Felsefe hakkında her şey…

Âlemin Yoktan Yaratılmışlığı

04.11.2019
2.128

Esasen kendi döneminde, âlemin ezelîliğini ileri süren materyalistlere (dehrîler) karşı, Allah’ın onu mutlak irade ve kudretiyle yoktan (‘an leys) yarattığını, aksiyomatik (bedîhî) hipotezlere dayanarak kanıtlamaya çalışır. Bu yaklaşımın temel kabulü, Öklid geometrisinin aksiyomları ışığında “sonsuz bir niceliğin bulunmasının imkânsız olduğu” ilkesidir.

Şöyle ki (1) Birbirinden büyük olmayan aynı cinsten nicelikler eşittir; (2) eşitlerden birinin miktarı artırılınca hem diğer eşitlerinden hem de artırılmadan önceki durumundan daha büyük olur; (3) kendisinden bir miktar eksilen her şeyin geriye kalan kısmı, önceki durumundan daha azdır; (4) nicelik bakımından sonlu/ sınırlı olan iki cismin toplamları da sonludur; (5) aynı cinsten olan iki şeyden küçüğü büyüğünü veya onun bir kısmını oluşturur; (6) sonlu olan, sonsuz olamaz.

Sonsuz bir niceliğin olabileceğini varsaymak çelişkileri de beraberinde getireceği için, aslında nicelikler toplamından ibaret olan âlemin öncesiz (ezelî) olamayacağını Kindî şöyle bir çıkarımla göstermeye çalışır: Sonsuz olduğu varsayılan bir cisimden belli bir parça alınırsa, geriye kalan kısım sonlu ya da sonsuz olacaktır. (a) Eğer geriye kalan kısım sonlu ise, alınan parça tekrar eklenince ikisinin birleşimi de sonlu olacaktır (4. aksiyom). Halbuki bu birleşim, sonsuz farz edilen cismin önceki hali olup sonsuz farz edilen cismin sonlu olması durumu ortaya çıkar ki bu bir çelişkidir (6. aksiyom).

(b) Geriye kalan kısmın sonsuz olduğu varsayılırsa alınan parça tekrar eklendiğinde ya önceki durumuna eşit ya da ondan daha büyük olacaktır. (ba) Şayet önceki durumuna eşitse, kendisine parça eklenen niceliğin miktarında hiçbir artma olmadığı yani parça ile bütün arasında bir fark gözetilmediği sonucu ortaya çıkar ki bu bir çelişkidir (2. aksiyom). (bb) Eğer önceki durumundan büyük olduğu kabul edilirse, o zaman da sonsuz olanın sonsuz olandan daha büyük olması gibi bir netice ortaya çıkar ki bu da bir çelişkidir. Demek oluyor ki Kindî’ye göre çelişkiye düşmeksizin bir niceliğin yahut nicelikli bir şeyin sonsuz/sınırsız olabileceği düşünülemez, hatta varsayılamaz. Âlem bir nicelik olduğ una göre sonsuz/sınırsız değil, aksine sonlu ve sınırlıdır. Sonlu olan bir şeyin kendiliğinden var olması düşünülemeyeceği için, âlemin yaratılmış olduğu ve bir yaratıcısının bulunduğu kabul edilmek durumundadır (Kaya, 2002: 30-31).

Kindî cisim ve nicelik ile doğrudan ilişkili gördüğü hareket, zaman ve mekânın da sonlu/sınırlı ve dolayısıyla yaratılmış olduğunu savunur.

Kindî, Eflâtun’dan esinlenerek “sayı olmasaydı sayılan da olmazdı, dahası çizgi, yüzey, cisim, zaman, hareket; ilimlerden matematik, geometri, astronomi ve müzik de olmazdı” şeklindeki anlayışı benimser. Ne var ki o, “şayet sayılar sonsuz ise sayılanları n da sonsuz olması gerekir” sonucunu çıkarmaya uygun olan bu yaklaşımın kendi savunduğu “sonsuz nicelik olamaz” ve “âlem yoktan yaratılmıştır” teziyle çeliştiğinin de farkındadır. Filozof, bu çelişki yahut sorunu, varlığın ilkesinin sayı olmadığını ve sayılar dizisi ile sayılan varlıklar arasında bire bir uyumun (tenâzur) bulunduğunu söyleyerek aşmaya çalışır. Ona göre her sayı “bir”lerin toplamı veya katı olup sonlu ve sınırlıdır; sınırlı olan şeyin katı da sınırlı olacaktır. Şu halde tek tek bütün sayılar bilfiil sonlu/sınırlı olduğu gibi sayılır türden olan her şey de bilfiil sonlu ve sınırlıdır. Öyleyse tümüyle evren sonlu ve sınırlı bir nicelik olup yoktan yaratılmıştır.

Eski Yunan’dan beri kabul edilegelen anlayış doğrultusunda Kindî de “bir”in sayı değil sayıların ilkesi, ilk sayının da “iki” olduğunu savunur ve bu görüşünü temellendirmek üzere “eşitlik” ve “eşitsizlik” ilişkisini gündeme getirir. Filozofa göre birin sayı olduğunu ileri sürmek, onun “en az” veya “en küçük” sayı olduğunu söylemek demektir. Diğer yandan her sayı bir nicelik olup birin sayı olduğu ileri sürüldüğünde onda da eşitlik ve eşitsizlik durumunun bulunduğu kabul edilmiş olacaktı r. Buna göre eğer “bir”i oluşturan bir’ler varsa ve bunlardan bazısı ona eşit bazı sı eşit değilse, “bir” bölünen bir nicelik olmak durumundadır. Çünkü en küçük bir, en büyük biri veya onun bir kısmını oluşturacaktır ki bu da “bir”in “bölümlü/ bölünebilir” olduğu anlamına gelir. Oysa bir, aynı zamanda sayıların ilkesi olması bakımından “bölümsüz”dür. Bu durumda “o bölümlüdür bölümlü değildir” şeklinde çelişkili bir sonuç ortaya çıkar. Öyleyse “bir”, sayı değildir. Dolayısıyla sayılar sistemi birlerden oluştuğu halde “bir”, sayı değildir. Demek oluyor ki, “bir”e yapısı gereği değil, sadece isim benzerliğinden dolayı sayı denilmektedir. “Bir”, sayı kabul edilmediğine göre ilk ve en küçük sayı “iki” olmaktadır (Kindî, 2002: 171-174).

Bu belirlemeden sonra “bir” (vâhid) ve “birlik” (vahdet) ilişkisini irdeleyen Kindî, varlık alanında bulunup duyu ve akıl idrakine konu olan her şeyin bir ve birlik halinde olduğunu söyler. Bir, süreksiz/kesintili (munfasıl) nicelikleri, birlik ise sürekli/ kesintisiz (muttasıl) nicelikleri ifade ettiğinden, aynı şey hakkında “o bir ve birliktir” denilebilir. Bu durum gerek yapay nesneler gerekse doğal varlıklar için söz konusu olup her şeyde bir ile birlik iç içe ve bir arada bulunmaktadır. Karşımızdaki bina yahut ağaç hakkında “o, bir ve birliktir” denildiğinde, o bina veya ağacın sayı olarak bir, onu oluşturan farklı öge ve parçaların toplamı itibariyle birlik olduğu söylenmiş olmaktadır (Kindî, 2002: 180-181).

Bir ile nitelenen tüm kategori ve tümellerdeki birliğin özsel (zâtî) değil ilineksel (arazî) olduğunu belirten Kindî’nin nihaî amacı hakiki ve zorunlu Bir’in Tanrı olduğu, diğer bütün varlıklardaki birliğin ise O’ndan geldiğini kanıtlamaktır (Kindî, 2002: 159-161). Doğada (tabiat) birliksiz çokluğun ve çokluksuz birliğin olamayacağını uzun analizlerle göstermeye çalışan filozof, birlik ile çokluğun bu iç içeliğinden kaynaklanan düzen ve ahengin rastlantı sonucu gerçekleşemeyeceği kanaatindedir. Ona göre nesnelerin var oluşunun ve varlığını sürdürüşünün gerçek sebebi, onların hepsinden daha yüce ve daha üstünolan, varlığı onların hepsinin var oluşundan daha önceye giden bir sebep yahut ilke olabilir ki o, kendisinde asla çokluk bulunmayan mutlak Bir’dir (Kindî, 2002: 161-169).

İlk ve ortaçağ felsefelerinde âlem genellikle ay-üstü ve ay-altı olmak üzere başlıca iki varlık alanı şeklinde düşünülür. İlki oluş ve bozuluşa uğramayan ideal ve mükemmel varlıkları, ikincisi ise oluş ve bozuluşa kanununa tâbi süreksiz varlıkları içerir. Kapalı, yani sınırlı ve sonlu bir evren anlayışına dayalı bu kozmolojide evreni dıştan çepeçevre kuşattığı kabul edilen küresel cisme “felek” denilmekte; tüm varlığı dıştan kuşattığı için de merkeze en uzak anlamında “el-felekü’l-aksâ” (en uzak küre) veya “el-cirmü’l-aksâ” (en uzak cisim) terimleriyle de ifade edilmektedir. Ay-üstü âlemdeki sabit yıldızlara ve gezegenlere de “el-eşhâsü’l-âliye” (yüce/ yüksek nesneler) denilir (Kaya, 2002: 37).

Kindî’nin Tarifler Üzerine adlı terimler sözlüğünde “madde ve sureti olup ezelî olmayan” şeklinde tanımladığı feleğin, cisminin zıddı bulunmadığı için oluş ve bozuluş kanununa tâbi olmadığını, fakat yoktan yaratıldığını söyler (Kindî, 2002: 189, 231-232). Evrenin bir organizma gibi canlı ve akıllı olduğu fikrini benimseyen Kindî bu anlayışını “bütünüyle kozmik varlığı tam teşekküllü bir canlı gibi tasarlayabilirsin; çünkü o, arasında boşluk bulunmayan bir tek cisimdir.” ifadesiyle dile getirir. Bu görüşünü “sebep sebepliden daha üstündür”, tabiat anlamsız bir iş yapmaz”, “akıl gücü en etkili güçtür” ve “psişik gücü olan varlıklar canlı ve akıllıdır” şeklindeki hipotezlerden hareketle temellendirmeye çalışan filozof şu sonuca ulaşır: “İmdi, tam kudret sahibi olan Allah’ın, tümüyle kozmik varlığı, evrendeki her şeyi içinde barındıran tek bir canlı şeklinde yarattığını kim inkâr edebilir!” (Kindî, 2002: 235-238).

Kindî’nin de benimsediği felekler kozmolojisinde gökküreleri havadan daha hafif olan ve eter (esîr) denen bir tek maddeden meydana gelmiş olup saydamdırlar. Zıtları bulunmadığı için oluş ve bozuluşa uğramazlar. Bunlar küre şeklinde olup hareketleri daireseldir. Evrenin merkezinde bulunan yer de küre biçimindedir. Ayrıca ay-altı âlemdeki cisimlerin ilkesi sayılan dört unsur yani toprak, su, hava ve ateş üst üste küre şeklinde katmanlar oluşturur. En son feleğin ötesinde ise ne boşluktan ne de doluluktan söz edilebilir. Kindî’ye göre ay-altı âlemdeki cansız ve canlı varlık türlerinin mecâzî ve yakın etkin sebebi felek ve ay-üstü âlemdeki gök cisimlerinin hareketleri iken, tüm bunların uzak etkin sebebi ve hakiki fâili ise Allah’tır (Kindî, 2002: 216 vd.).

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...