Kamusal İşler Olarak Siyaset
Bu yaklaşım siyasetin insanlar arasındaki en önemli faaliyet biçimi olduğu kabulüne dayanır. Buna göre siyaset, özgür ve eşit bireyler arasında, iyi toplumu oluşturmaya yönelik karşılıklı etkileşimleri içeren ve özünde kamusal erdeme dayanan bir faaliyettir.
Özünde insanın toplumsal bir varlık olmasına dayanır ve bireyin erdemli bir yurttaş hâline gelmesi sürecinin en üst düzeydeki faaliyetidir. Siyaset, insanın kendi bireysel sınırları dışına taşıp, kamusala dair söz, fikir ve eylem üretmesidir.
Aristoteles, Rousseau ve daha güncel olarak da Hannah Arendt gibi siyaset düşünürleri tarafından dile getirilen bu yaklaşım, yukarıda ele alınan hükûmet etme merkezli yaklaşıma, siyaseti devlet eylemine indirgediği için muhalefet eder.
Buna karşılık siyaset, iyi toplum ancak siyasi bir toplum olarak var olabilir ve siyaset de insanların bu amaca yönelik olarak gerçekleştirdikleri kamusal eylemlerin bütünüdür. İnsanlar arası ilişkiler “iyi toplum” vizyonu çerçevesinde yürütüldüğünde ve örgütlendiğinde siyasal bir düzeye çıkılmış olur. Bu düzeye erişmek için illa da devlet ve hükûmet düzeyine ulaşmak şart değildir. Kamusal olanı düzenlemeye yönelik her eylem siyasal niteliktedir.
Bu yaklaşımla ilgili tartışma kamusal olanla özel olanın sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği ile ilgilidir. Topluluk hayatını kolektif olarak örgütleyen devlet kurumları kamusal alanın içindedir, fakat kamusal alan bununla sınırlı değildir. Herkese, kamuya açık, aleni faaliyete dayanan ve şahsi işlerin ötesinde meselelerin tartışıldığı, örgütlendiği ve bu doğrultuda faaliyet gösterilen her alan da kamusal alana dâhildir ve bu anlamda siyasal nitelik taşır.
Dernekler, kulüpler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar vesaire bir bütün olarak kamusal alanı oluştururlar ve bu nedenle de siyasal olanın sınırları içerisine girerler. Şahsi olmayan her şey siyasal olabilir. Buna göre sivil toplum kavramı altında ifade edilen insan ilişkileri alanları da niteliklerine göre kamusal ve siyasal nitelik kazanabilirler. Örneğin, Türkiye’de son dönelerde gündeme gelen bir mevzu üzerinden örnek vermek gerekirse, futbol taraftarlığı, her ne kadar özel bir zevk olarak algılansa da, gayet siyasal bir karaktere bürünebilir.
Bu yaklaşımın, her ne kadar siyasal olanın alanını genişlettiyse de yine de ortaya dar bir tanım sunduğu iddia edilmiştir. Bu iddiayı en güçlü şekilde ortaya atanlar hiç şüphesiz ki feministler olmuştur. Feministlere göre siyaset, devlet-toplum, kamusal-özel arasında çizilen sınırlara göre tarif edilemez, zira şahsi, özel olan da siyasal karakterdedir. Feministler, siyaseti devlet veya kamu düzeyine yerleştiren, diğer her şeyi de özel statüsü altına sokan yaklaşımların hepsine, aile, kadın-erkek ilişkileri gibi özel alanda oldukları varsayılan ilişkilerin taşıdıkları iktidar boyutunu görmezden geldikleri, bunları görünmez kıldıkları için muhalefet eder.
Buna göre hem aile hem kadın erkek ilişkileri hem de toplumsal hayatın daha geniş çeperleri erkek-egemen bir bakış açısıyla kurulmuştur ve bu kurulum içerisinde kadınlar ikincil ve tâbi kılınmışlardır. Devlet ve hükûmet alanına girmiyor diye bu türden tabiiyet ve iktidar ilişkilerini görmezden gelmek ve bunları siyaset dışı, özel alana özgü sorunlar olarak görmek yanlıştır. Özel ve toplumsal olan da güç ve iktidar ilişkileri ile kurulmuştur ve bu nedenle de siyasetin, yani bu güç ve iktidar ilişkilerinin ortadan kaldırılmasını öneren iyi bir toplum vizyonuna yönelik eylem ve örgütlenmelerin konusudurlar.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım