Felsefe hakkında her şey…

“Sürdürülebilirlik” kavramı, altı doldurulamaz boş bir retorik midir?

01.10.2024
“Sürdürülebilirlik” kavramı, altı doldurulamaz boş bir retorik midir?

“Sürdürülebilirlik” ironik bir şekilde büyüyen bir endüstridir. “Sürdürülebilir kalkınma” teriminin 1987 yılında Our Common Future‘ın (Brundtland raporu olarak da bilinir) yayınlanmasıyla gündeme gelmesinden bu yana, insanlığın gezegenimizin kaynaklarıyla ilişkisi hakkındaki söylemlerde şaşırtıcı bir artış oldu. Genellikle güneş panelleri ya da rüzgâr türbinleri önünde sarışın çocukların yer aldığı gösterişli raporların ardı arkası kesilmiyor ve bunlar sorumluluk bilincinde olmanın ve iyi yöneticiliğin kanıtı olarak masaların üzerine yerleştiriliyor.

Her birkaç yılda bir, genellikle öncesinde “katılımcı” ya da “topluluk odaklı” gibi sıfatların yer aldığı yeni bir terim ortaya atılıyor. “Esneklik” teriminin modası geçmiş gibi görünürken son zamanlarda ‘döngüsel ekonomi’ hibe başvurularına, konferans duyurularına ve dergi özel sayılarına eklenecek moda bir terim hâlini aldı. Zaman içinde dergiler kuruldu, yeni kariyer fırsatları yaratıldı ve kütüphane rafları bu konuyu içeren yayınlarla dolup taştı.

Bu arada, gezegensel “aşım” devam ediyor; artan atmosferik karbondioksit konsantrasyonları, ısınan okyanuslar, Kuzey Kutbu’nun erimesi ve çağın diğer alametleri buna örnek teşkil ediyor.

Bunca şey yazılıp çizilirken ya da daha sürdürülebilir bir ifadeyle, elektronlar devreye sokulurken, sürdürülebilirlik hakkında söylenecek güncel bir şey kalmış mıdır? Meslektaşlarım ve ben öyle düşünüyoruz.

Üçümüz (baş yazar Ulrike Ehgartner, ikinci yazar Patrick Gould ve ben) yakın zamanda “Sürdürülebilir kalkınmada insanoğlunun miadının dolması üzerine” adlı bir makale yayınladık. 1

Bu makalede, Gunther Anders adlı Avusturyalı bir siyaset felsefecisinin bazı çalışmalarından yararlanarak sürdürülebilirlikle ilgili büyük soruları ele aldık.

Günther Anders kimdir?

Günther Siegmund Stern 1902 yılında doğdu. Berlin’de gazeteci olarak çalışırken, bir editör kulağa Yahudi gibi gelen isimlerin kullanımını azaltmak istedi. Stern “Anders” (“diğer” veya “farklı” anlamına gelir) ismini seçti ve hayatının geri kalanında bu ismi kullandı.

Anders dönemin önemli felsefi figürlerinin çoğunu tanıyordu. Edmund Husserl ve Martin Heidegger’in öğrencisi oldu. Hannah Arendt ile kısa bir süre evli kaldı ve Walter Benjamin ile de akrabalık bağı bulunuyordu. Aile ve arkadaş çevresinin bu zenginliğine rağmen Anders’in kendisi pek tanınmıyordu. Harold Marcuse onun hakkında “Stern” isminin oldukça uygun olduğunu belirtiyor ve şöyle yazıyordu:

Keskin eleştirel pesimizmi, çığır açan eserlerinin neden kamuoyunda nadiren sürdürülebilir tartışmalara yol açtığını açıklayabilir.

Hiroşima ve nükleer tehdit Anders’in yazıları üzerindeki belirleyiciler olsa da Auschwitz‘te yaşananlar, Vietnam Savaşı ve Fransa ile ABD’deki sürgün dönemleri de Anders’i önemli ölçüde etkilemiştir. Peki bunları neden önemsemeliyiz ve onun fikirleri sürdürülebilirlikle ilgili günümüz fikirlerine nasıl uygulanabilir?

Burada meslektaşlarımla birlikte yazdıklarımızı tek tek anlatmaya imkân yok, ancak onun iki fikri incelemeye değecektir: “Promethean boşluğu” ve “kıyamet körlüğü”.

Anders, sanayi çağının getirdiği toplumsal değişimlerin -ki bunların başında iş bölümü geliyor- bireylerin makine üretme kabiliyetleri ile bunun sonuçlarını tasavvur etme ve bunlarla başa çıkma kabiliyetleri arasında bir uçurum yarattığını öne sürüyordu.

Anders, Yunan mitolojisindeki Prometheus (Olimpos Dağı’ndan ateşi çalıp insanlara veren kişi) efsanesinden yola çıkarak, akademik ve bilimsel düşüncede kendini gösteren ve toplumsal meselelerin büyük ölçüde sıradanlaştırılmasına yol açan bir “Prometheus boşluğu” olduğunu ifade ediyordu..

İkinci fikir ise Anders’e göre Üçüncü Sanayi Devrimi çağında insanların zihniyetini oluşturan “kıyamet körlüğü”dür:

İnsanoğlunu kendi tarihinin kötü bir şekilde sona ermesi ihtimaliyle yüzleşmekten âciz bırakan bir zaman ve gelecek nosyonu belirlemektedir. Sanayi Devrimi’nden bu yana ısrarla yerleşmiş olan ilerleme inancı, insanların varlıklarının tehdit altında olduğunu ve bunun tarihlerinin sonunu getirebileceğini anlayamamalarına neden olmaktadır.

Basitçe söylemek gerekirse doğrudan bize doğru gelse bile bir kıyametin gözünün içine bakmak istemiyoruz.

İklim bağlantısı

“Ne olmuş yani?” diye sorabilirsiniz. Lewis Mumford ve Jacques Ellul gibi teknoloji hakkında konuşan bir başka tanınmamış felsefeciyi neden dinleyelim ki? Ama bence Anders ve çalışmaları hakkında biraz bilgi sahibi olmak bize birkaç önemli noktayı hatırlatacaktır.

Bu yeni bir şey değil. Son zamanlarda ‘ilerleme’ kavramı, bu konudaki varsayımlarımızı sorgulayan kitaplarla yeniden gündeme geldi. Bu elbette yeni bir şey değil. 1967 yılında Shirley Hazzard şöyle yazmıştır:

Bu gelişim süreci hakkında yarım önlemlerin olamadığı görülüyordu: Bir ülke geri kalmışlığını kabul ettiğinde, gelişme konusunda hiçbir uzlaşma umut edemezdi. Prensip olarak bir atom reaktörünü kabul etmeden bir kutu hapı kabul edemezdi. İlerleme, son damlasına kadar içilmesi gereken bir kaynaktı.

Kenarından köşesinden kurcalamanın zamanı geçmiştir. Sürdürülebilirlikle ilgili iyi hissettiren meşguliyetlerimizin peşinden gitmekten daha güçlü adımlar atmamız gerekiyor.

Bu da bizi mevcut rotadan ya da daha doğrusu birden fazla çarpışma rotasından kimin çıkarması gerektiği sorusunu akla getiriyor. Bu cevaplaması zor bir soru. 2

Tekno-düzeltmelerin (%100 yenilenebilir enerji dâhil) sorunlarımızı çözeceği umudu tehlikeli bir yanılsamadır (lütfen dikkat edin, %100 yenilenebilir enerjiye karşı değilim; sadece yeşil enerjinin gezegeni onarmak için “gerekli ama yeterli olmadığını” söylüyorum).

Benzer şekilde, “döngüsel ekonomi”nin de oldukça dairesel bir tarafı var; tüm bunları daha önce de görmüştük. Bunlar biraz daha fazla verimlilikle her şeyin basitçe ilerlemeye devam edebileceğine dair “ekolojik modernist” inancın son nefesi gibi görünüyor.

Sorunlarımız çok daha derinlere iniyor. Değerlerimizde, alışkanlıklarımızda, davranışlarımızda ve bakış açılarımızda hızlı ve köklü bir değişime ihtiyacımız olacak. Anders’in terimleriyle ifade edecek olursak kıyamet olasılığına karşı kör olmayı bırakmamız gerekiyor. Ama yine de insanlar bunu bir asır ya da daha uzun süredir aynı şekilde dillendirip duruyor.

 


Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Marc Hudson’ın “How an obscure Austrian philosopher saw through our empty rhetoric about ‘sustainability’” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım

KAYNAKÇA

  1. Ehgartner, U., Gould, P. ve Hudson, M. (2017), On the obsolescence of human beings in sustainable development. Global Discourse, 7 (1), 66-83, https://doi.org/10.1080/23269995.2017.1300417
  2. Fligstein, N. ve McAdam, D. (2011), Toward a General Theory of Strategic Action Fields. Sociological Theory, 29 (1), 1-26, https://doi.org/10.1111/j.1467-9558.2010.01385.x
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...