Şiirsel adaleti memnuniyetle karşılarken şiirsel adaletsizlik karşısında neden umutsuzluğa kapılıyoruz?
Bir gün, bir fili öldüren avcının, öldürdüğü filin altında kalarak ezildiği haberini okumuştum. Bir arkadaşım bu hikâyeyi bana e-postayla göndermişti ve konu başlığında tek bir sözcük yazıyordu: “Adalet!”
Şiirsel adalet konusunda başkaca örnekler olarak şunlar sayılabilir: Bir teröristin başkalarına zarar veremeden kendi üzerindeki bombayla etkisiz hâle gelmesi; ahlakçı ve başkalarına vicdan telkin eden bir din görevlisinin, karısını bir hayat kadınıyla aldatırken yakalanması; siyahi karşıtı bir ırkçının DNA testi sonucunda kısmen Afrika kökenli olduğunu fark etmesi.
Şiirsel adalet
Şiirsel adalet genellikle “kötülüğün cezalandırıldığı” bir durumun “kendine özgü şekilde yerinde” veya “bilhassa yerinde” bir şekilde sonuçlanması olarak tanımlanır. Ancak yukarıda bahsini ettiğimiz vakalarda gerçekten bir cezalandırmanın söz konusu olduğu açık değildir. İnsanlar zarar görmekte ya da sıkıntı çekmektedir evet; ancak bu cezalar kişilere bir fail tarafından kasıtlı olarak yanlış eylemleri cezalandırmak için uygulanmamaktadır.
Buna ek olarak, bu kötülükleri geniş anlamda “ceza” olarak kabul etmek istesek bile, sorulması gereken asıl soru şudur: Bunları özel ya da özellikle yerinde kılan şey tam olarak nedir?
Şiirsel adalet genel olarak bir kişinin bir başkasına haksız yere zarar vermesi ve ardından hukuk dışı bir kaynaktan benzer türde bir zarar görmesi ya da zararlı eyleminin neden olduğu farklı nitelikte bir zarara uğraması ya da bu zararlı eylemin neden olduğu aynı türden bir zararla karşılaşmasıdır.
Diğer bazı sözlükler bu soruya şöyle bir yanıt öneriyor: Cezanın ironik bir şekilde verilişi. Ancak bu bana pek doğru gelmiyor. Evet, bir fail beklemediği kötü bir duruma düşüyor; ancak bir mahkeme tarafından cezalandırılmak, beklenmedik olsa bile, şiirsel adalet demek değildir.
Dahası, ironi genellikle uyumsuzluğu ifade etmek için kullanılır, ancak şiirsel adalet konusunda benim için öne çıkan şey onun çok yerinde olmasıdır. Şiirsel adalette, alışılagelmiş tanımların yakalamakta başarısız olduğu bir tür uyum ya da estetik birlik vardır.
Şiirsel adaletsizlik
Şiirsel adalet anlayışının bir fazileti de doğal olarak paralel bir şiirsel adaletsizlik çözümlemesine zemin hazırlamasıdır. İnsanlar genellikle bu kavramdan bahsetmezler, ancak bazı olaylar bu şekilde tanımlanmaya uygundur.
Orta Amerika’daki barışı ve adaleti geliştirmek için çalışan, zeki, güzel ve kibar bir üniversite öğrencisi olan Miya Rodolfo-Sioson‘u düşünelim. Yirmili yaşlarının ortalarında kampüste meczup bir silahlı adam tarafından vuruldu ve hayatının geri kalanını boynundan aşağısı felç olmuş biçimde geçirdi. Buna rağmen 30’lu yaşlarına kadar hayır işleriyle uğraştı; ancak meme kanserine yakalandı ve 40 yaşında öldü.
1993 yılında öldürülen Amerikalı Fulbright değişim öğrencisi Amy Biehl vakası da şiirsel adaletsizlik örneği olarak akla geliyor. Genç bir ırk ayrımı karşıtı ve demokrasi yanlısı aktivist olan Biehl, beyaz olduğu için Cape Town’ın dışında bir grup siyah tarafından bıçaklanarak ve darp edilerek öldürülmüştü. Buna karşın, katillerinden ikisinin onun adını taşıyan bir vakıfta çalışmaları şiirsel adalet örneği oluşturmuştur.
Şiirsel adaletsizliğin, bir kişinin başkalarına yardım etmek için ahlaki görevinin ötesine geçmesi ve daha sonra, belki de hafifletmeye çalıştığı türden ve yardım etmeye çalıştığı kişilerden zarar görmesi meselesi olduğunu söylüyorum.
Şiirselliğe tepki göstermek
Şiirsel adalet neden zaman zaman muazzam olabilirken şiirsel adaletsizlik ise dehşet verici olabiliyor? Neden şiirsel adaleti memnuniyetle karşılarken şiirsel adaletsizlik karşısında çaresizlik içinde başımızı öne eğiyoruz?
Şiirsel adaletsizlik bana kısmen içerdiği anlamsızlık, yararsızlık ya da mantıksızlık nedeniyle korkunç görünüyor. Filozoflar bunlar arasında ayrım yapsalar da bu kötülüklerin ortak noktası, çabalamış olsak da arzu edilen hedeflere ulaşamamaktır. Ya da daha da kötüsü, arzu edilen koşulları sağlamaya çalışırken arzu edilmeyen koşulların ortaya çıkması veya bunlardan ötürü acı çekilmesidir. Biri iyilik yapmaya çalıştığında kötülüğü hak etmenin adaletsizliğinin ötesinde, burada anlamsız bir şey ya da bir boşluk söz konusudur.
Peki, şiirsel adaleti böylesine cazip kılan nedir? Bazen şiirsel adaleti isteriz çünkü hukuk hak edileni verecek konumda olmayabilir. Yukarıdaki vakalara dönecek olursak, fili vurmak ve ırkçı tutumlar sergilemek muhtemelen yasalara uygundur; bunlara karşı oluşacak bir cezayı sadece şiirsel adalet sağlayabilirdi.
Ancak bu husus meselenin özüne inmiyor, çünkü yasalar örneğin bir teröristle de muhatap olabilir. Neden bir teröristin bombalama girişiminde bulunarak yaralanması, böyle bir girişimde bulunduğu için hapse mahkum edilmesinden daha iyi olsun ki?
Açıklamanın bir kısmı, diğer insanların ceza vermek gibi tatsız ve ahlaki açıdan sorgulanabilir bir görevi yerine getirmek zorunda kalmamaları olabilir. Birinin cezalandırılmayı hak ettiğinden ya da birine hak ettiği cezayı vermekte kendimizi haklı gördüğümüzden asla tam olarak emin olamayız. Zararı Tanrı’nın, doğanın ya da suçlunun kendisinin kendisine vermesi daha iyidir.
Ancak bu nokta da yeterli değildir. Muhtemelen suçlu kişinin yanlış eyleminin kendisine zarar vermesiyle sonuçlanması, hak ettiği zararın her şeyi bilen bir Tanrı’dan ya da bilinçsiz bir doğadan gelmesinden bazı açılardan daha iyidir. Neden?
Bu noktada kesin bir şey söyleyemem. Ancak bunun sadece suçlu taraf üzerindeki etkilerle değil, aynı zamanda tehdit altında olan ya da onlardan etkilenen kişiler üzerindeki etkilerle de ilgili olduğunu düşünmek istiyorum. Birisi kötü davranmışsa bu kişinin bize gülümseyecek bir şey vermesi çok daha iyidir.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Thaddeus Metz’in “Why we welcome poetic justice and despair at poetic injustice” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım