Augustinus’un Bilgi Felsefesi Anlayışı
Aslında Augustinus’un aydınlanma öğretisi ışık ile ilgisi kurularak anlaşılabilecek bir görme benzetmesidir. Bu benzetmenin Platon’da da özellikle iyi ideası ile güneş arasında yapıldığını hatırlayabiliriz. Augustinus’a göre, cisimsel nesnelerin görülebilmesi için gün ışığına ihtiyacımız vardır.
Buna benzer bir şekilde anlaşılabilir nesnelerin zihinsel görüşü için de ihtiyaç duyduğumuz bir tür ışık vardır ve buna da anlaşılabilir ışık demek doğru olur. Başka bir şekilde dile getirilecek olursa, buradaki anlaşılabilir ışık hakikattir. Zihinsel görmenin koşulu ilahi bir ışık olduğuna göre, bu ışığın üzerine düşerek akılsal anlamda görülebilir kıldığı nesnenin de bir anda ve bütünüyle kavranması zorunlu olacaktır. Augustinus’un aydınlanma anlayışındaki bu tarz ile Platon’un hatırlama (anamnesis) öğretisi arasında önemli bir yakınlık bulunmaktadır. Her iki öğreti de, belli türden nesnelerin ve hakikatin bilgisi için dolaysız bir zihinsel farkındalık zorunluluğunu işaret etmektedir.
Platon’da, ruhun daha önceki bir varoluş durumunda elde etmiş olduğu bilgiyi herhangi bir nedenle hatırlaması eylemine anamnesis denmektedir. Platon bu konuyla ilgili en önemli açıklamalarını Menon diyaloğunda ortaya koymaktadır. Anamnesis öğretisi, aşağı yukarı tabula rasa öğretisinin karşısında yer alan bir öğretidir.
Böyle bir anlayışın bilgikuramsal temelde ciddiyetini sürdürmesi için ruh göçü (metempsykhosis) ilkesine de ihtiyacı bulunmaktadır. Zira bu öğreti, cisimsel nesnelere ilişkin bilginin duyu tecrübesinden ziyade, daha önceki hayatlarımızdaki tecrübelerimiz sonucunda elde ettiğimiz ve zaten biliyor olduğumuz, ruhun bedene girmesiyle unuttuğumuz bilgilerin saf akılsal bir farkındalık (hatırlama) sonucunda ortaya çıktığını; ruhun, bu noktada vazgeçilmez ve etkin bir görevinin olduğunu ileri sürmektedir. Augustinus, Platon’un bu anlayışını kabul etmez. Ona göre “zihinsel akıl bu hakikatleri -yani ideaları veya kavramları- (örneğin geometrininkileri) benzersiz bir çeşit cisimsiz ışıkta görür” (Maurer, 1982: 10). İşte bu aşamada Augustinus, Platon’un anımsama (anamnesis) öğretisinin yerine aydınlanma (illuminatio) görüşünü koymaktadır. Toparlayacak olursak Augustinus’un bilgi öğretisinde üç ögenin dikkate alınması gerektiğini söyleyebiliriz:
– Tanrı ruhsal ışıktır ve bütün insanları (onların akıllarını) aydınlatır.
– Tanrı tarafından aydınlatılmış bir anlaşılabilir hakikat dünyası vardır.
– İlahi aydınlanmada bu hakikat dünyasını bilen (insani) akıllar vardır (Maurer, 1982: 11).
Üç numaradaki açıklama, insanı bütün diğer yaratılmış olan varlıklardan ayrı bir yere koymaktadır. Akılsal bir ruha sahip olan insan, bu yeteneğiyle hakikat ile arasında bir bağ kurabilmektedir. Bu bağ, insanı aynı zamanda bir moral varlığı olarak da öne çıkarmaktadır. Aklın üzerinde en fazla durmamız gereken yetisi kendisinin farkına varabilmesidir. Aklın bu özelliği sayesinde insanlar varoldukları, yaşadıkları ve düşündüklerinden kesin olarak emin olabilmektedirler. Augustinus aynı zamanda, aklın kendisine ilişkin bu bilgisinden yola çıkarak aklın maddesiz bir varoluş olduğunu bildiğimizi ileri sürmektedir. (De Trinitate, X. İii. 16) Augustinus’un aklın maddesizliği ve bilişsel bakımdan biricikliği üzerinden geldiği başka bir önemli nokta memoria’dır.
Memoria’yı Türkçe’ye çevirmemek faydalı olacaktır. Zira Türkçeye çevrildiğinde hafıza olarak karşılanması gereken bu terimin aslında geçmiş ile derinden ve etkileyici bir ilgisi yoktur. Memoria hem bilme ediminin ve düşünmenin malzemelerinin bulunduğu bir depo, hem de aklın kendi nesneleriyle karşı karşıya geldiği bir mekandır. Memoria duyularımızla algıladığımız nesnelerin imgelerinin toplandığı bir yerdir. Bu yer, aklımızın bu nesneler ile ilgili düşünme eyleminde kendilerine dayandığı imgeleri depolamaktadır. Memoria, aynı zamanda, özgür sanatlarla ilgili yetileri de içinde barındırmaktadır. Bunların arasında mantığın ilkeleri ile matematik ve geometrinin ilke ve yasaları da bulunmaktadır. Akıl, memoria’da bütün bu anlaşılabilir nesnelerin doğrudan farkına varmaktadır. Bunun ötesinde akıl memoriada bizzat kendisiyle karşılaşabilmekte ve kendisi, doğası, etkinlikleri hakkında düşünebilmektedir. Augustinus’a göre memoria aklın Tanrı’yla karşı karşıya kaldığı bir içsel mekandır. Bütün bu özellikleri ile memoria, Tanrı’nın sadece insana bahşettiği bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır (MacDonald, s. 170).
Panteizmin Ötesi
Bilgi sorunu açısından ele alındığında Augustinus felsefesinde, yaratılmışın, yaratılmamıştan kesinlikle ayrıldığı görülür. Augustinus’un çoğulculuğu, astroloji birciliğini eleştirmeye yönelir. Nitekim Pelagius, insanoğlunun, Tanrı yardımı olmadan cennete gidebileceğini ileri sürmek istediğinde, Augustinus, felsefesinin temel bir yanını açıkça ortaya koyarak, yaratılmışın ve yaratılmamışın birbirinden ayrı olduğunu; ama yaratılmamışın, yaratılmış varlığın bütün davranışlarında, bütün aydınlanmalarında, bütün yargılarında ve her yerde bulunduğunu söylemiştir. Augustinus, Tanrı ile insanın, inayet ile erdemin ‘bir arada bulunduğunu, bunlardan biri olmadan öbürünün de olmadığım ileri sürer. Augustinus’un felsefesi, panteizmin güçlü ve çürütülmez yanlarının tümünü benimsemiştir.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı