Türk düşüncesinde doğa ve doğaüstü güçler
Doğada bir tür gizli kuvvetlerin bulunduğuna inanıyorlardı. Dağların tepelerin, kayaların, vadilerin, ırmak, su kaynağı, mağara, ağaç, orman, göl, deniz, demir, kılıç gibi varlıkların da ruhlarının olduğunu kabul ediyorlardı. Diğer taraftan güneş, ay, yıldız, gök gürültüsü, şimşek gibi gökyüzü unsurları ya da onlardan inen unsurlara saygı gösterirlerdi. Sadece Orhun Yazıtlarında bir yerde tanrıçadan söz etmişlerdir (Kül Tegin Yazıtı, Doğu, 31, Tonyukuk, 38). Tanrıçanın adı Umay idi.
Asya Hunları, şubat ve haziran aylarında, Göktürkler ve Uygurlar, Tamır Irmağının kaynaklarında, Gök Tanrı’ya ve atalara at ve koyun sunarlardı. Göktürklerin ilkbaharda ve haziranda, sonbaharda ekimde büyük törenler düzenledikleri üç kutsal toplantıları vardı. Hunlardan itibaren Türk kökenli topluluklar gündüz güneşe, gece dolunaya saygı gösterilen törenler gerçekleştirilirdi. Ayrıca geceleri ayın ve yıldızların hareketlerine bakarak yaptıkları işlere yön verirlerdi.
Tabgaçlarda ilk ve sonbaharda atalara kurban sunulur; tapınak olarak değerlendirilen taş bina içinde kurban kesilirdi. Arkasından o civara kayın ağacı dikerek bir tür kutsal ormanlar oluştururlardı. Avrupa Hunlarında kayıp savaş tanrısının kılıcı bulunak, Attila’ya verilmiş, bu yüzden onun dünya hakimiyeti kuracağı değerlendirilmişti.
Eski Türklerde ölen kişi için yas törenleri gerçekleştirilirdi. Ölen kişinin çadırı etrafında dolaşılır, en sevdiği at kurban edilir, yanına çok sayıda değerli eşya konularak öteki dünyada huzur içinde kalmasına gayret edilirdi. Saçların kesildiği, saçın başın dağıtıldığı, yüzün bıçakla çizilerek kan ve gözyaşının birlikte akıtıldığı törenler yapılırdı.
Ölen kişinin atlarının önce kuyruklarının kesildiği sonradan kurban edildiği bildirilir. İran (Zerdüşt) etkisinde kalmış Batı Göktürklerinde, ateşe saygı gösterildiği ve üzerinden tören yapıldığı bilgisi vardır. Doğa ruhlarına, Göktürk çağında Orhun Yazıtlarından açıkça anlaşılacağı üzere, Yer-Sub (yer ve su) adı veriliyordu. Uygurlar da buna yer-suv derlerdi ki, yer-suvlar kutsal yani Iduk sayılırdı.
Taşa yazılı bilgilerde, Tamıg Iduk baş ve Iduk Ötüken gibi iki kutsal yerden söz edilmiştir. Iduk Ötüken’in devlet merkezi, Tamıg Iduk Baş’ın ise Tamır Irmağının kaynağı olduğu anlaşılmaktadır. Uygur dönemindeki Kutlug Dağ Efsanesinde ise söz konusu kayalık halka kuvvet ve mutluluk veren bir yer idi.
Yine eski Türklerin yağmur ve dolu yağdırmak için onun sihrine başvurdukları “yada taşı” da önemli yer tutar. Göktürklerin köken efsanelerinden birinde kurucu ata, yağmur ve kar yağdırabilen, rüzgârı çağırabilen yaz ve kış ruhlarının kızları ile evlenmişti. Sonuçta Eski Türkler doğa ve doğaüstü güçlere tapmıyorlar, onlara saygı gösteriyorlardı.
Kanglı boylarında (4-6. yüzyıllar) yıldırım düşen yere iki sene uğramadıkları bilgisi vardır. Bunun gibi örnekler doğa güçlerine duyulan saygı ve toplumda yaptığı etkiye işaret etmektedir. Uygur mitolojisinde kurdun rehberlik vasfı açık olarak görülür. “Kutlu Dağ” efsanesine göre kutlu bir kaya Uygur ülkesine bereket ve saâdet getirmektedir. Bu kaya Çinlilere verilince memlekete çöken uğursuzluklar, açlık ve kıtlık yüzünden Uygurlar göç etmek zorunda kalmışlardır. Yeni ülke ararken onlara kurt rehberlik etmiştir.
Eski Türklerin meydana getirdiği destan ve efsaneler, bozkır insanının hayatta kalma mücadele örnekleriyle doludur. Bu edebiyat türünde kurttan türeme, gökten inme, ışıktan olma motifleri bulunmaktadır.
Hayvanlar Göğün altında aynı düzlemdedir. Aynı haklara sahip olduğu gibi insanla aynı toplumsal yaşama sahiptir. Kuşlar Tanrının habercileri olarak görülmüş; ruhu sembolleştirmede kullanılmıştır. Oğuz Destanında hayvanlar, insanlara rehberlik eder. Yine hayvanlar kurban edilerek Tanrı ile ilişki sağlanır. Ancak, hayvan Tanrı ve hayvana tapma yoktur. Hayvanlarla insanlar bütünleşerek evren tasavvuruna dönüşmüştür. İnsan yeryüzündeki tek hâkim canlı varlık değildir. Çevresiyle uyumlu ve sorumludur.
Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3998, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2781, ESKİŞEHİR, Şubat 2020. Yazarlar: Prof.Dr. Ahmet TAŞAĞIL, Prof.Dr. Erkan GÖKSU, Prof.Dr. İbrahim ŞİRİN, Doç.Dr. Serhat KÜÇÜK, Prof.Dr. Kemal YAKUT, Dr.Öğr.Üyesi Yaşar SUVEREN, Sayfa: 18-19