Felsefe hakkında her şey…

Totalitarizm

16.03.2024
114
Totalitarizm

Totalitarizm, teorik olarak hiçbir bireysel özgürlüğe izin vermeyen ve bireysel yaşamın tüm yönlerini devletin otoritesine tabi kılmayı amaçlayan yönetim biçimidir.

Totalitarizm; demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulduğu, bütün yetkilerin bir elde veya küçük bir yönetici grubunun elinde toplandığı demokratik olmayan devlet düzenidir.

İtalyan diktatör Benito Mussolini, 1920’lerin başında İtalya’nın yeni faşist devletini tanımlamak için totalitario terimini icat etmiş ve bu terimi “her şey devlette, hiçbir şey devlet dışında değil, hiç kimse devlete karşı değil” şeklinde tanımlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında totaliter sözcüğü; mutlak ve baskıcı tek parti yönetimiyle eş anlamlı hâle gelmişti.

“Totalitarizm” terimi 1920’ler ve 1930’lardaki faşist döneme dayanmaktadır ve ilk olarak Giovanni Gentile de dâhil olmak üzere İtalyan faşist teorisyenler tarafından kullanılmış ve yaygınlaştırılmıştır. Giderek sadece aşırı sağın aşırı ütopik diktatörlüklerini değil, aynı zamanda komünist rejimleri, özellikle de Joseph Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği‘ni de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bir yönetim kavramı olarak en yaygın kullanıldığı dönem olan 1940’lar ve 1950’lerdeki Soğuk Savaş düşüncesiyle hala sıklıkla ilişkilendirilse de felsefi çıkarımları o dönemin siyasi korkularını ve retoriğini aşmaktadır.

Totaliter devletlerin modern örnekleri arasında Joseph Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nin yanı sıra Adolf Hitler yönetimindeki Nazi Almanya’sı, Mao Zedong yönetimindeki Çin Halk Cumhuriyeti ve Kim hanedanlığı yönetimindeki Kuzey Kore sayılabilir.

En geniş anlamıyla totalitarizm, zorlama ve baskı yoluyla bireysel yaşamın tüm yönlerini kontrol etmeye ve yönlendirmeye çalışan güçlü merkezi yönetimle karakterize edilir. Bu tür merkezi totaliter yönetimin tarihsel örnekleri arasında Hindistan’ın Mauryan hanedanlığı (MÖ 321-185), Çin’in Qin hanedanlığı (MÖ 221-207) ve Zulu şefi Shaka’nın hükümdarlığı (yaklaşık 1816-1828) sayılabilir. Nazi Almanyası (1933-45) ve Stalin dönemindeki Sovyetler Birliği (1924-53), devlet üzerindeki hâkimiyetin ezici bir halk desteğiyle sağlandığı ademi merkeziyetçi ya da popüler totalitarizmin ilk örnekleridir. Buradaki halk desteği kendiliğinden oluşmamıştır. Bunun ortaya çıkabilmesi karizmatik liderliğe bağlıdır ve ancak iletişim ve ulaşımdaki modern gelişmeler sayesinde mümkün olmuştur.

Totalitarizm diktatörlük, despotizm veya tiranlıktan, genellikle tüm siyasi kurumların yerine yenilerini getirmesi ve tüm yasal, sosyal ve siyasi gelenekleri ortadan kaldırmasıyla ayrılır. Totaliter devlet, sanayileşme ya da yayılma gibi özel hedefleri, diğer tüm hedefleri dışlayarak takip eder. Tüm kaynaklar, bedeli ne olursa olsun, bu hedefe ulaşmaya yönlendirilir. Hedefi daha da ileriye götürebilecek her şey desteklenir; hedefi sekteye uğratabilecek her şey reddedilir. Bu saplantı, her şeyi hedef açısından açıklayan, ortaya çıkabilecek tüm engelleri ve devletle mücadele edebilecek tüm güçleri rasyonalize eden bir ideoloji doğurur. Sonuçta ortaya çıkan halk desteği, devlete herhangi bir yönetim biçimi içindeki en geniş hareket alanını sağlar. Her türlü muhalefet kötü olarak damgalanır ve iç siyasi farklılıklara izin verilmez. Hedefe ulaşmak totaliter devletin tek ideolojik dayanağı olduğundan, hedefe ulaşıldığı asla kabul edilemez.

Adolf Hitler Kroll Opera Binası'nda açılış konuşması yapıyor, Berlin, 1939.

Adolf Hitler Kroll Opera Binası’nda açılış konuşması yapıyor, Berlin, 1939.

Totaliter yönetim altında geleneksel toplumsal kurum ve kuruluşların cesareti kırılır ve bunlar baskı altına alınır. Böylece sosyal doku zayıflatılır ve insanlar tek ve birleşik bir hareketin içine çekilmeye daha yatkın hâle gelir. Totalitarizm meşru kamu kuruluşlarına katılımı önce teşvik eder, sonra da zorunlu hale getirir. Eski dinî ve sosyal bağların yerini devlete ve onun ideolojisine yönelik yapay bağlar alır. Çoğulculuk ve bireycilik azaldıkça, insanların çoğu totaliter devletin ideolojisini benimser. Bireyler arasındaki sonsuz çeşitlilik ortadan kalkar ve bunun yerini devlet tarafından teşvik edilen inanç ve davranışlara kitlesel bir uyum (ya da en azından rıza) alır.

Totalitarizm altında geniş çaplı örgütlü şiddete izin verilebilir ve bu şiddet bazen gerekli hâle getirilerek devlet ideolojisine ve devletin amaçlarına bağlılıkla gerekçelendirilir. Nazi Almanya’sında ve Stalin’in Sovyetler Birliği’nde, sırasıyla Yahudiler ve Kulaklar (zengin köylü çiftçiler) zulüm görmek ve yok edilmek üzere ayrılmıştır. Her iki durumda da zulme uğrayanlar bir dış düşmanla ilişkilendirilmiş ve devletin yaşadığı sorunlardan bunlar sorumlu tutulmuş, böylece kamuoyu desteği alınmış, halk bu gruplara karşı kışkırtılmış ve bu grupların asker ve polisin elindeki kaderleri görmezden gelinmiştir.

Totaliter bir devletteki polis operasyonları genellikle bir polis devletindekilere benzer görünür; ancak önemli bir fark onları birbirinden ayırır. Bir polis devletinde polis bilinen ve süreklilik arz eden prosedürlere göre hareket eder. Totaliter bir devlette polis yasa ve yönetmeliklerin kısıtlamaları dışında çalışır ve eylemleri maksatlı olarak öngörülemezdir.

Hitler ve Stalin dönemlerinde belirsizlik devlet işleriyle iç içe geçmiştir. Weimar Cumhuriyeti’nin Alman anayasası Hitler döneminde hiçbir zaman yürürlükten kaldırılmamış, ancak 1933’te Reichstag tarafından kabul edilen bir yasa, Hitler’in anayasayı istediği gibi değiştirmesine izin vererek anayasayı geçersiz kılmıştır. Böylece kanun koyucu rolü tek bir kişiye verilmiştir. Benzer şekilde Stalin 1936’da Sovyetler Birliği için bir anayasa hazırladı ancak bunun Sovyet hukukunun çerçevesi olmasına asla izin vermedi. Bunun yerine, Marksizm-Leninizm-Stalinizm’in yorumlanmasında son söz sahibi oldu ve yorumlarını istediği gibi değiştirdi. Ne Hitler ne de Stalin değişimin öngörülebilir olmasına izin verdi, böylece halk arasında terör algısını arttırdı ve her türlü muhalefet bastırıldı.

“Totalitarizm” terimi bazen tarikatlar ve dinî aşırılık biçimleri gibi bir şekilde aşırı diktatörlük ve fanatik yöntemler sergileyen hareketlere atıfta bulunmak için de kullanılır ve kapsamı tartışmalıdır. Siyaset bilimciler tarafından çeşitli tipolojiler önerilerek disiplinler arası bir ilgi konusu olmuştur (bu tür yaklaşımların klasikleştiği yer için bkz. Friedrich ve Brzezinski 1956).

Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...