Sosyal Adalet ve Ekonomik Adalet Birlikte Düşünülebilir mi?
Daha önce ekonomik adaletin temel sorusunun zenginliklerin ve sorumlulukların dağıtımıyla ilgili olduğunu belirttik ve bu soruya verilecek cevaplar üzerinden makul bir ekonomik adalet tanımı aradık. Ancak paylaşımın adil olduğu bir ekonomik sistemde ekonomik adaletten söz edebileceğimizi vurguladık.
Aslında açık bir şekilde görülmektedir ki, gerek geçmişte gerekse günümüzde ekonomik adalet olmaksızın sosyal adaletten söz etmek mümkün değildir. Ancak bunu Del Vecchio’nun yukarıda belirttiğimiz tanımında olduğu gibi, sosyal adaletin aslında ekonomik adalet olduğu şeklinde anlamak da yanlış olabilir. Elbette ki ekonomik adalet olmaksızın, bir sosyal adaletten söz edilemez. Ancak sosyal adalet sadece ekonomik adaletle de sınırlanamaz. Sosyal adalet aynı zamanda hukuki ve siyasi alanları kapsayan daha geniş bir adalet anlayışıdır. Ancak, aynı şekilde sosyal adalet ekonomik adalete de indirgenemez. Sosyal adalet, hukuki ve siyasi adaleti de kapsarken, ekonomik adalet sosyal adaleti kapsamaz. Bir başka deyişle, çağdaş sosyal hukuk devletinin kamusal temel düzen unsurunu sadece sosyal adalet olarak tanımlamak yeterli olmaz, “sosyal ve ekonomik adalet” bu yeni düzenin temel unsurları dır. Öyleyse sosyal ve ekonomik adalet şu şekilde tanımlanabilir: “Bir toplumda maddesel (ekonomik) yönden güçlü ve güçsüz halk grupları (veya sosyal sınıflar) arasında ekonomik eşitliğin temini yoluyla bir sosyal/siyasal denge sağlanmasıdır” (İzveren 1991, s. 100).
Peki, yukarıda ele alınan sosyal adalet? hangi ekonomik adalet kuralı ile birlikte düşünülecektir.
Herkesin kendi fiziksel ve insani sermayesinin katkısını savunan I. kural sosyal adaletle birlikte düşünülebilecek bir ekonomik adalet anlayışı olamaz. Bunun nedenini John Rawls’un sosyal adalet ilkelerinden söz ederken ortaya koyduğu “ilk durum tasavvuru” ve “bilinmezlik perdesi” kavramıyla açıklanabilir. Hatırlayalım ki, Rawls’un sözünü ettiği ilk durumda tarafların özgür, eşit ve rasyonel olmaları gerekmektedir. Ayrıca taraflar kendi cinsel, dinsel, sosyal, ekonomik kimliklerine dair hiçbir şey bilmeyeceklerdir. Oysa I. kural, hem bu ilk durumdaki eşitliği bozmakta, hem de bilinmezliğin aksine farkındalığı gerektirmektedir. Dolayısıyla I. kural’da geçerli olacak ekonomik adalet, sosyal adaletle birlikte düşünülebilecek bir adalet anlayışı değildir. Aynı şekilde doğal piyangonun kazancı olarak karşımıza çıkan II. kural da sosyal adaletle birlikte düşünülemez. Zira sosyal adaletin temel amacı doğal piyangonun yarattığı avantajsız durumları gidermektir. Aslında biz bu kurallardan söz ederken makul bir “ekonomik adalet” tanımı arıyorduk. Burada “makul”den kasıt sosyal adaletle birlikte düşünülebilecek bir ekonomik adalet tanımıydı. Öyleyse geriye sosyal adaletle birlikte düşünülebilecek yalnızca herkesin ihtiyacına göre dağıtımı öngören IV. Kural kalmaktadır. Kişilerin ne miras, ne yapısal, ne de ölçülmesi zor olan fedakârlıklarına bağlı olarak dağıtım yerine, herkesin temel ihtiyacıyla uyumlu bir ekonomik dağıtım adil olarak tanımlanabilecek ve sosyal adaletle birlikte düşünülebilecek tek dağıtımdır. Peki, bu sosyal ve ekonomik adalet nasıl ve kim tarafından uygulanabilir? İşte bir sonraki başlıkta bu soru cevaplanmaya çalışılacaktır.