Okumak zihni daha mantıklı ve daha empatik kılmak için yapılandırır…
Spor salonlarının reklamları insanlara etkileyici fiziksel sonuçlar vadeder: Daha sıkı kalçalar, belirgin karın kasları, şişkin pazular, geniş omuzlar… Beslenme üzerine yapılan propagandalar da benzer bir vaatler silsilesi sunar ve çoğu zaman doğru olmayan, daha sağlıklı bir yaşamın reçetesi rolünü üstlenir. Ancak ilgi çekicidir ki bizi daha sağlıklı, daha mantıklı ve daha empatik canlılar hâline getirdiği defaatle ispat edilmiş olan bir şeyin reklamı ne spor salonları ne de beslenme önerileri kadar yapılır: Okumak.
Okumak muhakkak disiplin, dikkat ve kararlılık gerektirir. Günün haber manşetlerini taramak ve esprili paylaşımları yeniden paylaşmak bilişsel açıdan pek bir fark yaratmayacaktır. Aksine, bu tür metinler tehlikelidir; şeker bağımlılığının edebî muadilidir. Bilgiyi 140 karakterin altında toplamak tembelliktir. Anlatı yoluyla düşünmenin sağladığı faydalar ise bize başka hikâyeler sunar.
Okumanın birçok faydası vardır ve okumak özellikle de dikkat dağınıklığının zirve yaptığı ve akıllı telefonların hükmettiği çağımızda daha da önem arz etmektedir. Bu durum insanları sadece sosyal ve entelektüel açıdan tehlikeye atmakla kalmaz, aynı zamanda bilişsel açıdan da olumsuz etkiler. 2009 yılında sekiz ila on yaş arası 72 çocuk üzerinde yapılan bir araştırma, okumanın beyinde yeni beyaz madde oluşturduğunu ve bunun da bütün bilişsel sistemimizi geliştirdiğini ortaya koymuştur.
Beyaz madde, bilginin işlendiği gri madde bölgeleri arasındaki bilgi akışını sağlar. Okumak sadece beyaz madde miktarını artırmakla kalmaz, aynı zamanda bilginin daha verimli bir şekilde işlenmesine de yardımcı olur.
Tek bir dilde okumanın çok büyük faydaları vardır. Buna bir de yabancı dil eklerseniz sadece iletişim becerileriniz gelişmekle kalmaz, aynı zamanda beyninizin uzamsal konumlama ve yeni bilgiler öğrenmeyle ilgili bölgelerinin büyüklüğü de artar. Yeni bir dil öğrenmek genel hafızanızı da geliştirir.
Nörobilimin en büyüleyici yönlerinden biri, dilin beyninizin okuduğunuz eylemlerle ilgili bölgelerini etkilemesidir. Örneğin, “sabun” ve “lavanta” kelimelerini okuduğunuzda, beyninizin kokuyla ilgili bölümleri aktive olur. “Sandalye” sözcüğünü okuduğunuzda ise bu bölgeler sessiz kalır. Peki ya “deri sandalye” sözcüğünü okuduğumuzda ne olur? İşte bu, duyusal korteksinizin ateşlenmesi anlamına gelir!
Açılış cümlesinden devam ederek daha sıkı bir kalçaya sahip olma arayışınızda gerçekleştirmeniz gereken “skuat” hareketini ele alalım. Skuat hareketini yapmak için gereken biyomekaniği gözünüzde canlandırın. Bu durumda motor korteksiniz harekete geçecektir. Sporcular yaptıkları hareketleri gerçekten hareket ederken daha iyi yapabilmek için uzun süre boyunca düşsel olarak kurgularlar ve yinelerler. Bunun nedeni beyinlerinin pratik yapmasıdır. Yani, görselleştirme teknikleri aracılığıyla pratik yaparlar.
Sıkı kalçalar şimdilik bir kenarda dursun. Roman okumak insan olma pratiği yapmanın harika bir yoludur. Koşmak ve ağırlık kaldırmak yerine, empati yapmak gibi daha insani ve toplum için daha gerekli bir şey yapmaya ne dersiniz? Bir roman karakterinin çılgınlıklarının ya da ergenlik serüveninin derinliklerine daldığınızda, sadece onların acılarını ve sevinçlerini hissetmekle kalmaz; bunları gerçekten yaşarsınız.
Bir açıdan romanlar gerçekliği taklit etmenin ötesine geçerek okuyuculara sayfa dışında elde edilemeyecek bir deneyim sunar: Diğer insanların düşüncelerine ve duygularına tamamen müdahil olma fırsatı.
Bunun başkalarıyla etkileşimimiz üzerinde derin etkileri vardır. Yaramazlık yapan bir çocukla karşılaştığınızda, büyük olasılıkla “Şu yazar böyle bir durum hakkında şöyle yazmış, ben de böyle davranmalıyım.” diye düşünmeyeceksinizdir; fakat gençlerin hayatı anlamaya çalışmasıyla ilgili bazı dersleri bütünleştirmiş ve nasıl tepki vereceğiniz konusunda daha incelikli bir anlayış sergilemiş olacaksınız.
Belki de ekranda ne kadar acımasız ve insanlık dışı bir duygu görünürse görünsün, klavyenin arkasında oturup düşüncelerini yazan gerçek bir insan olduğunu hatırlayarak siyasi görüşleriyle ilgili çevrim içi ortamda birini troll’emeyi bile yeniden düşünebilirsiniz. Bunlarla ilgilenmeye karşı değilim; ancak insanlığa yakın olan her şeye, akıllıca yaklaşmamız taraftarıyım.
Okumak aslında bizi daha mantıklı bireyler kılıyor. Araştırmalar okumanın sadece akıcı zekâya değil, aynı zamanda okuduğunu anlamaya ve duygusal zekâya da yardımcı olduğunu gösteriyor. Böylece karar alma süreçlerinde kendiniz ve etrafınızdakiler için daha akıllıca yol alıyorsunuz.
Tüm bu faydalar gerçekten okumayı gerektiriyor, bu da yeniden paylaşımlarda ve çevrim içi troll’ükte çok yaygın olan bir gündemin tekrarlanması yerine bir felsefenin oluşmasına yol açıyor. Başka bir insanın niyetini anlamak da bir ideoloji oluşturmada rol oynuyor. Romanlar bu görev için özellikle uygundur. Annual Review of Psychology‘de yayınlanan 2011 tarihli bir çalışmada, hikâyeleri anlamak için kullanılan beyin bölgeleri ile başkalarıyla etkileşime ayrılmış iletişim ağlarının örtüştüğü tespit edilmiştir.
Romanlar zaman ve dikkat ister. Faydaları romanlar kadar kayda değer olmasa da daha kısa düzyazı parçaları bile derin nörolojik etkiler sergiler. Şiir, okuyucularda ve bir çalışmanın gösterdiği gibi dinleyicilerde güçlü duygusal tepkiler ortaya çıkarır. İnsanların şiir dinlerkenki kalp atış hızları, yüz ifadeleri ve “tüy hareketleri” ölçülmüştür. Katılımcıların yüzde kırkının tüyleri, müzik dinlerken ya da film izlerken olduğu gibi, belirgin bir şekilde ürpermiştir. Beyinlerine gelince, nörolojik tepkileri şiire özgü gibidir. Çalışma sırasında yapılan taramalar, şiir dinlemenin katılımcıların beyinlerinin müzik dinlerken ya da film izlerken harekete geçmeyen bölümlerini harekete geçirdiğini göstermiştir.
Bu tepkiler çoğunlukla bir dörtlüğün sonuna ve özellikle de şiirin sonuna yakın zamanlarda ortaya çıkmıştır. Bu durum, doğuştan gelen anlatı ihtiyacımızla uyumludur: Bir sonucun yokluğunda beynimiz otomatik olarak bir sonuç yaratır ve bu da elbette varsayımlarımızın yanlış olduğu ortaya çıktığında kalp kırıklığına ve acıya yol açar. Bunun yerine şiire daha fazla yönelmeliyizdr; zira şiirsel formda, anlam ifade eden, yaratan ve zevk aşılayan temel bir unsur vardır.
İster bir Orhan Veli dizesi isterse bir Atsız destanı olsun, dikkat önemlidir. Stanford’da yapılan bir araştırma, zevk için okumak ile bir sınav içinmiş gibi odaklanarak okumak arasında nörolojik bir fark olduğunu göstermiştir. Kan, okumanın nasıl yapıldığına bağlı olarak farklı sinirsel bölgelere yönelmiştir. Araştırmacılar bunun bilişsel eğitim yöntemlerini geliştirmek için ipuçları sunabileceğini umuyor.
Okumayla olan ilişkime dair canlı anılarım var: Henüz ilkokulda şiirler yazmaya çalışmam; ortaokulda bir kurgusal gazete çıkarmayı planlamam, annemin beni “böyle şeyler düşündüğüm için” azarlaması; bir hafta sonu sabahı Erzurum’un sanayi bölgesindeki gecekondumuzun kapı eşiğinde oturup bütün Tommiks serisini okumaya karar vermem ve bunu, evet, yapmam…
Okumak her beceri gibi bir yetidir. Düzenli ve sürekli olarak pratik yapmanızı gerektirir. Küçükken giriştiğim şiir çalışmalarımı tamamlayamamış olsam da sonrasında birçok şiir yazdım ve bu arada binlerce kitap okudum. Okumanın beni daha zeki ya da daha iyi bir insan yapıp yapmadığını söyleyemem; fakat bunun öyle olduğunu hayal etmeyi seviyorum.
Bildiğim şey, birbirimizle hikâyeler paylaşmasaydık hayatın biraz daha az anlamlı olacağıdır. Anlatıları zaman ve mekân ötesine aktarmak için pek çok araç mevcut olsa da bunlardan hiçbirini yeni bir kitabı açıp bir hikâyenin içinde kaybolmak kadar zevkli bulmadım. Çünkü yol uzun ve bu uzun yol boyunca her zaman daha derin bir şeyler keşfederiz…
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım