Tanrı iyi midir? Kitlesel felaketlerin gölgesinde, bu dünya, mümkün dünyaların en iyisi midir?
Klasik Batı teizminde Tanrı’nın hem iyi hem de her şeye gücü yeten olduğuna inanılır. O hâlde küresel salgınlar, depremler, tsunamiler, kıtlıklar, orman yangınları gibi doğal felaketleri, iyi olduğu için arzulamayan ve her şeye gücü yettiği için dilerse bunları durdurabilecek olan bir Tanrı ile nasıl bağdaştırabiliriz?
Bu soru, Avrupa Aydınlanmasının en büyük filozoflarından biri olan Voltaire tarafından yıkıcı Lizbon depreminden sonra sorulmuştur. Bu soru onun en ünlü eserlerinden birinin ortaya çıkmasına neden olmuştur: “Candide” (1759).
1 Kasım 1755’te, saat 09.30’da, Portekiz’in Lizbon kenti bir depremle neredeyse tamamen yerle bir oldu ve bunu artçı sarsıntılar, yangınlar, tsunami ve iç karışıklıklar izledi. O gün Azizler Günü’ydü ve çok sayıda insan kiliselerin üzerlerine yıkılması sonucu hayatını kaybetti. Doğal afetlere ilişkin istatistikler o zamanlar oldukça belirsizdi. Ancak günümüzde yapılan tahminlere göre bu deprem, Lizbon’un yaklaşık 200 bin kişilik nüfusundan 20 bin ila 40 bin kişinin ölümüne neden olmuştur.
O günden bugüne, insanlar, inançlarını ve kutsal mabetlerini sarsan bu gibi yıkımlardan ilahi bir planlamanın sorumlu olup olmadığını merak ettiler.
Kötülüğün görünüşünün ötesinde
Voltaire, “Candide”i yazarken Alman filozof Gottfried Wilhelm Leibniz’i (1646-1716) ve özellikle onun “Theodicy” (1710) adlı eserinde Tanrı’nın iyiliği üzerine yazdığı denemeleri göz önünde bulundurmuştur. Leibniz için, hem doğal hem de ahlaki kötülüklere rağmen, bu dünya yine de mümkün dünyaların en iyisi idi Tanrı’nın yaratabileceği en iyi dünyaydı. Bunun nedeni hem en büyük çeşitliliğe hem de en basit doğa yasalarına sahip olmasıydı.
Leibniz’e göre hem doğal hem de ahlaki kötülükler genel evrensel iyiliğin bir parçasıydı. Eğer dünyada meydana gelen en küçük kötülük bile eksik olsaydı bu dünya artık bu dünya olmazdı; hiçbir şeyin atlanmadığı ve tüm istisnaların gerçekleştiği bu dünya, onu yaratan Yaratıcı tarafından en iyi dünya olarak belirlenmiştir.
Leibniz günahın ve mutsuzluğun olmadığı dünyalar hayal etmenin mümkün olduğunu kabul etse de “bu dünyalar iyilik bakımından bizimkinden çok daha aşağı olurdu” görüşü savunmuş, başka bir deyişle Tanrı’nın kozmik zararlı otlara rağmen mükemmel bir bahçıvan olduğunu dile getirmiştir.
Leibniz’e göre Tanrı bu dünyayı yaratmadan önce, en iyi olanı seçmek için tüm olası dünyaları karşılaştırmıştır. Böylece Tanrı, tamamen haz, tatlılık ve aydınlık yerine biraz acı, ekşilik ve karanlığın daha uyumlu olduğu bir dünya yaratmıştır.
Leibniz aptal değildi. Dünyadaki kötülüğün “görünüşünün” Tanrı’nın iyiliği ve adaletiyle kesinlikle çeliştiğini görüyordu. Bununla birlikte, dünyanın kötülüklerinin kesin olarak Tanrı’ya karşı kullanılmasına karşı çıkıyordu. Bu, yaşamın derinliğiyle görünen yüzünü karıştırmak olurdu.
O, Tanrı’yı savunanların, dünyanın, bariz kötülüklerine karşın, her şeyden önce onu yaratmış olan Tanrı’nın iyiliğine dayanması nedeniyle nihai olarak iyi olduğuna dair bir inançtan hareket etmesi gerektiğine inanıyordu.
Leibniz’in 18. yüzyıldaki sarsılmaz iyimserliği ve ilahi iyiliğe olan güçlü inancı kötülüğü yeterince ciddiye almıyor muydu? Voltaire öyle düşünüyordu. Aslında Voltaire kötülüğün doğasındaki ciddiyeti tersine çevirmiş, doğal ve ahlaki kötülüğün ancak hicivle ele alınabilecek kadar ciddiyet taşıdığına inanmıştır.
Leibniz “Candide”de , Thunder-ten-Tronckh Baronu’nun sarayında “metafizik-teolojik-kozmoloonigoloji” eğitmeni olan Dr. Pangloss olarak resmedilmiştir.
Pangloss, tüm doğal kötülüklerine ve özellikle dinî inanç sahipleri (Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar) tarafından işlenen ahlaki kötülüklere rağmen, bu dünyanın mümkün dünyaların en iyisi olduğuna inanan biriydi. Dünyada ne olursa olsun, Pangloss, Leibniz gibi, bunu nihayetinde en iyisi olmasıyla bağdaşır şekilde rasyonelleştirebilmiştir.
Voltaire bu mümkün dünyaların en iyisi kavramını, içinde bulunan kötülüğün niceliği ve niteliği göz önüne alındığında sorunlu bulmuştur:
“Bu ‘Her şey iyidir!’ anlayışı, doğanın yaratıcısını yalnızca güçlü ve kötü niyetli bir hükümdar olarak temsil eder ve bu hükümdar, kendi planını hayata geçirdiği sürece bunun dört ya da beş yüz bin insanın hayatına mal olmasını ve diğerlerinin de günlerini yoksulluk ve gözyaşları içinde geçirmesini umursamaz. Mümkün dünyaların en iyisi fikri teselli edici olmaktan çok uzaktır; bu fikri benimseyen filozofları umutsuzluğa sürükler. İyi ve kötü sorunu, iyi niyetle çözüm arayanlar için açıklanması güç bir kaos olarak kalmaktadır.”
Peki Voltaire’in önerdiği çözüm nedir? İlginçtir ki umutsuzluğa kapılmak değildir. Aksine, ılımlı bir teslimiyet, felsefi bir “que sera, sera” olmuştur. Bu, Tanrı’nın ilk Cennet Bahçesi’nde başlangıçta bizim için tasarladığı şekliyle kendi bahçelerimizi huzur içinde ekip biçmemiz anlamına geliyordu. Adem ve Havva gibi olmamız gerekiyordu.
Bu nedenle, Tanrı’nın yöntemlerinin insanlara nasıl haklı gösterileceğine dair süslü felsefi yorumlardan kaçınmak gerekir. Voltaire bunun yerine, biraz daha iyi olma umuduyla biraz daha iyilik yapmamız gerektiğini ileri sürmüştür.
Bu, Tanrı’nın iyiliğine inananları tatmin etmeyecek bir çözümdür. Ancak memleketinde tek başına, sessizce toprağı işleyen, sebze tarlasında çalışan ya da memnuniyetle tarlasını ekip biçen bizler arasında kesinlikle yankı bulacaktır. Zira bu basit ama bir şekilde tatmin edicidir.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Philip C. Almond’un “Is God good? In the shadow of mass disaster, great minds have argued the toss” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım