Varoluşsal mutluluk: Acılarla dolu bir dünyada nasıl gerçek anlamda mutlu olunur?
Simone de Beauvoir henüz öğrenciyken, dünyada yaşanan onca acı düşünüldüğünde mutluluğun ayrıcalıklı bir varoluş biçimi olup olmadığını merak ediyordu. Mutluluk belki de sadece onu hak ettiği düşünülen seçkin azınlığa ya da doğru şeylerin peşinden doğru yollarda yürüyenlere açıktır.
Beauvoir kaleme aldığı bir anısında mutluluk arayışından hiçbir zaman tam olarak vazgeçemediğini; ancak mutluluk tutkusunun başlangıçta onu politikayı ciddiye almaktan alıkoyduğunun farkına vardığını söylemiştir. Beauvoir’ın özgürlük anlayışı işte tam da buna karşı bir uyarıdır: Mutluluk arayışının kişisel çıkar, özveri ya da kısa vadeciliğe dönüşmesine izin vermek.
Başkalarının mutsuzluğu kendi mutluluğumuzu elimizden almaz. Beauvoir, dünyanın sefaletini bilsek bile mümkün olan her yerde mutluluğu yakalamaktan asla rahatsızlık duymamamız gerektiğini söyleyen Albert Camus ile hemfikirdir; çünkü:
“Mutluluk vardır ve önemlidir; onu neden reddedelim ki? Onu kabul ederek başkalarının mutsuzluğunu daha da beter hale getirmezsiniz; hatta bu, onlar için mücadele etmenize yardımcı olur.”
Çoğunlukla göz ardı edilen bir husus da mutluluk arayışının ahlaki açıdan değerli ya da çekilebilir olup olmadığı ve genel olarak iyi bir yaşam anlamına gelip gelmediğidir. Beauvoir, mutluluğu ahlaki açıdan sorgulanabilir yollarda, yani insanlara işkence ederken bulduğu tahrik, heyecan ve duyuların uyarılmasında bulan birine örnek olarak Marquis de Sade’ı göstermiştir. Onun için mutluluk, suç teşkil eden bir heyecandır. Beauvoir haklı olarak Sade’ı tutkularını aşırı genelleştirdiği, örneğin herkesin kötü olmayı tahrik edici bulduğunu varsaydığı için eleştirir.
Beauvoir, Sade’ın “koyu stoacılık” olarak adlandırdığı şeyden önemli dersler çıkarır: Acı bazen zevke dönüştürülebilir. Duruma nasıl baktığınıza bağlı olarak yenilgiler zafere dönüşebilir. Sade’ın iki karakteri, Justine ve Juliette, her ikisi de istismara uğramış kız kardeşler ve yetimlerdir. Justine erdemli bir hayat yaşamaya çalışırken cezalandırılır, işkence görür ve acımasızca tecavüze uğrar. Juliette ise içinde bulunduğu duruma bir nemfoman olarak ve korkusuzca adam öldürmekle karşılık verir. Her ikisinin de durumunun kaba gerçekleri benzerdir, ancak hayatlarına radikal biçimde farklı anlamlar yüklemişlerdir.
Kişinin bir duruma hangi niyetle yaklaştığı önemli ölçüde farklılık gösterebilir: Juliette içinde bulunduğu koşulları benimserken, Justine adeta yıkılmıştır. Beauvoir burada özgürlükçülüğü benimsememizi önermiyor, ancak Sade’ın karakterleri hayata verdiğimiz anlamın aynı durumdaki farklı insanlar için çok farklı bir nitelik taşıyabileceğini gösteriyor. Bazı insanlar kırbaçlanmaktan zevk ve heyecan duyarken diğerleri bunu acı verici ve aşağılayıcı bulabiliyor.
Beauvoir, Justine’in Juliette ile aynı tavrı benimsemiş olsaydı daha mutlu olacağını öne sürüyor. Justine’in içinde bulunduğu duruma katlanması gerektiğini iddia etmek mağduru karalamak olur. Beauvoir’ın vurgulamak istediği daha önemli bir nokta vardır:
Gerçek mutluluk sadece kendi özgürlüğümüzle değil, başkalarının özgürlüğüyle de ilgilidir.
Refahımız ve mutluluğumuz diğer insanlarla yakından bağlantılıdır. Ezilen insanların mutlu olmasını bekleyemeyiz. Her iki kız kardeş de korkunç bir durumdaydılar ve çözüm insanların kimseyi istismar etmemesi ya da baskı altında tutmamasında yatıyordu.
Gerçek, mutluluktur
İkinci Dünya Savaşı sırasında Beauvoir mutluluğu sabahın güneşi, havanın esintisi ve kalemin mürekkebi gibi basit şeylerde; ama en önemlisi, topluluk içinde aradı. İhtiyaç duyduğunda gerçek dostlara, istediğinde ise yalnızlığa erişebilir olmak ona büyük bir haz veriyordu.
Hem yalnızlığa hem de arkadaşlara sahip olmak ona insanların varlığının ne kadar iyi olduğunu, ortak bir dünyayı paylaştığımızı ve birlikte yaşadığımızı hatırlatıyordu. Bu, herkesin başkalarına baskı yapmadan, yaşamlarını kendi yöntemleriyle sürdürmeyi seçme özgürlüğü için çaba gösterme motivasyonunun bir parçasıydı.
Hayatlarımızı başkalarına saygı çerçevesinde yönetmeye ek olarak, gerçek mutluluğa giden bir diğer yol da varoluşumuzu iyi anlamaktır. Kendimizi asla tam olarak tanıyamayacak olsak da Beauvoir şöyle diyor:
“Kendini tanımak mutluluğun garantisi değildir; ancak mutluluğun tarafındadır ve onun için mücadele etme cesaretini bize verir.”
Kendini tanımak, insanların içinde bulundukları durumu anlamalarına, hayatta bundan sonrası için ne yapmak istediklerini planlamalarına, hayattan ne istedikleri üzerine düşünmelerine ve mutluluk için neler yapabileceklerini keşfetmelerine yardımcı olur. Beauvoir bizi yıkıma uğramış gibi yaşamaya değil, yanılsamalardan uzak, berraklık içinde yaşamaya çağırır:
“Hayır, gerçekten; her şeyden çok istediğim şey coşkulu bir iman değildir. Tükenmiş coşkular, arayışlar, arzular, özellikle de fikirler… Zekâ ve eleştiri; yılgınlık ve yenilgidir. Kendilerinin kandırılmasına izin vermeyen ve tüm açıklıklarına rağmen yaşamak için mücadele eden insanlardır.”
Beauvoir’nın varoluşçuluğu, durumlarımızın gerçeğini açıkça anlamamıza yardımcı olur. Varoluşumuzla içtenlikle yüzleşecek cesareti bulmamız için bizi motive eder. Cehalet ve yanılsamalar teselli edici olabilir, ancak gerçek çok daha tatmin edicidir. Açıklık her zaman mutluluk getirmez; ancak açıklık mutluluk için gerekli koşulları yaratabilir. Gerçek anlamda mutlu olmak için kendimizi başkalarının mutluluk dayatmalarından, sahte idollerden ve bizi gereksiz tüketime ve hayal kırıklığına sürükleyen ticari sadizmden kurtarmamız çok önemlidir. Bu tür dikkat dağıtıcı unsurlardan kurtulduğumuzda kendi projelerimizin denetimini elimize alabiliriz, böylece kendi mutluluğumuzu yaratmakta özgür olabiliriz.
Mutluluk, hayatın içinde aktif olarak yer almanın, boğucu ve kısıtlayıcı güvenlik örtülerimizi üzerimizden atmanın ve varoluşumuzu keşfetmek ve adaletsizliklere karşı başkaldırmak için sıcacık kozalarımızın dışına uzanmanın bir yan etkisidir. Varoluşsal mutluluk cehalet değil, hakikattir.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Skye C. Cleary’nin “How to be authentically happy in a world full of suffering” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım