Felsefe hakkında her şey…

Paranın telos’u: Aristoteles’e göre gerçek varsıllık, o zenginlikle ne yapıldığıyla ilişkilidir…

18.12.2024
Paranın telos’u: Aristoteles’e göre gerçek varsıllık, o zenginlikle ne yapıldığıyla ilişkilidir…

Bir şeyi gerçekten kavramak istiyorsanız o şeyin yönünü, nereye doğru gittiğini, nihai hedefini bilmeniz gerekir. Antik Yunanlılar bu “son noktanın” ya da telos‘un her şeyi tanımlayan ana unsur olduğunu düşünüyorlardı. Bu, bir şeyin ya da kişinin varoluşsal son noktasıdır; bu, o şeyin, dünyada ne yapmak ya da olmak için bulunduğudur.

Bir insanın telos’unun anlaşılması hiç de kolay değildir. Çok azımız hayatta “ne yapmamız gerektiğini” biliriz ve hiç kimse edimlerinin ve genel hatlarıyla da yaşamının nereye varacağından tam olarak emin değildir. Soren Kierkegaard bu hususta bize şöyle bir öğütte bulunur:

“Yaşamı anlayabilmek için geçmişe doğru bakmamız gerekir; ancak yaşamak için, ileriye doğru bakmalıyız.”

Nesneler söz konusu olduğunda telos çok daha anlaşılır bir hâle gelir. Örneğin bir tekne denize açılmak, bir kitap okunmak ve bir fincan kahve içilmek içindir. Telos, zaman zaman değişebilir; örneğin kitabımı size fırlatabilirim ve böylece onu bir silah olarak kullanabilirim; fakat yine de nesne, amacı tarafından tanımlanır, kitap kitaptır ve okunmak içindir. Aristoteles nesneleri bu şekilde kavrar. Onun parayı bu denli eleştirmesinin nedeni de zaten budur.

Aristoteles’in “alışveriş” konusundaki çözümlemesi bir filozofun bakış açısıyla şu soruyla başlar: “Paranın amacı nedir?” Onun anlayışında, paranın ne olduğunu tam olarak kavramanın tek yolu bu soruyu yanıtlamaktır. Bu bağlamda, Aristoteles, “alışveriş”in dört ayrı aşamadan oluştuğunu düşünür.

İlk olarak alışverişte bir takas ya da bir şeylerin bir şeylerle değiştirilmesi söz konusudur. Örneğin, Yiğit güzel, besili bir tavukla pazara gider ve onu Doğa’nın meşhur örgü şapkalarından biriyle takas eder. Elbette sürekli olarak yanında bir tavuk taşımak kolay bir şey değil ve tabii ki herkesin elindeki malı bir tavukla değiştirmek istemeyeceği de ortadadır. İşte para da bu yüzden icat edilmiştir.

İkincisi şu ki parayla ticari faaliyetlerimiz kolaylaşmıştır. Yiğit, Alp’a onun yetiştirdiği danaları için üç gümüş sikke teklif eder. Alp da bu sikkelerden biriyle Doğa’dan şık bir örgü şapka satın alır. Para ile değiş tokuş edilen bir malımız vardır ve para da başka bir mal ile değiş tokuş edilmiştir.

İlgili konu: Paranın felsefesi: Para bir araç değil, felsefedir ve bunu ilk fark edenler antik Yunanlılar olmuştur…

Üçüncüsü, bir malı düşük fiyattan alıp yüksek fiyattan satmaktır ki burada insanlar pazara ihtiyaçları olan şeyler için değil, kâr amacıyla ürün satmak için giderler. Böylece Alp, Doğa’dan aldığı örgü şapkayı bir başka pazarda iki katına yeniden satabilir. Yiğit ise danaları olgunlaşıp güçlendiklerinde üç katına satar ve kâr eder.

Dördüncü olarak, tefecilik ya da “paradan para kazanma” vardır. Şık ve kullanışlı yün şapkalarıyla zengin olan Doğa, bu şapkaların ticaretini yapmak işinden vazgeçmeye karar verir. Bunun yerine, insanlara belli bir faizle borç para verir. Artık hiçbir şey yapmıyor ya da satmıyordur; serveti herhangi bir malı el değiştirmeden, basitçe katlanıyordur…

Aristoteles’e göre ilk iki mübadele biçimi “doğal”dır. Son ikisini ise ­“doğal olmayan” olarak nitelendirir. “Doğal olmayan”, Aristoteles’in bunlardan duyduğu hoşnutsuzluğu daha iyi ifade eder.

Takas ve basit işlemlerle uğraşırken aklımızda belirgin bir hedef vardır. Bu hem bireyler hem de daha geniş anlamda toplum için gerekli bir hedeftir. Bu hedef, bir kişiye istediği şeyi sağlayacaktır. Aristoteles’in dediği gibi, bu durumda para “yalnızca insanların kendi ihtiyaçlarını karşılayacak kadar gereklidir”. Bu, iki anlamda doğaldır.

İlki, çoğu insanın sahip olduğu giysi, barınak, yiyecek ve benzeri arzuları doyurmamıza yardımcı olur. İkincisi, amacın doğal bir “sınırı” vardır. Öküzler bir tarlayı sürmeye başladığında ya da yün şapka sizi sıcak tuttuğunda, paranın amacı gerçekleşmiş demektir. Bir ihtiyaç karşılanır, bir müşteri mutlu olur ve bunun bir sonu vardır.

Ancak insanlar para uğruna para biriktirmeye veya toplamaya başladıklarında, bu doğal olmayan bir hâl alır. Servet edinmenin tanımlanabilir bir amacı yoktur. Açgözlülüğün görünen yüzünün nihai bir telos’u yoktur. Sayılarda olduğu gibi paranın da bir son noktası bulunmaz; sadece daha fazlasını elde etmeniz gerekir. Ekmek yerine “parayı” koyarsak mesele daha net anlaşılacaktır. Aç hissediyorsunuz ve canınız karbonhidrat tüketmek istiyor, bu yüzden dışarı çıkıp bir somun ekmek alıyorsunuz. Bu doğal ve normaldir. Ancak karnınız toksa ya da zaten birkaç somun ekmeğiniz varsa yine de ekmek almaya devam ederseniz bu tuhaf olur. Bu doğal olmaz. Ekmeğin bir amacı vardır.

Aristoteles için tüm bunlar, bir insanı “zengin” kılan şeyin ne olduğuna dair açıklamasıyla bağlantılıdır. Zenginlik, sahip olduğumuz varlıkların ya da bankadaki paranın miktarıyla tanımlanmaz. Bilakis, işinize yarayacak olan şeylere sahip olmaktan ileri gelir. Sahip olduklarınız sayesinde farklı yapıp etmelerden keyif alabilmeniz anlamına gelir. Aristoteles bunu şöyle açıklar:

“Zengin olmak bir şeylere sahip olmaktan ziyade onları kullanabilmek demektir; çünkü zenginliği oluşturan şey varlığın etkinliği ve kullanım hâlleridir.”

“Kefenin cebi yoktur” öyle değil mi? Kendi başına zenginlik hiçbir amaca hizmet etmez. Aristoteles’e göre böylesine “anlamsız bir zenginlik”, zenginlik olarak adlandırılamaz.

Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...