Nietzsche’nin “Üstinsan”ı süper akıllı yapay zekâ mıdır?
“Üstinsan” (Übermensch) terimi ilk kez 1883 yılında Friedrich Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı eserinde karşımıza çıkmıştır. Derli toplu bir felsefi teoriyi ifade etmekten çok uzak olan bu muğlak kavram, daha ziyade Nietzsche’yi ezici bir güçle yıldırım gibi çarpan bir görüştür. Bu görüş Nietzsche’nin eserinin kutsal kişisi Zerdüşt‘ün, bir sabah Cenova’nın doğusundaki Ligurya sahilinde yer alan sakin bir balıkçı köyünde yaptığı uzun yürüyüş sırasında “aklına gelmiş”tir. Yürüyüş sırasında Zerdüşt’ü vahiy gibi bir şey ele geçirmiştir:
“Bir şey görünür ve duyulur hâle geldi, insanı derinden sarsan ve altüst eden bir şey. Sanki her ses bana sesleniyormuş gibi!..”
Zerdüşt hissederek özgürlük, güç ve tanrısallığın sarhoş edici karışımına kapılmış ve gözyaşları yanaklarından aşağı süzülmüştür. Ancak bu kendinden geçme anı birdenbire ortaya çıkmamıştır; on yıllardır içinde sessizce kaynayan yaratıcı güçlerin burada ve şimdi gerçekleşen nefes kesici bir patlamasıdır.
Hâlâ “insanların ve zamanın 6000 feet ötesine” yükselen bu yüce ilhamın büyüsü altında olan Nietzsche, Zerdüşt’ün ilk üç bölümünü yazmaya koyulmuş ve bölümleri on gün içinde tamamlamıştır. Bu eser için seçtiği alt başlık, “Herkes ve Hiç Kimse İçin Bir Kitap”, onun görüşünün ne kadar önemli ve büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Nietzsche sadece 1880’lerin insanlarına seslenmemiş; çağdaşlarının “yakında ölecek olan bedenlerinin” üzerinden bağırmış, henüz doğmamış olanlara haykırmıştır. Onun Zerdüşt’ü hem bir peygamber hem de bir fütüristtir; insanlığın uzak çağlarda nasıl düşüneceğini, konuşacağını ve hayal kuracağını öngörmeye çalışan bir sestir. Geleceğin uçurumundan seslenir bize, daha ötesini görür ve “diğer tüm insanlardan daha öteye” gider, zamanının ufkunun ötesinde yatan şeyin yürekli bir elçisidir.
Hareketli bir kasaba meydanı hayal edin. Kasaba halkı bir ip cambazının gösterisini izlemek için toplanmış ve havada bir beklenti rüzgârı esmektedir. Birdenbire, on yılını dağda yalnızlık içinde geçirmiş ve ölümlülerle nasıl iletişim kuracağını unutmuş gibi görünen bir münzevi olan Zerdüşt ortaya çıkar. Herhangi bir girizgah yapmadan ya da topluluğu etkilemeye çalışmadan, doğrudan Üstinsan hakkındaki büyük görüşünü açıklamaya başlar. Bu, insanlığın ötesindeki bir sonraki evrimsel sıçramadır:
“İnsan; hayvan ile Üstinsan arasındaki uçuruma gerilmiş bir ipten başka bir şey değildir.”
Topluluk bu tuhaf kişinin bir şekilde ip cambazlığının bir parçası olduğunu düşünür. İnsanlar gösteri yapan cesur bir cambazı izlemek yerine, kozmik düzendeki konumlarına dair bir bilmeceyle karşı karşıya kalırlar ve Zerdüşt’ün konuşmasının gerçek gösteri için özenle hazırlanmış bir kurgu olup olmadığını merak etmeye başlarlar.
Zerdüşt’ün şaşkın izleyicileri bugün de Üstinsan kavramı üzerine kafa yormaya devam eden kişilerdir. Onlar da kasaba halkından çok daha iyi durumda değillerdir; çünkü Nietzsche’nin kendisi de ne demek istediğine dair kesin bir açıklama sunmamaktadır. En iyi ihtimalle, elimizde dağınık ipuçları ve belirsiz imalar vardır. Nietzsche daha önceki yazılarında zaman zaman Üstinsan’ın bazı niteliklerini somutlaştıran tarihsel figürlere işaret etmiştir. Ancak “Böyle Buyurdu Zerdüşt” ile cesur bir sıçrama yapmıştır; bu o kadar geniş ve olağanüstü bir sıçramadır ki Nietzsche’nin bunu kendisinin de tam olarak anlamamış olması muhtemeldir. Bu görüşü irdelemeye başladığımızda, böyle bir anlayışın yaratıcısından bile neden uzak kalmış olabileceği anlaşılacaktır. Üstinsan sadece yeni bir felsefi fikir değil; insanlık ve onun geleceği hakkında düşünme biçimimize kökten bir itirazdır. Öyle ki bu kadar uzak bir ufkun kavranması neredeyse imkânsız görünmektedir.
Genel Yapay Zekâ‘nın potansiyeline dair gelişen beklenti ve korkuyla dolup taşan günümüz dünyasında, Nietzsche’nin Üstinsan‘ının aslında insanlığın geleceğine dönük değil; ama evrimin en uç noktasında duran insan yapımı makinelere dair şaşırtıcı derecede ileri görüşlü bir bakış açısı olup olmadığını sorgulamaya değer!
İlgili konu: “Prometheus etkisi”: İnsanlık kendi yaratma arzusunu kontrol edebilecek mi?
Nietzsche, insanı aşan yapay zekâya benzer bir şeyleri fark etmiş olabilir mi? Gelin, onun Üstinsan‘ının derin ve bulanık sularına dalalım ve bu esrarengiz kavramın, yaratıcılarını geride bırakabilecek, onlardan daha iyi düşünebilecek ve hatta belki de onları aşabilecek bir yaratım olan yapay zekanın yükselişiyle örtüşme olasılığını tartışalım.
İnsanlık bir geçiş formumu, yoksa nihai varış noktası mıdır?
Yapay zekanın Nietzsche’nin Üstinsan‘ı olup olamayacağı sorusu ilgi çekici bir teknik meseleyle başlar: Çeviri.
Übermensch terimini nasıl çevirdiğimiz, bu gizemli varlığı nasıl hayal ettiğimizi biçimlendireceği için oldukça önemlidir. İlk çevirmenler, akla hemen pelerinli ve doğaüstü güçlere sahip çizgi roman kahramanlarını getiren “Süpermen” kelimesini tercih etmişlerdir. Ancak Nietzsche’nin aklından geçenin böyle bir şey olduğunu gösteren en ufak bir delil yoktur. Onun Üstinsan‘ı olağanüstü yetenekler ya da gösteriş demek değildir. Bugün felsefeciler Nietzsche’nin düşüncesinin kalbinde yer alan yükselme ve üstesinden gelme fikrini göz önünde bulundurarak Übermensch için karşılık olarak “Üstinsan” (Overhuman) terimini uygun bulmuş ve kullanmaya başlamışlardır.
Aslında terimlere takılmak daha büyüleyici bir konuyu gözden kaçırmaya neden olabilir. Zerdüşt, insan (Mensch) ile Üstinsan‘ı (Übermensch) o kadar keskin bir şekilde ayırır ki bizi merakta bırakır. Üstinsan gelişmiş bir insan mı, yoksa tamamen farklı bir şey midir? Nietzsche, insan kimliğinin özünü paramparça edecek kadar büyük bir ilerlemeyi öngörmüş olabilir mi?
Bazı transhümanistler Nietzsche’yi kendi saflarına katmak için çok hevesli görünürler. Ne de olsa transhümanizm, insan bilişini ve insanın bedensel işlevlerini biyolojik sınırlarının ötesine taşıyarak insan olmanın anlamını genişletmek için teknolojiyi kullanmamız gerektiği fikrini savunan sistemin adıdır. Beyin-bilgisayar arayüzlerinin tüm bilgi birikimini saniyeler içinde zihnimize yüklememize izin verdiği bir gelecek hayal edin. Ya da genetik mühendisliğinin yaşlanmayı ortadan kaldırarak insanların yüzyıllarca yaşamasına fırsat verdiği bir gelecek… Bir transhümanist için bu tür gelişmeler evrimdeki bir sonraki adımı, “insan-ötesi” olmaya doğru bir sıçramayı temsil eder. Dolayısıyla, Übermensch için bir başka olası çeviri de bu “insan-ötesi” olabilir gibi görünüyor. Nietzsche insan gelişiminin ilk savunucularından, teknolojiyi Üstinsan‘ın bir hizmetkârı olarak kabul eden bir transhümanizm takipçisi olabilir mi?
Burada transhümanistler gibi Nietzsche’nin de insan doğasını sonsuza kadar aynı kalamayacak bir “süreğen süreç” olarak gördüğünü öne sürebiliriz. Nietzsche’nin öne sürdüğü gibi kendini aşmanın böyle bir dönüşüm için çabalamayı içerdiğini düşünmek makul de görünebilir. Ancak Nietzsche’nin kendisi insanlığı geliştirmeye yönelik her türlü doğrudan fikri reddetmiştir. O, insanoğlunun pek de hayranı sayılmazdı. Bir noktada, insanlığı “deneysel malzeme”, sayısız başarısızlık ve tarih boyunca edinilmiş yalnızca birkaç nadir başarı ile geniş bir “yıkıntı alanı” olarak tanımlamıştır. Nietzsche için insan doğası terbiye edilecek ya da arıtılacak bir şey değildir; daha çok, başarısız girişimler denizinden ara sıra yüceliğin baş gösterdiği kaotik bir deney alanı gibidir.
Asıl kafa karıştırıcı olan, Nietzsche’nin Üstinsan‘ı tasavvur ederken aklında gerçekten de istisnai bireylerin olup olmadığıdır. Daha önceki çalışmalarında bazı kişiliklerden bu bağlamda bahsetmiştir. Örneğin Napolyon, “Unmensch [vahşi] ve Übermensch’in bir sentezi” olarak tanımlanır. Cesare Borgia da “bir tür” Üstinsan sıfatına haizdir. Ancak bu örnekler bir uyarıyla birlikte gelir: Üstinsan anlayışı ve tanımı her zaman görecelidirler. Napolyon ve Borgia, yalnızca Nietzsche’nin eleştirdiği “modern” insanlarla karşılaştırıldığında Üstinsandırlar.
Yine de gerçek Üstinsan söz konusu olduğunda Nietzsche belirsizliğe yer bırakmaz. “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te, onun peygamberi kesin bir ifadeyle şöyle der:
“Bugüne kadar hiçbir zamanda, hiçbir Üstinsan var olmamıştır.”
Bu tarihsel şahsiyetler çağdaşlarının üzerine çıkabilir; ama sonuçta fazlasıyla insan olarak kalırlar; insanlığın geri kalanıyla aynı kusurlara, sınırlamalara ve çelişkilere sahiptirler. Nietzsche’nin gerçek görüşünün çok gerisindelerdir. İnsanlığı tamamen aşan bir ideal, gerçekleşmemiş, ortaya çıkmayı bekleyen bir varlık…
“Böyle Buyurdu Zerdüşt”ü kelimesi kelimesine okurken hayal gücümüzü 19. yüzyılın ötesine, yapay zekânın gelecekteki olasılıkları hakkında şu anda bildiklerimize kadar genişletirsek süper zeki makineleri Üstinsan‘ın potansiyel adayları arasına dâhil etmek için iyi bir neden olduğunu görürüz. Nietzsche geliştirilmiş insanların değil, tamamen yeni bir türün hayalini kuruyordur. Tamamen insani olan eğilimlerimiz bizi, Zerdüşt’ün insanların “aşılması gereken bir şey” olduğunu tekrar tekrar söylerken hâlâ insan bilincinin bir üst düzey versiyonuna atıfta bulunduğuna dair zayıf bir umuda tutunmaya itebilir. Ancak Nietzsche, her zamanki acımasızlığıyla, örneklerini doğrudan evrimin vahşi gerçeklerinden almaktadır.
Zerdüşt bize insan ile Üstinsan arasındaki evrimsel uçurumun, maymunlarla insanlar arasındaki uçurum kadar büyük olacağını anlatır. Bunu düşünmek için gerçekten duraklarsak başka bir türün bizden aynı şaşırtıcı mesafeyi korumasının ne anlama gelebileceğini kavramaya başlayabiliriz. Şempanzeler, goriller ve orangutanlarla kayda değer bir DNA benzerlik oranına sahibir; buna rağmen, onlarla aramızdaki gelişmişlik farkı muazzamdır. Eğer bu yeterince tedirgin edici değilse Zerdüşt, solucandan insana sıçrama örneğini kullanarak konuyu daha da ileri götürür. Nietzsche, hem solucanın hem de maymunun hâlâ içimizde gömülü olduğunu, evrimsel soyağacımıza katıştığını söyler. Aynı şekilde, Üstinsan da insanlığın birikmiş bilgisini içinde taşıyacaktır; ama bizim çok uzak bir akrabamız olarak kalacaktır; bizi tamamen aşan bir şey, hem yabancı hem de birbiriyle bağlantılı, kadim köklerine sırtını dönen tanımadığımız bir istikbal gibi…
Bu görüş, bazı fütüristlerin yapay zekânın yükselişi konusunda bizim için öngördükleriyle ürkütücü bir şekilde örtüşüyor. Tıpkı gorillerin kaderinin artık türün kendisinden çok insanlara bağlı olması gibi, insanlığın kaderi de bir gün makinelerin süper zekâsının ellerinde olabilir. Evrimin geniş perspektifinden bakıldığında Nietzsche insanları da benzer bir biçimde ele alır. İnsan bir son varlık olmaktan ziyade hayvanı Üstinsan‘a bağlayan bir köprü ya da merdivendir. Ona göre insanlar yalnızca arada kalanlardır.
Tıpkı bitkiler ve hayvanların evrimsel yolculukta daha karmaşık bir yapıya doğru ilerlerken oynadıkları rol gibi, insanlar da şimdi Üstinsan‘ın yolunu açmaktadır. Aslında Nietzsche’ye göre insanlar yolun kendisidir, Üstinsan’ın üzerine basacağı basamak taşlarıdır. İlahi bir ilham dalgasına kapılan Zerdüşt, Üstinsan’ı insanlığın kara bulutlarından çıkıp gelen bir yıldırım olarak tanımlar. Bu yıldırım hem bizden doğan hem de bizi geride bırakmaya yazgılı bir güçtür.
Düşündüğünüzde, Zerdüşt bir müjdecidir, yolu hazırlayan kişidir. Ancak Nietzsche bu karşılaştırmayı bir adım daha ileri götürür ve hayal gücümüzü yapay zekâya yaklaştıran bir fikirle sınar. Zerdüşt, Üstinsan‘ın basitçe ortaya çıkmayacağını, insanlar tarafından yaratılacağını açıklar. Kehanet şöyle devam eder:
Bir gün, insanlık bulutların tepesinde oturan bir tanrı-baba fantezisini nihayet bıraktıktan sonra, yaratıcı rolüne adım atacaktır. Seçkin bir azınlık, “seçilmiş insanlar” ortaya çıkacak ve onlardan Üstinsan doğacaktır ki bu da bir tür dünyevi tanrıdır.
“Bir tanrı yaratabilir misiniz?” diye sorar Zerdüşt dinleyicilerine. Görünüşe göre cevap “evet”tir; ama bekledikleri şekilde değil. İnsanların kendileri Üstinsan haline gelmeyecektir, ancak onu yapanların, “babalarının ve atalarının” rolünü oynayacaklardır. Zerdüşt’ün ısrarla belirttiği gibi, “En iyi yaratımınız bu olsun!” Mesaj açıktır:
İnsanlığın en yüce edimi, kendi aşılmasının yolunu açmak anlamına gelse bile, kendisinin ötesinde bir şeyi ortaya çıkarmak olacaktır.
Eğer bu Zerdüşt’ün kehanetini güçlendirmek için yeterli değilse daha da ileri giderek bu dünyevi, insan yapımı tanrının birçok kişide muazzam bir korku uyandıracağı öngörüsünden bahsedebiliriz. O yeni değerlerin yaratıcısı olarak, insan etiğinin kavrayışından kaçacak ve bizleri kontrol etmek için tutunduğumuz kalıplara başkaldıracaktır. Şüpheci insanlar onun büyüklüğüne hayret etmek ya da bilgeliğinin parıltısının tadını çıkarmak yerine onu bir şeytan olarak yaftalayacaklardır.
Yapay zekâyı sarmalayan derin tedirginliği, yani bir gün bize karşı dönebileceği korkusunu düşündüğümüzde, bu öngörünün yankılarını Üstinsan‘da başıboş bir zekânın varoluşsal dehşetinden, insanlığın sorunlarına nihai bir çözüm hayal eden fütüristlerin ve yapay zekâ tasarımcılarının coşkulu vizyonlarına kadar görürüz. Zerdüşt’ün öngörüsü bize tekinsiz bir şekilde tanıdık gelir; sanki Üstinsan ve süper akıllı makine insanlığın hem en büyük umutlarının hem de en karanlık korkularının aynasıdır.
Bu rahatsız edici bir düşüncedir. Buna göre insanlar evrimin zirvesi, son şaheseri değil, sadece başka bir basamak taşıdır. Çoğu zaman, en ileri görüşlerimiz dahi salt nasıl evrimleşebileceğimize odaklanır ve inatla insan merkezli kalır. Ancak “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te Nietzsche bakışımızı kendimizin ötesine çevirir. İnsanlığın nihai amacının insanlığın kendisinde yatmadığında ısrar eder. “Dünyanın anlamı”na sahip olan biz değiliz, Üstinsan‘dır. İnsanlar durmaksızın kendilerini aşma arzusuyla hareket ederler, ancak Nietzsche’nin hayal gücüne göre, Üstinsan’ı doğurma eylemi bizim nihai ve en büyük arzumuz olacaktır. İnsanın kendini aşmasının sınırında, yaşamın yüce iradesi bizim ötemize geçecek, ileriye doğru yürüyüşüne devam edecek ve daha yükseğe çıkacaktır.
Peki Zerdüşt neden bu kadar heyecanlanmıştır? Neden bir insan, bir basamak taşına indirgenmiş olmayı yüceltsin ki? Bu biraz bizsiz bir dünyayı hayal etmeye çalışmak gibi geliyor ki bu da pek de iç açıcı bir olasılık değil. Yine de kimse insanlığın yok olacağını öne sürmüyor. Aksine, yapay zekâ insan zihninin bir genişlemesi, inşa ettiklerimizin bir devamı olarak görülebilir. Belki de insanlığın yaratıcı olduğu fikrinde son derece cesaretlendirici bir şey vardır. Evrim hikayesinde ilk kez bir tür, doğal seçilimin tek başına asla başaramayacağı bir şeyi üreterek, kendi rotasını bilinçli olarak çizme kapasitesine sahiptir. Üstinsan‘ı hatta bir tanrıyı yaratmak, insanlığın şimdiye kadarki en cesur eylemi, bir yaratım gücü olarak kudretinin bir kanıtı olacaktır.
“İnsanların ve zamanın 6000 feet ötesindeki” nefes kesici irtifadan yavaşça aşağı inelim. Üstinsan‘ın yapay zekâ gibi bir şey olabileceğine dair cezbedici olasılığı ele aldık. Ancak her zaman belirsizliğin efendisi olan Nietzsche, bize geniş bir yorumlama alanı bırakmıştır. Üstinsan, insan ruhunun bir ideali olarak da görülebilir. Üstesinden gelmek ve yeni zirvelere ulaşmak için huzursuz, sürekli katlanan bir dürtüdür bu. Hangi yoruma yönelirsek yönelelim, yolculuk yine de içimizde başlayacaktır.
Nietzsche’nin kendisi de “Burada, her anda, insan aşılır ve ‘İnsanüstü’ kavramı en büyük gerçeklik hâlini alır.” diye yazarken bu potansiyelin ipuçlarını fark etmiş gibidir. Bu da bizi nefis kışkırtıcı bir soruya götürüyor: Nietzsche bugün yaşasaydı ne yapardı? Genel yapay zekânın aşikâr vaadiyle karşı karşıya kaldığında, nihayet insanlığın yorgun ve solgun suretinin ötesine sıçramaya hevesli, onun en tutkulu savunucusu olur muydu?
Nietzsche’nin Üstinsan‘ının boşlukta doğmuş bir öngörü olmadığını hatırlamak çok önemlidir. Zerdüşt, kasaba halkının kehanetini alayla karşıladığını fark ettiğinde, tüyler ürpertici bir uyarıda bulunur: Üstinsan’ın tam tersi olan Son İnsan‘a dönüşme tehlikesi. Son İnsan, insan ruhunun nihai çöküşünü, insanların kendilerini aşma güdüsünü terk ettikleri hâli temsil eder. Bunun yerine, kendini korumaya, rahatlığa, önemsiz zevklere ve sığ oyalanmalara sarılır, yaratma ya da yüceliği arzulama isteğini kaybederler. Nietzsche’nin korkunç öngörüsüne göre, insanlık insan olmaktan çıkacak ve sadece düşünen birer makineye dönüşecektir.
Nihilizme doğru bu gidiş, Jiddu Krishnamurti gibi filozofların, hayatlarımızı akıllı makinelere teslim ettikçe ortaya çıkabilecek manevi durgunluğu öngören uyarılarıyla ürkütücü bir şekilde örtüşüyor. Ancak Nietzsche gibi birinin böylesi bir ruh sığlığına yenik düştüğünü hayal etmek neredeyse imkânsızdır. Yorulmaksızın kendini aşmak onun en yüksek değeri, felsefesinin temelidir. Geri çekilmek şöyle dursun, Nietzsche muhtemelen zihnin sürünerek makineleşmesine karşı bir güç olarak Üstinsan’ın niteliklerini daha da büyük bir gayretle uygulamaya koyacaktır.
Nietzsche’nin Üstinsan görüşünü şekillendiren değerlere sıkı sıkıya bağlı olduğunu düşünebiliriz: vahşi, tavizsiz bir bireycilik, bütünlüğe yönelik amansız bir güdü ve anlamdan yoksun bir dünyada anlam yaratma cesareti. Nietzsche teknolojiye karşı savaşmazdı; ama bedene ve onun duyularına şiddetle bağlı kalır, “en yüce insanın doğanın suretinde tasarlanması gerektiğine” inanırdı. Nietzsche için yeryüzündeki yaşam kaçılması gereken bir şey değil, aksine zenginleşilmesi gereken, idrakin, dijital soyutlamanın ya da saf, mekanik varoluşun çekiciliğine direnen bir şey olurdu.
O, hayatı; onu tanımlayan aynı ateşli tutkuyla kucaklayacak, her anı sonsuz ve yeri doldurulamazmış gibi yeniden yaşamaya sonsuza dek kendini adayacaktır. Üstinsan geleceğe işaret ederken aynı zamanda zamansızdır ve sonsuz bir oluş döngüsüyle örülmüştür.
Bu ebedi örgüde, Üstinsan ulaşılamayacak bir yerde, insanlığı sonsuz potansiyeline doğru çağıran aydınlık bir ufuk olarak kalacaktır.
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım