Matrix: Bir bilim kurgu yapıtı büyük felsefi soruları böyle ele alıyor…
2024 senesinin mart ayının sonunda Wachowski kardeşlerin yönettiği “Matrix” serisinin ilk filminin gösterime girmesinin üzerinden tam 25 yıl geçti. Bu “cyberpunk” bilim kurgu filmi, distopik fütüristik bakış açısı, kendine özgü moda anlayışı ve kıvrak, yenilikçi aksiyon sahneleri ile gişede büyük bir başarı elde etti. Ama aynı zamanda bazı çok büyük felsefi temalar etrafında yürütülen popüler felsefi tartışmalar için de bir tetikleyici işlevi gördü.
Film, tüm hayatının ayrıntılı, simüle edilmiş bir dünyada geçtiğini öğrenen bilgisayar korsanı “Neo” (Keanu Reeves tarafından canlandırılıyor) üzerine odaklanıyor. Bilgisayar tarafından yaratılan ve “Matrix” adı verilen nispeten konforlu bir paralel gerçeklik aracılığıyla insanların dikkatini dağıtan bu sanal dünya, enerji için insan bedenlerini endüstriyel olarak işleyen, insan yapımı bir yapay zekâ tarafından tasarlanmıştır.
Bu senaryo bize batı felsefesinin en köklü düşünce deneylerinden birini hatırlatıyor. Platon “Devlet”indeki ünlü bir pasajda, insanlık durumunu hayatlarını yeraltında ve zincirlenmiş olarak geçirmiş, böylece gerçeklik deneyimleri mağara duvarlarına yansıtılan gölgelerle sınırlı kalmış bir grup mahkûm gibi hayal etmemizi ister.
Platon, serbest bırakılan bir mahkûmun gerçeklik hakkındaki hakikati keşfettiğinde irkileceğini ve güneşin parlaklığı karşısında kör olacağını öne sürer. Kişi mağaraya dönecek olursa arkadaşları onun ne yaşadığını anlayamayacak ve kesinlikle onun deli olduğunu düşüneceklerdir. Cehaletin esaretinden kurtulmak zordur.
İlgili konu: İdealar kuramı nedir?
Matrix’te Neo, isyancı lider Morpheus tarafından ilk kez gerçek hayata uyandırılarak özgürlüğüne kavuşturulur. Ancak mağarasının ötesindeki “daha yüksek” gerçekliği keşfeden Platon’un mahkûmunun aksine, Neo’yu bekleyen dünya hem kasvetli hem de dehşet vericidir.
Yanıltıcı duyularımız
Matrix aynı zamanda 17. yüzyılda yaşamış büyük düşünür Rene Descartes tarafından ortaya atılan, duyularımızın sunduğu verilerin bizi yanıltabileceği probleminden de faydalanmaktadır.
Descartes, insan deneyiminin bir rüya ya da kötü niyetli sistematik bir aldatmacanın sonucu olmadığından emin olmanın zorluğuna dikkat çekmiştir.
İkinci senaryo, filozof Hilary Putnam’ın 1981 tarihli “kavanozdaki beyin” düşünce deneyinde yeniden gündeme getirilmiştir; bu deneyde bir bilim insanı, normal yaşam hislerini uyandırmak için bir beyni elektriksel olarak manipüle etmektedir.
İlgili konu: Zihin egzersizleri yaptıracak düşünce deneyleri
O zaman nihayetinde gerçeklik nedir? Filmin başlarındaki bir sahnede kitabı kısa bir süre görünen 20. yüzyıl sonu Fransız düşünürü Jean Baudrillard, çağdaş kitlesel iletişim toplumunun, gerçekliğin kendisi sanılacak kadar gerçekçi hâle gelen sofistike gerçeklik taklitlerinin (haritayı manzara ya da portreyi kişi sanmak gibi) nasıl üretildiği üzerine kapsamlı bir çalışma yapmıştır.
Elbette bunu başarmak için Matrix benzeri bir yapay zekâ kurgusuna gerek yok. Bunu şimdi, belki de 20 yıl öncesinden daha yoğun bir şekilde, “reality TV” ve sosyal medyanın seçilmiş kimlikler üzerindeki hakimiyetinde görüyoruz.
Özgürlüğün etiği
Nihayetinde Matrix Üçlemesi özgür bireylerin geleceği değiştirebileceğini anlatıyor. Ancak bu özgürlük nasıl kullanılmalıdır?
Bu ikilem, ilk filmin giderek ünlenen ve inanç etiğini gündeme getiren kırmızı/mavi hap sahnesinde gözler önüne serilir. Neo’nun seçimi ya “gerçekten gerçek” olanı kucaklamak (Morpheus tarafından kendisine sunulan kırmızı hapla örneklendiği gibi) ya da kendi daha sıradan “gerçekliğine” dönmek (mavi hap aracılığıyla) olacaktır.
Bu ikilem Amerikalı filozof Robert Nozick tarafından 1974 yılında yapılan bir düşünce deneyinde ele alınmıştır. “Gerçek” deneyimlerden ayırt edilemeyecek şekilde arzu ettiğimiz her türlü deneyimi sağlayabilen bir ‘deneyim makinesi’ göz önüne alındığında, inatla gerçekliğin hakikatini mi tercih etmeliyiz? Yoksa rahat bir yanılsama içinde yaşarsak daha mı özgür oluruz?
Matrix‘te isyancıların Matrix’in konforunu kesinlikle reddederek acımasız gerçekliği tercih ettiklerini görüyoruz. Ama aynı zamanda asi hain Cypher’ın (Joe Pantoliano) çaresizce yeniden hoş simüle edilmiş gerçekliğe dâhil olmaya çalıştığını da görürüz. “Cehalet mutluluktur.”
Filmin baş kötüsü Ajan Smith (Hugo Weaving), diğer memelilerin aksine insanlığın doğal kaynakları doyumsuzca tükettiğine işaret ediyor. Matrix’in bu “insan salgını için bir tedavi” olduğunu öne sürüyor.
Yapay zekânın potansiyel tehlikeleri hakkında çok şey duyduk ama belki de Ajan Smith’in bu ithamında bir haklılık payı vardır. Matrix bu gerilimi yükseltirken, özellikle de 25 yıl daha süren doyumsuz tüketimden sonra, hâlâ sinir bozucu bir etki yaratabiliyor.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Richard Colledge’nin “The Matrix 20 years on: how a sci-fi film tackled big philosophical questions” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım