Saat zamanı, deneyimlenen zamana karşı: Henri Bergson ve Albert Einstein zamanın doğası ve nasıl ölçülebileceği konusunda temelde anlaşmazlığa düştüler. Peki kim haklıydı?

6 Nisan 1922 akşamı Paris’teki bir konferans sırasında filozof Henri Bergson ve fizikçi Albert Einstein, 20. yüzyılın en büyük entelektüel tartışmalarından birine sahne olan zamanın doğası konusunda karşı karşıya geldiler.
O sırada 43 yaşında olan Einstein, dünyayı büyüleyen ve sarsan görelilik teorisi hakkında Société française de philosophie‘de bir konuşma yapmak üzere Berlin’den Paris’e gelmişti. Alman fizikçi için saatlerle ölçülen zaman artık mutlak değildi: Çalışmaları ona eş zamanlı olayların yalnızca tek bir referans çerçevesinde eş zamanlı olduğunu gösteriyordu. Sonuç olarak, New York Times‘taki bir haberde yazılana göre ‘uzayı ve zamanı altüst etmiş’ ve uluslararası bir şöhret kazanmıştı. Paris’e vardığı andan itibaren fotoğrafçılar Einstein’ın peşini bırakmadı. O nisan akşamında konferans salonu ise tıklım tıklım doluydu.

Albert Einstein College de France’da, Henri Bergson da dinleyiciler arasında (beyaz sakallı adamdan sonra ikinci sırada). Paris, 1922. © Leo Baeck Enstitüsü, New York
Salonda toplanan kalabalığın arasında oturan bir başka ünlü kişi daha vardı. O zamanlar 62 yaşında olan Henri Bergson, özellikle ‘la durée’ (”süre”) adını verdiği bir zaman ve bilinç kavramı üzerine kurulmuş felsefesini tanıttığı, çok satan kitabı Yaratıcı Evrim (1907) ile uluslararası alanda tanınan biriydi.
İlgili konu: Yaratıcı evrim
Bergson, Einstein’ın fizik konusundaki teorisini kabul etmekle birlikte, zamanla ilgili tüm yargılarımızın saatlerle ölçülen olaylarla ilgili yargılara indirgenebileceğini kabul edemiyordu. Ona göre zaman öznel olarak deneyimlediğimiz bir şeyden ibaretti. Zamanın geçtiğini sezgisel olarak hissedebiliyorduk. Bergson işte hissedilen bu şeye, ‘süre’ adını veriyordu.
İkilinin aralarındaki tartışma neredeyse tesadüfen başladı. Nisan ayındaki toplantı fizikçileri ve filozofları görelilik kuramını tartışmak üzere bir araya getirmek için düzenlenmişti; ama Bergson buraya sadece konuşulacakları dinlemek niyetiyle gelmişti. Ancak tartışma tıkandığında, araya girmesi için ona baskı yapıldı. İsteksizce ayağa kalktı ve yakında çıkacak olan kitabı Süre ve Eşzamanlılık‘tan (1922) birkaç fikir sundu. Jimena Canales’in The Physicist and the Philosopher (2015) adlı kitabında belgelediği üzere, Bergson’un takip eden yarım saat içinde söyledikleri, 20. yüzyıl boyunca ve 21. yüzyılda yankılanacak bir tartışmanın fitilini ateşleyecekti. Zamanın doğası, fiziğin felsefeye karşı konumu ve bilim ile insan deneyimi arasındaki ilişkiye dair bugün hâlâ sürmekte olan tartışmaları su yüzüne çıkaracaktı.
Bergson, sözlerine Einstein’ın çalışmalarına duyduğu hayranlığı dile getirerek başladı. Einstein’ın fikirlerinin çoğuna bir itirazı yoktu. Bergson daha ziyade Einstein’ın zamansal kavramlarının felsefi önemine itiraz etmiş ve fizikçiye zamanın yaşanmış deneyiminin önemi ve bu deneyimin görelilik kuramında nasıl göz ardı edildiği konusunda eleştiriler getirmişti.
Einstein çok iyi bilmediği bir dil olan Fransızca ile konuşmak zorunda kalmasına rağmen, yalnızca bir dakika içinde ona yanıt verdi. Bergson’un söylediklerinden ne anladığını özetledi ve ardından filozofun fikirlerini fizikle ilgisiz bularak bir yana itti. Einstein nesnel zaman konusunda bilimin otorite olduğuna ve felsefenin bu konuda söz söylemeye hakkının bulunmadığına inanıyordu. Reddiyesini bitirirken şöyle dedi:
“Burada filozofun zamanı yoktur; sadece fizikçinin zamanından farklı psikolojik bir zaman vardır.”
Ancak o gece başlayan tartışma ile ilgili olarak pek çok kişinin inandığının aksine, Einstein yanılıyordu. Üçüncü bir tür zaman daha vardı: Filozofun zamanı.

Henri Bergson
Süre ve Eşzamanlılık aynı yılın sonlarında yayımlandığında, Bergson’un Einstein’la tartışması daha geniş kitlelere yayıldı ve diğer birçok fizikçi ve filozofu da bu tartışmaya dâhil etti. Ancak tartışma dalga dalga yayıldıkça filozofun iddialarında çatlaklar belirmeye başladı. Tartışma, Bergson’un Einstein’ın görelilik teorisinin önemli bir teknik yönünü, özellikle de zaman genişlemesini (iki saatin göreceli hızları nedeniyle ölçülen geçen zaman farkı) yanlış anladığını gösterdi. Bu başarısızlık nedeniyle pek çok kişi yalnızca Einstein’ın tartışmayı kazandığına değil, süre felsefesinin fizik dünyasıyla hiçbir ilgisi olmadığına da inanmaya başladı. Bergson bilimin en ileri noktasıyla bağını koparmış gibi görünüyordu. Felsefeci Thomas Louis Hanna 1962’de şöyle yazdı:
“Einstein’ın teorileri zaman içinde giderek daha çarpıcı bir kanıtla doğrulanırken Bergson’un teorileri yaprak yaprak döküldü. Bergson’un yaşadığı bu başarısızlığın en iyi açıklaması onun matematik ve fiziğin bakış açısına ve sorunlarına yeterince vakıf olmamasıdır.”
Nobel ödüllü Ilya Prigogine ve felsefeci Isabelle Stengers de çığır açan kitapları Order Out of Chaos‘ta Bergson’un felsefesini ele almışlar ve onun ‘Einstein’ın görelilik kuramını açıkça yanlış anladığını’ yazmışlardır.
Ancak Bergson’un çalışmalarının yakından incelenmesi bu taraflı yargıları doğrulamamaktadır. O ne bilimden ne de matematikten uzaktı. Aslında matematikte oldukça becerikliydi; prestijli bir matematik ödülü kazanmıştı ve yayınlanan ilk çalışması bir matematik dergisinde yer almıştı. İzafiyet teorisinin teknik yönlerinden biri hakkında yanılmış olsa da daha temel bir konuda yanılmamıştı: Zaman sadece saatlerin ölçtüğü bir şey değildir. Doğrudan süre deneyimimize dayanan başka şekillerde de anlaşılmalıdır.
Konu Başlıkları
Bergson, sürenin gerçek anlamda ölçülemeyeceği konusunda ısrarcıdır
Fransız filozofun zamana bakışını anlamak için doktora tezi üzerinde çalıştığı 1880’lere dönmemiz gerekiyor. Bu çalışma 1889’da ilk kitabı olarak; İngilizce Time and Free Will: An Essay on the Immediate Data of Consciousness (Bilincin Anlık Verileri Üzerine Bir Deneme) adıyla 30 yaşındayken yayımlanacaktı. Kitabın en önemli katkısı zamanın mekânsal olmadığı fikridir.
Zamanı genellikle uzayla benzer olarak hayal ederiz. Örneğin bir çizgi (olayların zaman çizelgesi gibi) ya da bir daire (güneş saati halkası ya da saat kadranı gibi) üzerine yerleştirilmiş olarak düşünürüz. Ve zamanı bir saatin saniyeleri olarak düşündüğümüzde, onu ayrık, homojen ve özdeş birimlerin sıralı bir dizisi olarak uzamsallaştırırız. Buna saat zamanı diyeceğiz. Ancak günlük yaşamlarımızda zamanı özdeş birimlerin art arda sıralanması olarak deneyimlemeyiz. Dişçi koltuğunda geçirilen bir saat, arkadaşlarla bir kadeh şarap eşliğinde geçirilen bir saatten çok farklıdır. Buna da deneyimlenmiş zaman diyeceğiz. Deneyimlenmiş zaman akış ve sürekli değişimdir. ‘Olmak’tan ziyade ‘oluş’tur. Zamanı bir çizgi üzerindeki noktalar veya saatteki saniyeler gibi bir dizi yeknesak, değişmeyen birim olarak ele aldığımızda, gerçek yaşamı tanımlayan değişim ve dönüşüm duygusunu kaybederiz; Bergson’un ‘süre’ olarak adlandırdığı, oluşun geri döndürülemez akışını kaybederiz.
Bir melodi düşünün. Her notanın kendine özgü bir varoluşu vardır ve bu nota aynı zamanda kendisinden önce ve sonra gelen diğer notalar ve sessizliklerle uyum içindedir. Dinlerken, geçmiş notalar şimdiki notalara karışır ve (özellikle de şarkıyı daha önce duyduysak) gelecekteki notalar şu anda duyduğumuz notalara çoktan karışmış gibi görünebilir. Müzik sadece bir dizi birbirinden bağımsız notadan ibaret değildir. Onu doğası gereği süreklilik arz eden bir şey olarak deneyimleriz.
Bergson, sürenin gerçek anlamda ölçülemeyeceği konusunda ısrar etmiştir. Hacim, uzunluk, basınç, ağırlık, hız veya sıcaklık gibi bir şeyi ölçmek için ölçü birimini bir standarda göre belirlememiz gerekir. Örneğin, metre standardı bir zamanlar Paris’te bulunan 100 santimetre uzunluğundaki platin çubuğun uzunluğu olarak belirlenmişti. Şimdi ise son derece kısa bir zaman aralığında boşlukta hareket eden bir ışık yörüngesinin uzunluğunu ölçen atom saati ile tanımlanmaktadır. Her iki durumda da standart metre, kendisi de bir uzunluğa sahip olan bir uzunluk ölçümüdür. Standart birim, ölçtüğü özelliği örneklendirir.
Zaman ve Özgür İrade‘de Bergson bu işlemin süre için geçerli olmayacağını savunmuştur. Sürenin bir saat tarafından ölçülebilmesi için, saatin kendisinin süreye sahip olması gerekir. Ölçmesi gereken özelliği örneklemelidir. Saat zamanına dâhil olan ölçümleri analiz etmek için Bergson ileri geri hareket eden salınımlı bir sarkaç düşünmüştür. Sarkaç her an uzayda farklı bir konumda bulunur; tıpkı bir çizgi üzerindeki noktalar ya da bir saatin akrep ve yelkovanı gibi. Bir saat söz konusu olduğunda, mevcut durum ya da zaman ‘şimdi’ dediğimiz şeydir. Saatin birbirini izleyen her ‘şimdi’si geçmişe dair hiçbir şey içermez; çünkü her an, her birim ayrı ve farklıdır. Ancak biz zamanı bu şekilde deneyimlemeyiz. Bunun yerine, bu ayrı anları hafızamızda bir arada tutarız. Onları birleştiririz. Fiziksel bir saat bir dizi anı ölçer, ancak yalnızca süreyi deneyimlemek, görünüşte ayrı olan bu anları bir dizi olarak görmemizi sağlar. Zamanı saatler ölçmez; biz ölçeriz. Bergson’un saat zamanının yaşanmış zamanı gerektirdiğine inanmasının nedeni budur.
Bergson, doğa bilimleri çevçevesinde saat zamanına kesinliğine ihtiyacımız olduğunu kabul eder. Örneğin, hareket hâlindeki bir nesnenin belirli bir zaman aralığında uzayda izlediği yolu ölçmek için zamanı kullanmamız gerekir. Onun itiraz ettiği şey, zaman metafiziğimize süre yerine saat zamanının örtülü bir şekilde yerleştirilmesidir. Zaman ve Özgür İrade‘deki can alıcı vurgusu, ölçümün süreyi varsaydığı, ancak sürenin nihayetinde ölçümden muaf olduğudur.
Einstein farklı bir zaman anlayışına sahiptir. ‘Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği Üzerine’ (1905) adlı makalesinde, zamanı tamamen nesnel terimlerle tanımlamıştır. Nesnel süreçler veya sınamalar olarak ‘bazı imgesel fiziksel deneyleri’ kullanarak, ‘zaman’, ‘eş zamanlı’ ve ‘eş zamanlılık’ kavramları için tanımlar yapmıştır:
“Zamanın rol oynadığı tüm yargılarımızın her zaman eş zamanlı olaylara ilişkin yargılar olduğunu dikkate almalıyız. Örneğin, ‘Şu tren saat 7’de buraya varacak’ dersem, aslında şöyle bir şey demek istiyorumdur: ‘Saatimin küçük kolunun 7’yi göstermesi ve trenin gelişi eş zamanlı olaylardır.’“
Bu tür ‘imgesel fiziksel deneylere’ dayanan tanımlar Einstein’ın görelilik hakkındaki fikirlerini desteklemeye devam edecektir.
Einstein’a göre bir olayın ‘zamanı’, ‘olayın gerçekleştiği yerde bulunan sabit bir saat tarafından olayla eş zamanlı olarak verilen ve bu saatin belirli bir sabit saatle senkronize olduğu ve aslında tüm zaman belirlemelerinde uyumlu bir şekilde çalıştığı zamandır’. Bu tanım, olayın zamanını tanımlamak için yerel bir olay ile yerel bir saat arasındaki eş zamanlılığı kullanır. Ancak neyin sözde yerel eş zamanlılık sayılacağı, hem olayı hem de saati tek bir öznel ‘şimdi’ içinde birlikte algılayan birinin doğrudan deneyimine bağlıdır. Bergson’un 1922’deki tartışmada savunduğu gibi, yerel eş zamanlılık her zaman bilinçli varlıklar tarafından algılanan bir şeydir. Saatler kendi kendilerini okumazlar. Dahası, yerel eş zamanlılık algılayana göredir: Mikrop boyutunda bir saate sahip akıllı bir mikrop için yerel olarak eş zamanlı olan şey, saate sahip bir insan algılayıcı için yerel olarak eş zamanlı olandan farklıdır. Bu, Einstein’ın tanımlarının tamamen nesnel olmadığı anlamına gelir; anlamlılıkları için sadece nesnel prosedürlere veya testlere değil, algılayıcının öznel zaman deneyimine de dayanırlar. Yalnızca bilinçli bir gözlemci bir olay ile bir saat arasında eş zamanlılık kurabilir. Bir saati okumak için zaten zamanın ne olduğunu bilmeniz gerekir ve bu hiçbir saatin size söyleyemeyeceği bir şeydir.
Einstein’ın asıl hatası özel görelilik kuramından süreyi çıkarmamasıydı
Bergson, fizikçilerin kesin anları ölçebilmeleri (yani bir olayın zamanını kesin olarak belirleyebilmeleri) için, sürekli zaman deneyimini basitleştirmeleri ve süre kavramından soyutlamaları gerektiğini kabul etmiştir. Bu tür soyutlamalara itiraz etmemiştir. Onun itiraz ettiği şey, zaman metafiziğinde süre yerine gizlice anın (geçişi anlık olan sonsuz küçük bir zamansal aralık) ikame edilmesiydi. Einstein’ın an kavramının sadece somut süre deneyimimizin soyut bir yalınlaştırması olarak anlamlı olduğunu gözden kaçırmasına itiraz etmiştir. Bergson, Einstein’ın, yaşanmış süre deneyimimize dayanan sezgisel ya da deneyimsel eş zamanlılık kavramının görelilik kuramını destekleyen tanımın içinde saklı olduğunu fark etmesini istiyordu. Matematiksel fizikteki deneyim amnezisine dikkat çekiyordu.
Bu itirazların Einstein üzerinde ne 1922’de ne de sonraki yıllarda etkisi oldu. Einstein için son mesele teorisinin işe yarayıp yaramadığıydı. Zamanın yaşanan deneyimini anlamak, teorisinde ona yardımcı olamazdı; bu yüzden süreyi konu dışı addediyordu ve bunda yanlış bir şey olmadığını düşünüyordu. Onun asıl hatası, süreyi özel görelilik kuramından çıkarmak değildi. Aksine, saatlerin ölçümleriyle tanımlanan fiziksel zamanın yaşanılan zamandan daha asli olduğu görüşüydü.
Bu noktada itiraz edebilirsiniz: Süre sadece kafamızın içinde olan bir şey değil midir? Zamanın geçtiğine dair deneyimimiz beynimizdeki ölçülebilir etkinlikten kaynaklanan bilişsel bir yanılsama değil midir? Örneğin, iki ışığın eş zamanlı veya ardışık olarak ya da tek bir hareketli ışık olarak değerlendirilmesi, sadece aralarındaki zaman dilimine değil, aynı zamanda algılayıcının beyin aktivitesiyle nasıl ilişkili olduklarına da bağlıdır. Öyleyse neden süre deneyimimizin beynimizin ince, ayrıntılı detayları düzelterek zamanın akıyormuş gibi görünmesini sağlamasının bir sonucu olduğunu söyleyemiyoruz?
Bu bizi Einstein’ın 1922 akşamı yaptığı son itiraza götürür:
“Burada filozofun zamanı yoktur; fizikçinin zamanından farklı olarak sadece psikolojik bir zaman vardır.”
Onun ‘psikolojik zaman’ ile kastettiği şey, içsel zaman deneyimimizin dışsal saat zamanı ile uyumlu kılınabileceği ve bu sayede konunun profesyonellerinin algılarımızı anlamsal olarak tanımlayabileceğiydi. Ancak bu psikolojik zaman fikri, Bergson’un ortaya attığı çok daha derin bir felsefi meselenin altını doldurmamaktadır: Süre, psikolojik zamanla aynı şey değildir.
İster fizikte ister psikolojide olsun, saat zamanının ölçülmesi her zaman sürenin yaşanmış deneyiminden daha uzaktır
İkiz paradoksu olarak adlandırılan, ikizlerden biri Dünya’da kalırken kardeşinin bir roketle ışık hızına yakın bir hızla uzaya gitmesi ve ardından aynı hızla Dünya’ya dönmesi üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Görelilik kuramına göre, ikizler yolculuğun başlangıcında aynı şekilde kurulmuş ve senkronize edilmiş olan saatlerini karşılaştırdıklarında, Dünya’da kalan ikiz daha çok zaman geçirmiş ve kardeşinden daha fazla yaşlanmış gibi görünmektedir. Bergson bu fikri reddetmiştir. İkizlerin durumlarının tamamen aynı olduğu ve herhangi bir devinim yaşanmadığı sürece, geri dönmekte olan saatin Dünya’ya vardığında herhangi bir yavaşlama göstermeyeceğini savunmuştur. Ona göre, saat zamanları fiziksel olarak gerçek değildir. Onlar sadece matematiksel soyutlamalardır. Ancak Bergson’un yanıldığı kanıtlandı. Özel görelilik tarafından öngörülen zaman kayması, 1971 yılında fiziksel bir olgu olarak deneysel açıdan doğrulandı.
Bergson, biri yanlış diğeri doğru olan iki şey ileri sürmüştü. Zaman kaymasının fiziksel olarak gerçek olmadığını iddia etmek bir hataydı; ancak hiç kimsenin kendi zaman kayması deneyimini yaşamadığını iddia etmekte haklıydı. Zaman kayması yalnızca başka bir referans çerçevesine göre vardır ve yalnızca dışarıdan görülebilir. Bu da zaman kaymasının kimsenin kendi referans çerçevesi içindeki zamanının bir ölçüsü olmadığı anlamına gelir. Referans çerçevesi bir soyutlamadır, somut bir deneyim alanı değildir ve yalnızca başka bir referans çerçevesine göre belirlenebilir. Dolayısıyla Bergson, her ikizin yalnızca kendi zamanını deneyimlediğini iddia etmekte haklıydı. Ancak bu nokta da diğerleri gibi Einstein tarafından görmezden gelinmiş ya da gözden kaçırılmıştır.
Bergson, seyahat eden ikizin zamanın yavaşladığını hissetmeyeceği konusunda ısrar etti. Zaman kaymasını fark edebilmesi için, kendi referans çerçevesinin dışında durması ve saat okumalarını Dünya’da kalan ikiziyle karşılaştırması gerekirdi. Bu karşılaştırma olmadan, zamanın yavaşladığını hissetmeyeceği için kaymayı fark edemeyecekti. Bazıları Bergson’un deneyimin beyin aktivitesine olan bağımlılığını göz ardı ettiğini, bunun da seyahat eden ikizde yavaşladığı, yani yolcunun bilinç akışının kardeşininkine göre daha yavaş ilerleyeceği anlamına geldiğini iddia edebilir. Bununla birlikte, bu yavaşlama yolcu tarafından fark edilmeyecektir. Daha yavaş geçiş hızı yalnızca Dünya’daki diğer referans çerçevesine göre vardır ya da neyse odur. Dolayısıyla, seyahat eden ikizin kendi ikizinden farklı bir zaman deneyimlediğini söylemek anlamsızdır. Her ikisi de süreyi deneyimler, ancak bireysel süre deneyimleri kendilerine özgüdür. Bergson’un ifadesiyle, farklı bir zamanı deneyimleyen ikiz, Dünya’daki ikizin bakış açısına göre görünen bir ‘hayalet’, bir ‘zihinsel görünüm’ ya da bir ‘imge’dir.
Bergson, bir zaman ölçümünün süreyle bağlantısını yitirmesi hâlinde, bunun gerçekten bir zaman ölçümü olmadığını düşünüyordu. Ve özel göreliliğin farklı zamanlarında olduğuna inandığı şey de buydu. Bergson’a göre Einstein’ın zaman kayması kavramında süre yoktu. Zaman kaynası yalnızca saat okumaları arasındaki bir fark ya da bir fizikçi tarafından hesaplanan dünya çizgileri (nesnelerin uzay-zamandaki benzersiz yolları) arasındaki bir fark olarak ortaya çıkar. Ancak hiç kimse farklı bir geçiş hızı deneyimlemez. Böyle bir fark doğrudan deneyimlenemez çünkü zihinsel olarak kendinizi zaman kaymasının gerçekleştiği referans çerçevesine aktardığınız anda, zaman kayması kaybolur ve orijinal referans çerçevenizde yeniden ortaya çıkar. Burada Bergson haklıydı.
1922’den bu yana geçen yüzyılda, Alman fizikçi ile Fransız filozof arasındaki kavramsal mesafe azalmış gibi görünüyor. Bergson’un fikirlerini görelilik teorisiyle uzlaştırmanın bir yolu olduğu ortaya çıktı; ancak tartışmanın taraflarından hiçbiri bunu fark etmemiş görünüyor. Filozof Steven Savitt’in önerdiği gibi, süre yerel veya ‘uygun zaman’ın geçişi olarak anlaşılabilir; bir referans çerçevesi içinde bir nesnenin dünya çizgisini takip eden bir saat tarafından ölçülen zaman (örneğin, ışık hızında Dünya’dan ayrılan bir ikizi takip ederek). Başka bir deyişle, uygun zaman, bir referans çerçevesi içindeki bir gözlemciye uygun süreye dayanan ölçülebilir saat zamanı olarak anlaşılabilir.
Ancak bu uzlaşma sürenin tek değil çok olduğunu ima eder ki bu Bergson’un kaçınmak istediği bir şeydi; çünkü o sürenin tekil ve evrensel olduğuna inanıyordu. Bu uzlaşmaya göre, zamanın geçişi her zaman Evren’de deneyimlenen bir perspektiften verilir ve asla Evren’in dışından verilmez. Süre çoktur; çünkü olası perspektiflerin ve bunlarla ilişkili dünya çizgilerinin sayısında bir üst sınır yoktur. Her insanın, her böceğin, her kayanın, her şeyin kendi dünya çizgisi vardır. Ve bu dünya çizgilerinin her biri zaman içinde benzersiz bir geçişi ve olası süre deneyimini yansıtır. Daha da iyisi, her bir dünya çizgisi benzersiz bir süre akışının damıtılmasını temsil eder; çünkü bir dünya çizgisi matematiksel bir soyutlamadır, oysa geçiş (geçen zaman deneyimi) somuttur. Evren zamanlarla ve potansiyel süre ritimleriyle doludur. Bu, Evren’in üzerinde uçan ve tüm bu zamanları bir arada gören zamansal bir kuşbakışı görünümü olmadığı anlamına gelir.
Ölçülebilir zaman ve süre biçimi farklı olabilir, ancak geçen zaman deneyimi nihai olarak ölçülemez
Bu iç içe geçmiş zamanlar ve süresel ritimler sayesinde, görelilik teorisinden kaynaklandığı düşünülen blok-evren teorisinin nasıl yanlışlandığını görebiliriz. Bu teoriye göre zamanın geçişi bir yanılsamadır; çünkü geçmiş, şimdi ve gelecek dört boyutlu uzay-zamanda tek bir blok oluşturur. Ancak böyle bir blok evrendeki tüm olayların eş zamanlı gerçekliğini, Evren’in ve doğanın geçişinin dışında bir kuşbakışı (ya da Tanrı’nın gözü) perspektifini benimsemeden kavramak imkansızdır. Bergson ve Einstein’ı uzlaştırmak bize Evren’in böyle zamansal bir kuşbakışı görüntüsünün olamayacağını gösterir. Uzay-zaman boyunca uzanan farklı yolların ve sürenin farklı dinamiklerinin dışını ve üstünü görmenin hiçbir yolu yoktur.
Yine de bu çoğalan zamanlara rağmen, Bergson’un düşündüğü gibi, sürenin de tekil ve evrensel olduğu bir anlam vardır. Ölçülen zaman her zaman sürenin ya da zamansal geçişin aynı ortadan kaldırılamaz somut gerçeğini varsayar. Ölçülebilir zamanlar ve süresel ritimler farklılık gösterebilir; ancak zamanın geçmesi deneyimi nihai olarak ölçülemez ve başka herhangi bir şeyin terimleriyle açıklanmaya direnç gösterir.
Matematikçi ve filozof Alfred North Whitehead’in Bergson’la aynı zamanlarda belirttiği gibi, doğanın geçiş özelliğini ayırabilir ve bunun doğanın diğer özellikleriyle ilişkisini tanımlayabiliriz ama bunu başka bir şeyden, örneğin bir saatin zamansal birimlerinden türeterek açıklayamayız. Saniyeleri, saatleri ya da diğer zamansal aralıkları ölçtüğümüzde, süre deneyimine bağlı olan geçen zamanı ölçmüş oluruz. Ancak, bildiğimiz gibi, süre bu aralıkları ölçerek tam olarak anlaşılamaz.
Saat zamanı süre deneyimini varsaydığından, Einstein’ın yaptığı gibi sürenin ve ‘şimdi’nin bir yanılsama olduğunu iddia etmek, bilimin üzerinde durması gereken zemini ortadan kaldırır. Bu zemini araştırmak ve ona dair bilişsel bir kavrayış kazanmak, bilimi aşan felsefenin görevidir. Bir fizikçi zamanı vardır, bir de psikolog zamanı. Ancak her ikisinin de altında yatan ve Einstein’ın kavrayamadığı bir filozof zamanı da vardır.
Bu nedenle, 6 Nisan 1922 akşamı başlayan ve 20. yüzyıl boyunca genişleyen tartışma, bilimsel dünya görüşümüzü kör noktasının ötesine taşımak için kaçırılmış bir fırsatı temsil etmektedir; yaşanmış deneyimin, matematiksel fizikteki soyut teoriler de dâhil olmak üzere bilimin kalıcı ve gerekli kaynağı olduğunu görememesi.
Geriye dönüp baktığımızda, tartışmanın talihsiz bir yanlış anlama olduğunu görebiliyoruz. Bergson ve Einstein’ın fikirleri, her ikisinin de yaşamları boyunca fark ettiklerinden çok daha fazla örtüşmektedir. Onların düşüncelerini birleştirerek, temel bir şeyi anlamış oluruz. Her şey, biz de dâhil olmak üzere, Evren’de hareket ederken farklı süreler içerisinde var olur. Tek bir zaman yoktur. Einstein’a özel göreliliğin altından geçen gizli bir süre dünyasını gösterme çabalarıyla Bergson bize bilimsel dünya görüşümüzde unutulmuş bir şeyi hatırlatmaya devam ediyor: Deneyim, fiziğin vazgeçilmez unsurudur.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Evan Thompson’ın “Clock time contra lived time” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım