Sevgi, iyileştirir mi? “Karanlığı karanlıkla yok edemezsiniz; bunu yalnız ve yalnız, ışık gerçekleştirebilir.”
Adalet, herkesin hak ettiğini alması anlamına gelir. Ölçülülük, cesaret ve sağduyu ile birlikte dört temel erdemden biridir. Katolik teolojisinde bu erdemlerin insanların kendileri için iyi bir yaşam inşa etmelerine yardımcı olduğuna inanılır. Bunlar, birlikte anlam kazanan değerlerdir. Ancak ne gariptir ki günümüzde adalet konusuna diğerlerinin hepsinden çok daha fazla önem verilir.
Adalet üzerine yapılan bu aşırı vurgunun nedeni nedir? Adalet; merhamet, bağışlama ya da şiddetsizlik gibi kavramlarla desteklenmediği takdirde, intikam duygusu öncelikli davranış biçimine dönüşebilir ve “göze göz, dişe diş” zihniyeti dünyayı yaşanmaz kılabilir. Gerçekten de adalet saplantısı yaşamı iyileştirmek yerine birbirimizle olan etkileşimimizi bir katliam sahnesine dönüştürebilir.
İlahi dinlerde sıkça karşımıza çıkan “Sana bir tokat atana diğer yanağını çevir.” öğretisi, başka bir deyişle, yerinizde durun ve size kötülük yapana onun içinde yaşadığı dünyayı reddettiğinizi gösterin demektir. Böyle davranarak karşınızdakine “Bana bir daha bu şekilde saldırmana izin vermeyeceğim!” demiş olursunuz. Yani bu kötülüğe teslim olmak demek değil, aksine cesaretle karşı durmaktır.
Bunu yaparsak diğer kişinin davranışının bir tür aynası gibi davranırız ve ona düşünmesi için bir şans veririz. Bu şiddetsiz yaklaşım karşımızdaki kişiyi incitmez ve nihai zafere ulaşmamızı sağlar: Kişi tutumunu ve davranışlarını değiştirir. Peki günlük yaşamımızda, kendi çatışmalarımızda “diğer yanağımızı çevirmeye” nereden başlayabiliriz? Buna başlamanın en kolay yolu, sevgi içeren davranışlar sergilemektir.
Unutmamalıyız ki sevgi bir duygu değil; bir istenç edimidir. Ya da Thomas Aquinas’ın ağzından şöyle söyleyebiliriz:
“Sevmek, diğerinin iyiliğini istemektir.”
Kültürel adaleti sağlamanın belki de en iyi yakın dönem örneklerinden biri, şiddet içermeyen gösterileriyle yalnızca hızlı bir toplumsal değişime yol açmakla kalmayıp aynı zamanda bunu merhamet ve metanetle yaparak taraftarlar toplayan Martin Luther King tarafından gerçekleştirilen kamusal faaliyetlerdir. King şöyle düşünür:
“Karanlığı karanlıkla yok edemezsiniz; bunu yalnız ve yalnız, ışık gerçekleştirebilir. Nefreti de nefretle yok edemezsiniz; bunu da ancak ve ancak sevgi ile yapabilirsiniz.”
Baylor Üniversitesinde yapılan bir araştırma, tartışmak ya da duygusal olarak geri çekilmek gibi olumsuz davranışlardan en azından kaçınılmasının, sıkıntılı zamanlarda ilişkilerimizi kurtarmak için oldukça yararlı olabileceği fikrini desteklemektedir. Önemli olan sadece iyi davranmak değil, aynı zamanda başkalarıyla kalıcı ilişkiler kurmamıza yardımcı olacak biçime, kötü davranışlara karşılık da vermemektir.
Bir bakıma, insanlar kusursuz varlıklar olmadıkları için, katı adalet kuralları uygulamamamız kurduğumuz ve sürdürdüğümüz ilişkiler için elzemdir. Ancak kötülüğe karşı verilecek böylesine pasif görünümlü bir tepki gerçekten de durumu daha iyi hâle getirebilir mi? Bu şüphesiz, kişinin cesur ve yürekli bir şekilde kendi ayakları üzerinde durması anlamına gelir. Bu, kötülüğün tekerine çomak sokmaktır. Bütün bunlar, kötü kişiyi yok etmek amacıyla değil, özgürleştirmek hedefiyle yapılmalıdır.
Nezaket, geçmişteki kötü davranışların neden olduğu yaraları iyileştirir. Bu kulağa ruhani bir saçmalık gibi gelebilir; ancak “sevgi”nin etkileri gerçekten çok geniş kapsamlı olabilir. Örneğin son araştırmalar, sevgi dolu ilişkilerin bizi kansere karşı bile koruyabileceğini öne sürüyor. Kuşkusuz uzmanlar bunun nasıl olduğundan tam olarak emin değiller. Çift olarak birbirine bağlanmış fareler arasındaki bağlılığın farelerin hayatta kalmasına yardımcı olduğu gerçeği ortadadır.
Ne yazık ki doktorlar sevgiyi reçeteye yazamıyor; en sevdiğiniz içecekler gibi şişelenip satılamıyor; ancak günlük yaşamımızda isteyerek uygulayabileceğimiz, eyleme dönüştürebileceğimiz bir şeydir sevgi. Adalet konusunda aşırı vurgu yapmak yerine, nezaketle yaşayabilir ve yaşamaya izin verebiliriz. Bunu yaparken farkında olmadan, kötülüğe kötülükle karşılık verme saplantısı içindeyken daha önce hayal bile edemediğimiz olumlu bir dizi olayı başlatabiliriz.
Katı bir adaletten ziyade, hakkaniyet için ılımlı bir çaba, gerçekten de “iyi yaşamı” bulmamıza yardımcı olabilir. Nasıl mı? Başkalarıyla iyi ilişkiler içinde kalarak. Hayatın öngörülemeyen anlarında, başkalarıyla olan bağlarımız sadece zor zamanlar geldiğinde daha dirençli olmamızı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda başkalarının arkamızda olduğunu bilmenin rahatlığını da sağlar. Başkalarına adil davranmak, onları da bize karşı benzer şekilde davranmaya teşvik eder.
Social Justice Research dergisinde yayınlanan bir çalışmaya göre, adil bir dünyada yaşadıklarına inanan gençlerin adil davranma olasılıkları daha yüksektir. Çalışmayı yapan akademisyenler, böyle bir inancın üniversite derslerinde kopya çekme vakalarını azalttığını ortaya koymuştur. Şimdi bunun okul dışında neler yapabileceğini bir düşünelim… Gerçekten de hepimiz “Hayatın kendisi adil değildir!” sözünü duymuş olsak da adil sistemlere olan inancımız, davranışlarımızı iyileştirir. Bizi adil oynamaya sevk eder.
Köpeklerin birbirini yediği bir dünyada yaşadığımız sık sık söylenir. Bu doğru olabilir. Ancak eğer öyleyse o zaman bu durum sevgi davranışlarının ön plana çıkması için güçlü bir zemin sağlar. Özellikle de bize kötü davranmış olabilecek kişilerin gözünde… Acı gerçekler nezaketi daha da cazip hâle getirir. Ve böyle bir inandırma, düşmanları dosta dönüştürebilir. Yaşamda oldukça tuhaf şeyler meydana gelebilir…
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım