Müzik neden evrelsel dil olarak görülür? Arthur Schopenhauer müziğin neden tüm sanat formları arasında en iyisi olduğunu düşünüyordu?
Herhangi iki kişinin müzik zevkleri büyük ölçüde farklılık gösterse de bu sanat dalının kendisini ciddi anlamda etkilemediğini iddia edecek bir kişi bulmak için epey aramanız gerekir. İster klasik senfoniler ister sert tekno müzikler dinlemeyi tercih edin, bir ifade biçimi olarak müziğin bizde son derece kişisel yankılar uyandıran bir yönü vardır. Ancak gücü neredeyse anında hissedilebilmesine rağmen, bu gücün nereden geldiğini hâlâ tam olarak anlayabilmiş değiliz.
Müzik insanlığın kendisi kadar eski olabilir ve yüzyıllar boyunca çok sayıda filozof müzikle olan ilişkimizi açıklamaya çalışmıştır. Henry David Thoreau müziğin kendisini “yenilmez” ve korkusuz hissettirdiğini söylemiştir. Napoleon Bonaparte’ın sözleriyle, “Müzik bize insan ırkının sandığımızdan daha yüce olduğunu anlatan şeydir.” Henüz 18 yaşındayken ilk eserlerini besteleyen, müzik eğitimi almış bir piyanist olan Friedrich Nietzsche, müzik olmadan “hayatın bir hatadan ibaret olacağını” ifade etmiştir.
Ancak çok az kişi bu konuda Arthur Schopenhauer kadar kapsamlı bir analiz yapabilmiştir. 1788 yılında bugün Polonya’nın Gdansk kentinde doğan Alman düşünür, müziğin tüm sanat dalları arasında en asil, en yüce ve en anlamlısı olduğunu savunmuştur. Müzik sadece resim ve edebiyat gibi diğer sanat dallarının üzerinde yer almakla kalmaz, aynı zamanda Schopenhauer’in dünyayı ve içindeki her şeyi düzenleyen yüksek hakikat olduğuna inandığı şeyi yansıtabilen tek sanat dalıdır.
Schopenhauer’in kapsamlı kitabı “The World as Will and Representation”da (İstenç ve Tasarım olarak Dünya) yer alan sanat analizi duygulara değil akla dayanıyordu. Schopenhauer, sanat formlarını kişisel görüşlerine göre sıralamak yerine, müziği felsefi dünya görüşünün objektifinden değerlendirmiştir. Schopenhauer’in teorileri, 1860’taki ölümünden bu yana birçok kez sorgulanmış olsa da müziğin neden insanoğlunun sahip olduğu en yüksek ifade biçimi olduğuna dönük ilginç ve mantıksal açıdan tutarlı bir argüman sunmaktadır.
Konu Başlıkları
Yaşam istenci
Schopenhauer sistematik bir düşünürdü; geçmiş, bugün ve gelecekteki tüm olayların birbiriyle ilişkili bir dizi metafizik yasa tarafından belirlendiği görüşündeydi. Bu, onun müzik hakkındaki düşüncelerini tartışmak için öncelikle gerçekliğin kendisine ilişkin yorumunu anlamamız gerektiği anlamına gelir. Schopenhauer’in felsefesi, Wille zum Leben ya da “yaşam istenci” olarak adlandırdığı kavram üzerine kuruludur.
Schopenhauer kitabında İradeyi, hem organik hem de inorganik maddenin varoluşunu belirleyen “aralıksız bir itkidir” şeklinde tanımlamıştır. İnsanoğlunda ise İrade kendini arzu şeklinde göstermiştir. Pek çok kişi Schopenhauer’in İradesini Charles Darwin tarafından özetlenen hayatta kalma mücadelesine benzetmiş olsa da aslında bu biraz daha karmaşıktır. Basitçe söylemek gerekirse İrade en ilkel dürtülerimizin nihai, tekil ve tanımlanamaz nesnesidir.
Bu tartışmanın amaçları doğrultusunda, İrade hakkında bilmeniz gereken tek şey onun doyumsuz olduğudur. Açlıktan ölmek üzere olan Tantalus’un ulaşamayacağı bir yerde asılı duran üzümler gibi, İrade de bizi asla ulaşamayacağımız ama yine de ilerlemeye devam ettiğimiz bir hedefe doğru yönlendirir. Schopenhauer, bu ironinin tüm acıların temel nedeni olduğunu söyler. Budist tarzında, kendimizle gerçekten barışık olmak için İrade’den ve bizi insan yapan şeylerden uzaklaşmamız gerektiğini savunur.
Çilecilik -tüm dürtü ve arzulardan süresiz olarak feragat etmek- bunu yapmanın en kolay ve en etkili yolu olsa da herkese göre değildir. Neyse ki hayatlarının geri kalanını keşiş olarak yaşamak istemeyenler yine de İrade’den ve onun doyumsuzluğundan doğan sürekli ızdıraptan geçici bir çıkış yolu bulabilirler. Schopenhauer’a göre bu kurtuluş, yüksek sanatların düşünsel seyrinde bulunabilir. 1
Sanatın amacı
Schopenhauer, The World as Will and Representation (İstenç ve Tasarım olarak Dünya) adlı eserinde, sanatın içimizde uyandırdığı anlaşılması güç ve çoğu zaman melankolik duyguyu, etkileyici bir doğa harikasına rastladığımızda içimizi kaplayan duyguya benzetir. Yüksek bir dağ sırasına tırmandığımızda, geniş bir vadiye adım attığımızda, hatta tatile giderken uçağın penceresinden memleketimizi seyrettiğimizde, dünyanın sonsuz gibi görünen ihtişamı insanın kendi varoluşunu yeni bir perspektiften görmesini sağlar. 2
Bu hayranlık uyandıran manzaralarla kıyaslandığında, günlük mücadelelerimiz o kadar küçük ve önemsiz görünür ki belki de hiç var olmamış olabilirler. Schopenhauer şöyle der:
“Doğanın idrakine varmış ve kendini yitirmiş olan kişi, dünyanın ve tüm nesnel varoluşun koşulu, taşıyıcısı olduğunun doğrudan bilincine varır. Bu nedenle Byron şöyle der: ‘Dağlar, dalgalar ve gökyüzü benim ve ruhumun bir parçası değil mi, ben de onların?..’“
Bu tür bir benlik yitimi bazılarına korkutucu gelse de Schopenhauer insanların bunu hoş karşılaması ve hatta bunun peşinden gitmesi gerektiğine inanıyordu. Çünkü eğer İrade benlik anlayışımıza sıkı sıkıya bağlıysa o zaman etrafımızdaki dünyayla bir olmak için bu benlik duygusunu kaybetmek mantıksal olarak hem İrade’yi hem de nedeni olduğu yukarıda bahsedilen acıyı azaltacaktır. Başka bir deyişle, kim olduğumuzu ne kadar unutabilirsek o kadar özgürleşiriz.
Schopenhauer aynı sürecin, kişisel olanda evrenseli, güncel olanda zamansızlığı ve sonlu olanda sonsuzu bulmaya çalışan sanat tarafından da mümkün kılınabileceğine inanıyordu. Güzel bir tabloda ya da iyi bir kitapta “kendimizi kaybetmek”, doğayla vakit geçirdiğimizde yaşadığımız duygudan farklı değildir.
“Gerçek sanat eseri bizi yalnızca bir kez var olandan, sayısız tezahürlerle sürekli ve tekrar tekrar var olana götürür.”
İrade ve tasarım
İlk bakışta Schopenhauer’in dünya görüşü Platon’unkine oldukça benzemektedir. Tıpkı Yunan filozofta olduğu gibi, Schopenhauer da soyut ve tanımlanamaz bir şey –“kendinde şey” olarak adlandırdığı şey- ile onun gerçek dünyadaki görünümü veya temsili arasında bir ayrım yapmıştır. Kitabının adı da buradan gelmektedir: İrade ve Tasarım Olarak Dünya. Schopenhauer bu kavramlar, bu değerler hiyerarşisi aracılığıyla müziğin neden daha üstün bir sanat formu olduğunu açıklamaya devam eder.
Schopenhauer müzik için şöyle demiştir:
“Tek başına ayakta durur, diğer tüm sanatlardan ayrılır. Onda dünyadaki hiçbir varoluş fikrinin kopyasını ya da tekrarını görmeyiz. Yine de öylesine büyük ve son derece asil bir sanattır ki insanın en içsel doğası üzerindeki etkisi öylesine güçlüdür ve onun tarafından en içsel bilinçte, farklılığı algılanabilir dünyanın kendisini bile aşan, tamamen evrensel bir dil olarak bütünüyle ve derinlemesine anlaşılır.”
Schopenhauer diğer sanat formlarına baktığında, hepsinin olmasa da çoğunun kendinde şey‘in uzantıları olmaktan ziyade yalnızca temsilleri olduğunu görmüştür.
Çoğu sanatsal araç, sanatçıların temsil etmek istedikleri şeylerin yerine geçer. Ressam, tuvale dokunduğu zaman bir nesneyi tasvir eden boyalar kullanır. Heykeltıraş, belirli bir şekle sokulduğunda malzemenin kendisinden başka bir şeye dönüşecek olan kil ya da mermer kullanır. Yazar, belirli bir sıraya göre dizildiğinde daha önce var olmayan bir anlam ve önem kazanan sözcükler kullanır.
Schopenhauer’de müzik
Müzik diğer tüm sanat formlarından farklıdır çünkü başka bir şeyden ziyade tek başına kendisinin bir ifadesidir. Notalar ve melodiler; cümleler ve renklerin aksine, herhangi bir şeyi temsil etmeye çalışmaz, bunun yerine sadece oldukları gibi anlaşılabilirler. Schopenhauer, İradeyi gerçek dünyadaki tezahürlerinin tasvirleri gibi dolaylı yollarla temsil etmek yerine, müziğin İradenin kendisinin doğrudan bir tezahürü olduğuna inanıyordu.
Sonuç olarak, müzik dinlediğimizde, daha yüksek bir hakikatle, bu hakikat ne olursa olsun, anında bağlantı kurduğumuzu hissederiz.
“Müzik, hiçbir şekilde diğer sanatlar gibi İdeaların kopyası değil, İdeaların nesnelliği olan İradenin kendisinin kopyasıdır. Müziğin etkisinin diğer sanatlardan çok daha güçlü ve nüfuz edici olmasının nedeni budur, çünkü diğer sanatlar sadece gölgelerden bahseder, ama o [müzik] şeyin kendisinden bahseder.”
Schopenhauer’in fikirleri yüzlerce yıllık olsa da bugün de geçerliliğini korumaktadır. Örneğin, sinema deneyiminin nispeten küçük ve görünüşte ikincil bir parçası olan film müziklerinin izleyiciler üzerinde neden bu kadar büyük bir etkiye sahip olduğunu izah etmektedir. Çoğu zaman, oyunculuk, kurgu ve sinematografi aslında film müziğinin devamı olarak işlev görür, çünkü filmin ulaşmaya çalıştığı gerçek her ne ise onu yönlendiren sadece ve sadece müziktir.
Schopenhauer’ın daha çok “mutlak” ya da “saf” müzik dediğimiz türle ilgilendiğini belirtmek gerekir. Filozofun akademik kariyerinin başında ortaya çıkan ve besteci Richard Wagner tarafından yaygınlaştırılan bu tür, hiçbir şey “hakkında” olmamak olarak tanımlanır. Sözlerden yoksun olan bu müzik türünde dinleyiciler İradenin gerçekte ne olduğunu görebilirler: metafiziksel olanın sınır tanımayan bir ifadesi.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Tim Brinkhof’un “Why Arthur Schopenhauer thought music was the greatest of all artforms” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım
KAYNAKÇA
- Love, F.R. (1979). Nietzsche, Music and Madness. Music & Letters, 60 (2), 186-203, https://www.jstor.org/stable/734757
- Trigg, D. (2004). Schopenhauer and the Sublime Pleasure of Tragedy. Philosophy and Literature, 28 (1), 165-179, https://doi.org/10.1353/phl.2004.0018