Felsefe hakkında her şey…

Türklerin İslam ile karşılaşmaları

14.09.2023
315

Din değiştirme süreci üzerinde etkili olan bir diğer unsur da “davetçi”lerle yeni dinle temas eden topluluğun karşılaşma anıdır.

İki toplum arasında önceden beri devam eden bir ilişki mevcut olsa bile, yeni dinin sunulma anındaki vaziyet ve şartlar, özellikle yeni dinle karşılaşan toplum için son derece önemlidir. Söz gelimi bir toplumun, siyasi gücünün zirvesinde bulunduğu bir zamanda yeni bir dinle karşılaştığı sırada sergilediği tutum ve davranışlarla, aynı toplumun siyasi gücünü kaybettiği, sosyal ve ekonomik buhranlar yaşadığı bir dönemde karşılaştığı anda sergilediği tutum ve davranışlar aynı değildir.

Bu çerçevede Türklerle Araplar arasındaki ilk temaslara ilişkin Cahiliye dönemi ve İslamiyet’in ilk yıllarına kadar giden bazı bilgiler mevcut olsa da asıl ilk “karşılaşma”nın Hz. Ömer (634-644) ve Hz. Osman (644-656) dönemlerinde gerçekleştiği söylenebilir.

Kafkasya ve özellikle Maveraünnehir’de meydana gelen bu ilk temaslar, Emevîler (661-750) döneminde artarak devam etti. Özellikle Emevîlerin Horasan valisi Ubeydullâh bin Ziyâd’ın 673 senesinde Ceyhun (Amuderya) Nehrini geçerek Maveraünnehir’e girmesiyle, Türklerin İslamiyetle “tanışma” dönemi başladı. Bu sırada Maveraünnehir’deki Göktürk hâkimiyeti zayıflamış, bölgede siyasi kargaşa ve otorite boşluğu baş göstermişti.

Maveraünnehir, muhtelif mahalli idarecilerin ve küçük şehir devletlerinin hâkimiyetinde bulunuyordu. Bunların yanı sıra Kuzey Azerbaycan ve Dağıstan’da Hazarlar, Cürcân’da Sul Türkleri (Sûlîler), Sistân’da Eftalitler ve Halaçlar, Bâdgis’te Nizek Tarhan, Toharistân’da ise Karluklara mensup bir Yabgu hüküm sürmekteydi. Bunların her biri Sâsânîlerin yıkılması ve Göktürk nüfuzunun zayıflamasından sonra bağımsız hareket etmeye başlamışlardı.

Türklerin İslamiyet ile karşılaşma zamanı, siyasi kargaşa ve otorite boşluğunun, buna bağlı olarak da sosyal ve ekonomik sıkıntıların yaşandığı bir döneme denk gelmişti.

Din değiştirme sürecinin en önemli unsuru, yeni dinin sunulma şeklidir. Hatta özellikle ilk temas sırasında yeni dinin içeriğinden çok sunulma şeklinin daha ön planda olduğu söylenebilir. Bu bakımdan yeni dini sunan toplumla, yeni dinle karşılaşan toplum arasındaki karşılaşma, tanışma ve karşılıklı ilişkilerin, bilhassa yeni dinin sunulma şeklinin din değiştirme sürecinin tamamını etkileyen en önemli unsur olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla Türklerin İslam dinini kabul sürecinde Araplarla girmiş oldukları münasebetler ve bu münasebetlerin mahiyetinin çok iyi tahlil edilmesi gerekir.

Türklerin İslamiyetle ilk karşılaşma ve tanışma süreci, Emevîlerin Maveraünnehir ve Türkistan’a yani Türk ülkelerine girmeleriyle başladı. Ubeydullâh bin Ziyâd’ın 673 senesindeki ilk akınından Emevîlerin yıkılışına (750) kadar devam eden bu süreç, Kuteybe bin Müslim’in bazı icraatı ve Ömer bin Abdülaziz’in sadece üç yıl süren (717-720) hilafeti dönemi haricinde “kötü bir tanışma” evresi niteliğindeydi.

Gerçekten de Emevîler, başta Ehl-i Beyt ve Hâşimîler olmak üzere Emevî iktidarını kabul etmeyen Müslümanlara hatta Emevî ailesine mensup olmayan bütün Araplara karşı çok şedîd ve adaletsiz bir yaklaşım sergilemişlerdir. Bu yaklaşım tarzı, sonradan İslamiyeti kabul eden İranlı, Türk vs. Müslümanlar için de geçerlidir. Dolayısıyla Emevî fetihleri, gerçek manada bir İslam fütuhatı olmaktan daha ziyade bir Arap harekâtına dönüşmüştü. Ele geçirilen her bölgede büyük katliam ve yağma yapılıyor, bölge halkına türlü zulümler reva görülürken onlara İslamı tebliğ konusunda herhangi bir gayret gösterilmiyordu. Bu menfi yaklaşıma rağmen İslamiyeti kabul edenler ikinci sınıf muamelesi görüyor, mevlâ (çoğulu: mevâlî) yani köle olarak değerlendiriliyordu. Mevâlî, Gayrimüslim hukukuna tabi tutuluyor, Müslüman olsalar dahi Gayrimüslimlerden alınan vergileri vermeye devam ediyorlardı.

Emevîler bu politikayı diğer bölgelerde olduğu gibi Horasan ve Maveraünnehir’de de uyguladılar. Bir yandan askeri harekâtın şiddeti diğer yandan ise bu tür kötü muameleler, bölge halkı arasında Emevîlere karşı büyük bir tepkinin doğmasına sebep oldu. Çünkü bölge halkı Arap fatihleri, yeni bir dini yani İslamiyeti tebliğ eden bir İslam ordusu olarak değil, ülkelerini zapt eden, canlarına ve mallarına kasteden şedîd istilacılar olarak tanımıştı. Bu yüzden başta Kabac Hatun olmak üzere bölge halkı, doğrudan doğruya İslam’a karşı değil, bölgeyi işgal ederek mâl ve ganimet elde etmekten başka bir şey düşünmeyen, bunu da en şedîd şekilde uygulayan Emevî-Arap ordularına her defasında karşı koymuşlardı, ancak başarılı olamayınca zahiri itaat gösterilerinde bulunarak ilk fırsatta tekrar mücadeleye devam etmişlerdi.

Bu durum 704 senesinde Kuteybe bin Müslim’in Horasan valisi atanmasıyla kısmen değişti. Esasen Kuteybe’de önceki Horasan valilerini aratmayacaktı. Hatta onlardan daha şedîd bir politika izlemekle birlikte seleflerinden farklı olarak, Emevî hâkimiyetinin Buhara’da kalıcı olması ve İslamiyetin bölgede yayılmasını hedeflemişti. Bu yüzden Buhara’yı yeniden ele geçirdikten sonra kendisinden önceki Horasan emirleri gibi hemen bölgeden ayrılmadı. Bir yandan yaptığı bazı düzenlemelerle bölgedeki Emevî hâkimiyetini sağlamlaştırmaya çalışırken, diğer yandan da Buharalılar arasında İslamiyetin yayılması için çaba sarf etti. Zira bölge halkı o döneme kadar gerek mantığı, gerekse harekât tarzı bakımından İslami fetih politikasından uzak olan ganimet amaçlı şedîd bir Arap istilasına şahit olmuşlar, bu yapı içerisinde İslamın gerçek yüzünü görememişlerdi. Bu yüzden Kuteybe’den önce de olduğu gibi zahiren İslamiyeti kabul etmiş gibi görünseler de aslında eski dinlerine inanmaya devam etmekte ve ülkelerini Arap işgalinden kurtarmak için fırsat beklemektedirler.

Kuteybe’nin bölgede yaptığı işlerden biri de Cuma Mescidinin (Mescid-i Câmi’) inşası oldu. 712-713 senesinde inşa edilen mescidin faaliyet göstermeye başlamasından sonra halk Cuma Mescidine davet edilerek Cuma namazlarına gelenlere adam başı iki dirhem dağıtıldı. Böylece Buharalıların Cuma namazlarına gelmelerini, bu vesile ile kalplerinin İslamiyete ısınmasını hedeflemişti. Daha sonra Cuma Mescidinin yanında bulunan alana bir de Bayram Namâzgâhı inşa edildi.

Mescidin inşası ile Ubeydullah’ın 643 yılındaki ilk akınlarından beri Buhara’da ilk defa ezan sesleri duyulmaya başlamıştı. Ancak Kuteybe’nin halkı mescide getirmek için başvurduğu yöntem, kısmen başarılı olabildi. Zira şehrin fakirleri dağıtılan iki dirhemi almak için Cuma namazlarına gitseler de bunların bir kısmının mecburiyet, daha büyük bir kısmının ise dağıtılan para için mescide gittikleri ortadaydı. Bununla beraber söz konusu mescidin yapılması, bölge halkının İslamiyet hakkında bilgi edinmesi, isteyenlerin dini eğitim almasına ortam hazırlaması bakımından önemli bir gelişmeydi. Diğer yandan yapılan bu mescid ve bayram namâzgâhı, Buharadaki İslam hâkimiyetinin bir göstergesi olup bölge halkından İslamiyeti kabul edeceklere eski dindaşlarının baskısına karşı güven ve cesaret veriyordu.

Fakat bunlar yeterli değildi. Üstelik genel Emevî politikasında köklü bir değişiklik de yoktu. Bu konuda en önemli adım Ömer bin Abdülaziz (717-720) tarafından atıldı. Emevî halifeleri arasında seçkin bir yeri alan Ömer bin Abdülaziz, hilâfet makamına gelince faaliyetlerini tasvip etmediği, yolsuzluğa ya da zulme karışan idarecileri görevden aldı. O, devlet yönetiminde ve fetih harekâtında önceki halifelerden farklı bir siyaset takip etmekte kararlıydı. İlk iş olarak Maveraünnehir ve Türkistan’da ganimet elde etmek amacıyla yapılan fetihleri durdurdu. Bölge halkını küçük düşürücü, Müslümanlardan nefret ettiren haksız muamelelere ve vergilere son verdi. Cerrah bin Abdullah’a gönderdiği mektupta da İslamiyeti kabul edenlerden alınan cizye ve haracı kaldırmasını istedi. Diğer yandan Maveraünnehir’deki çeşitli hükümdarları İslam’a davet eden mektuplar yazdı. Takip edilen yeni siyaset kısa sürede meyvelerini verdi ve Maveraünnehir halkı yavaş yavaş İslam’a girmeye başladı.

Ömer bin Abdülaziz’in bu politikaları, onun ölümünden (720) sonra sürdürülemedi. Ondan sonra gelen Emevî halifelerinin yanlış politikalarına, sık sık değişen bölge valilerinin başarısızlıkları eklenince, Emevîlerin Maveraünnehir’deki siyasi hâkimiyetleri sarsıldı. Yerel yöneticiler, Müslüman Arap egemenliğinden ve onların takip ettiği politikalardan kurtulmak için Çin İmparatoru’ndan ya da komşu Türk beyliklerinden yardım istemeye başladılar. Türgeş Hakanı Sulu’nun Müslümanları Seyhun nehrinin ötesinden geri çekilmeye mecbur etmesi, Maveraünnehir bölgesinde Araplardan kurtulma zamanının geldiği kanaatini doğurdu.

Bölgedeki Emevî karşıtlığı, onlara karşı faaliyet yürüten Abbâsî propagandistlerinin işini kolaylaştırdı ve önce bölgenin Emevî kontrolünden çıkmasına, daha sonra ise Emevî Devleti’nin yıkılarak yerine Abbâsî Devleti’nin kurulmasına yol açtı.

Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3998, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2781, ESKİŞEHİR, Şubat 2020. Yazarlar: Prof.Dr. Ahmet TAŞAĞIL, Prof.Dr. Erkan GÖKSU, Prof.Dr. İbrahim ŞİRİN, Doç.Dr. Serhat KÜÇÜK, Prof.Dr. Kemal YAKUT, Dr.Öğr.Üyesi Yaşar SUVEREN, Sayfa: 32-34

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...