: Aristoteles haklıydı; çünkü tümellerin duyulanabilir şeylerde bulunduğunu iddia etmişti, Platon haklıydı; çünkü tümellerin duyulanabilir dünyadan bağımsız bir şekilde var olduğunu ileri sürmüştü.
– Abelardus’un bizzat kendisi dördüncü bir soru üretti: Eğer (tek) bir tümel tarafından imlenen bireysellerin tümü ortadan kalksaydı, tümel anlamını devam ettirir miydi? Gül, herhangi bir (bireysel) gül olmasaydı gene de gül olarak kalır mıydı? Abelardus bu soruya şu şekilde cevap verir: Bu durumda tümel, bir tümel olarak karakterini kaybeder; zira pek çok bireysele yüklem olma durumu artık yoktur. Ancak gene de zihnimizdeki anlamını devam ettirecektir; çünkü “Gül yoktur.” demek bile hâlâ bir anlam taşıyacaktır” (Maurer, 1982: 67-68).
Abelardus’un bilmenin kendisi ile bilme ediminin yöneldiği fizik nesneler dünyası arasında kurmuş olduğu bağlantılar, onun tümeller tartışması içinde belli bir yerde durmadığını göstermektedir. Bazı felsefe tarihçileri onu gerçekçi olarak yorumlarken bazıları da adcı çizgiye oturtmaktadırlar.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı