İnsanlığın ilerlemesi için yeni bir vizyon: Dünyanın hümanizm ve eylemsellik temelinde ahlaki bir ilerleme savunusuna ihtiyacı var.
İnsanlık hiç bu kadar güçlü ve aynı zamanda gücüne karşı bu kadar güvensiz olmamıştı.
Mucizeler çağında yaşıyoruz. Bugünkü sıradan rutinlerimiz atalarımız için büyücülük gibi görünürdü: Saatte yüzlerce kilometre hızla havada süzülmek; bir parmak hareketiyle geceyi gündüz gibi aydınlatmak; dev metal işçilere giysilerimizi dokumalarını ya da eşyalarımızı şekillendirmelerini emretmek; ekinlere canlılık veren bir iksir yapmak için dev kazanlarda kimyasalları karıştırmak; binlerce kilometre öteden olayları izlemek ve hatta konuşmalar yapmak; bir zamanlar çocukların yarısını erken yaşta mezara gönderen hastalıklardan korunmak… Evlerimizi tepelerin üzerinde yükselen kulelerde inşa ediyoruz; gemilerimizi okyanus dalgalarından daha büyük ve daha güçlü yapıyoruz; köprülerimizi rüzgâra ve fırtınalara dayanacak şekilde çelikten iskeletlerle kuruyoruz. Bilgelerimiz evrenin derinliklerine bakarak insan gözünün çıplak hâliyle göremediği renkleri görüyorlar ve başka Güneşlerin etrafında dönen başka dünyalar keşfediyorlar; Demokritos’un atomlarını keşfettiler; bize göklerin sistemini ve yaşamın işleyişini anlatabiliyorlar. Bir zamanlar bu başarılar ve bunların insanlığa sağladığı faydalar basitçe “ilerleme” olarak adlandırılıyordu.
Ancak bilim, teknoloji ve sanayinin ilerlemesinin iyi bir şey olduğu konusunda herkes hemfikir değil. “İlerleme insanlık için iyi bir şey mi?” diye soran 2014 tarihli bir Atlantic makalesi, “Sanayi Devrimi’nin insanlığın yeryüzünde mutlu ve sürdürülebilir bir şekilde yaşama yeteneğini tehlikeye attığını” söylüyor. Uygarlığın ilerlemesine dair büyük bir anlatı olan Guns, Germs, and Steel‘de yazar Jared Diamond, “avcı-toplayıcı yaşam tarzının yerini demire dayalı devlete bırakmasının ‘ilerleme’ anlamına geldiği ya da insan mutluluğunda bir artışa yol açtığı” varsayımını reddediyor. Diamond ayrıca tarımı “insan ırkının tarihindeki en büyük hata” ve “asla toparlanamadığımız bir felaket” olarak nitelendirerek bu bakış açısının “kutsal bir inancı: son bir milyon yıldır insanlık tarihinin uzun bir ilerleme hikâyesi olduğu inancını” yıktığını da sözlerine ekliyor. Tarihçi Christopher Lasch ise daha olumsuz bir yaklaşım sergileyerek şöyle soruyor:
“İlerleme fikrini kesin olarak çürütmesi beklenebilecek devasa kanıtlar karşısında nasıl oluyor da ciddi insanlar ilerlemeye inanmaya devam edebiliyorlar?”
Ekonomik büyüme bir “bağımlılık”, bir “fetiş”, bir “saadet zinciri”, bir “peri masalı” olarak adlandırılıyor. Ekonomik gerilemeyi bir ideal olarak savunan bir “degrowth” hareketi bile var.
Bu fikirler entelektüellerin bir kısmıyla sınırlı değil: Onlarca yıl boyunca eğitime, medyaya ve eğlenceye nüfuz ettikten sonra, zeitgeist haline geldiler. Küresel sağlık uzmanı Hans Rosling, “Sorduğum her insan grubuna göre dünya olduğundan daha korkutucu, daha vahşi ve daha umutsuz”; insanlara gerçekleri sunduktan sonra bile, “Hâlâ eski olumsuz dünya görüşlerine saplanıp kalıyorlar. Yeni fikirler kabul görmüyor.” diyor.
2015 yılında birçok Batı ülkesinde uygulanan bir ankete göre sadece küçük bir azınlık “dünyanın iyiye gittiğini” düşünüyor. Bir başka araştırmanın sonuçlarına göre Amerikalıların neredeyse %20‘si 200 yıl önce doğmuş olmanın bugünden daha iyi olduğunu söylüyor (%41‘i ise “emin değil”). İnsanlar iyileşme konusunda da umutlu değil. Amerikalıların dörtte üçünden fazlası 2023 yılında çocuklarının hayatının kendilerininkinden daha iyi olacağına inanmıyor ve sadece %24‘ü ülkenin geleceği konusunda iyimser. En endişe verici olan ise gençlerin özellikle karamsar olması: İklim değişikliği konusunda yakın zamanda yapılan bir gençlik anketinde, gençlerin %75‘i “geleceğin korkutucu olduğunu” düşünürken yarısından fazlası da “insanlığın sonunun geldiği” konusunda hemfikir.
İlerleme konusunda bu kadar az farkındalığa ve geleceğe dair bu kadar umutsuzluğa sahip olan toplumumuz, ne inşa edeceğini ya da nereye gideceğini hayal etmekten âcizdir. 1960’ların sonlarında Amerikalılar uçan arabalar, Ay üsleri ve nükleer enerjiden elde edilen ucuz, bol enerji kullanarak çölün çiçek açmasını hayal ediyorlardı. Bu vizyonun bazı parçalarını eleştirebiliriz; ama en azından onların bir vizyonu vardı. Bugün en iyi ihtimalle felaketten kaçınmayı umuyoruz: İklim değişikliğini durdurmayı, salgınları önlemeyi, demokrasinin çöküşünü engellemeyi.
Bu sadece akademik bir mesele değildir. Eğer toplum bilimsel, teknolojik ve endüstriyel ilerlemenin zararlı ya da tehlikeli olduğuna inanırsa insanlar bunu yavaşlatmak ya da durdurmak için çalışacaktır. Aktivistler tüm enerji türlerini -nükleer enerji, petrol ve gaz, hatta güneş ve rüzgâr- eleştiriyorlar ve ortalama bir Amerikalı bugün elli yıl öncesine kıyasla daha fazla enerji kullanmıyor. AB, GDO’ların yetiştirilmesini büyük ölçüde yasaklamıştır. A Vitamini ile güçlendirilmiş “Altın Pirinç”e karşı çıkılması, bu ürünün “milyonlarca hayat kurtarmasını ve on milyonlarca körlük vakasını önlemesini” engellemiştir. Sri Lanka, “organik” tarıma aceleyle ve beceriksizce geçerek sentetik gübreyi yasakladığında bir gıda krizine neden olmuştur. Tıpta, “doğal” sağlığa ilişkin romantik kavramlar, hastaların kanser tedavisinden ve hastalıklara karşı uygulanan aşılardan kaçınmasına neden olmaktadır; kızamık salgınları giderek artmaktadır.
Sadece kayıtsızlık bile ilerlemeyi riske atar. Yeni fikirler her zaman savunmasızdır ve her çağda doğal durağanlık hastalığı vardır: değişim korkusu, ekonomik korumacılık, bürokrasi yığınları. Orta Çağ’da loncalar rekabeti sınırlandırmış ve yeni tekniklerin uygulanmasına direnmiştir. Sanayi Devrimi’nde tekstil işçileri işlerini tehdit eden makineleri parçalamış ve yakmıştır. İlk lokomotiflere asla güvenli olamayacakları korkusuyla karşı çıkılmıştır; bu itiraz araba yollarını ve su kanallarını işleten rakipleri tarafından da vurgulanmıştır. İlk bisikletler, omurganın zarar görmesiyle ilgili sözde tıbbi endişelere ve refakatsiz seyahat eden bayanlarla ilgili ahlaki kaygılara yol açmıştır. İlerlemenin statükoya karşı ilkeli savunuculara ihtiyacı vardır.
İlgili konu: Luddizm
Ve dahası: ilerlemenin gerektirdiği çaba ve mücadeleyi güdüleyecek ilham verici bir gelecek vizyonuna ihtiyacımız var. Bilim, teknoloji ve ekonomi sürekli yatırım gerektirir ve her yeni nesil meşaleyi almalı ve taşımalıdır. Sanayi Devrimi’nin mucitleri ve girişimcileri buharın gücü ve uygulanabileceği her şeyle harekete geçmişti; 19. yüzyılın sonundakiler elektrikle büyülenmişti; 20. yüzyılın sonlarında NASA’ya giden bilim insanları ve mühendisler Star Trek‘le büyümüştü. Eğer bugün ilerleme kaydedeceksek, bu yapay zekâ ya da genetik mühendisliği gibi teknolojilerin potansiyelinden etkilenen teknoloji uzmanları tarafından gerçekleştirilecektir. Geleceği inşa etmek için ona inanmalıyız.
İlerleme korkusu ve şüpheciliği bizi duraklama ve gerileme riskiyle karşı karşıya bırakır. İlerlemenin zorlukları konusunda 20. yüzyılda ortaya çıkan yılgınlık bize ileriye dönük bir yol göstermiyor. Bizim 21. yüzyıl ve ötesi için yeni bir ilerleme felsefesine ihtiyacımız var.
Bu felsefenin ortaya çıkma zamanı da gelmiştir. Duraklama ve daralma görmezden gelinemeyecek kadar acı verici boyutlara ulaşmıştır.
GSYİH ve toplam üretim verimliliği gibi temel ekonomik ölçütler on yıllardır düşüş göstermektedir. Bilişim teknolojisi hâlâ hızla ilerliyor olsa da diğer alanlar geride kalıyor. İmalat, inşaat, ulaştırma ve enerji alanlarında 1960’lardan bu yana elektrik enerjisinin, sentetik plastiklerin, montaj bandının, otomobilin ve uçağın icat edildiği 1880-1940 dönemine kıyasla yeni genel amaçlı teknolojilere tanık olmadık. Nükleer enerji bir zamanlar dünya elektriğinin başlıca kaynağı olma yolundaydı; bunun yerine yaklaşık %10‘da kaldı. Concorde yere indirildi ve bugün uçtuğumuz uçaklar aslında 1960’ların jetlerinden biraz daha yavaş gidiyor. Apollo programı iptal edildi; 1972’den bu yana hiçbir insan alçak Dünya yörüngesinden ayrılmadı.
Teknik zorlukların uzun süredir çözülmüş olduğu yerlerde bile, inşa edemiyor veya işletemiyoruz gibi görünüyor. Sağlık, eğitim ve barınma maliyetleri artmaya devam ediyor. Enerji projeleri, hatta “temiz” olanlar bile, izin gecikmeleri ve altyapı eksikliği nedeniyle yıllarca bekletiliyor. Hızın çok önemli olduğu Covid salgını sırasında, test kitleri FDA tarafından geciktirildi, NIH’in araştırma hibelerini onaylaması hâlâ aylar sürüyordu ve aşı dağıtımı sermaye üzerindeki çekişmeler nedeniyle engelleniyordu.
Önümüzdeki dönemde, teknoloji ve ilerleme konusundaki tartışmaları yoğunlaştıran güçlü yeni teknolojiler ortaya çıkacaktır. Robo-taksiler şehir sokaklarında iş yapıyor; mRNA aşılar oluşturabilir ve belki de yakında kanserleri tedavi edilebilir; hem süpersonik uçuşta hem de nükleer enerjide bir Rönesans var. SpaceX yeniden kullanılabilir roketler yapıyor, uzay ekonomisini mümkün kılmayı vadediyor ve Mars’ı kolonileştirmeyi taahhüt eden devasa bir Yıldız Gemisini test ediyor. Yeni nesil kurucuların sadece parçacıklarla değil, atomlarla da ilgili hedefleri var: uzayda üretim tesisleri, güneş veya nükleer enerjiyle sentezlenen net sıfır hidrokarbonlar, mermerden heykeller yapan robotlar. En önemlisi, LLM’ler genel bir yapay zekâ türü yarattılar -bu, kime sorduğunuza bağlı olarak, ya yazılım endüstrisindeki bir sonraki büyük şey, buhar makinesine veya elektrik jeneratörüne rakip olacak bir sonraki genel amaçlı teknoloji, tarım ve sanayileşmeden sonra insanlığın bir sonraki çağı ya da insanlığın yerini tamamen alacak bir sonraki egemen tür. Bu gelişmeler hep birlikte ekonomik büyümeyi hızlandırmayı vadederken, bir yandan da teknolojinin yarattığı işsizlikten insanlığın gerçek anlamda yok olmasına kadar uzanan korkulara yol açıyor.
Bazı teknoloji uzmanları, teknoloji endüstrisinin yıllardır medya, akademi ve devlet tarafından maruz kaldığı eleştirilere bugün artık etkin biçimlerde karşılık vermeye çalışıyor. Birçoğu, genç intiharlarından konut fiyatlarına ve demokrasinin erozyona uğramasına kadar toplumun sorunlarının günah keçisi olduklarını düşünüyor. Savunma yapmaktan yoruldular ve artık atağa geçiyorlar.
Bazıları kötümserliğe iyimserlikle karşılık veriyor, endişeleri görmezden geliyor ya da riskleri ve sorunları küçümsüyor. İyimserler, doğru bir şekilde, tarihin teknoloji hakkında geriye dönüp bakıldığında düpedüz gülünç görünen korku tellallığı ve ahlaki kaygılarla dolu olduğunu ve genel olarak teknolojinin insanlık için büyük ölçüde faydalı olduğunu belirtiyorlar. Ancak riskleri göz ardı etmek bir hatadır ve bu yaklaşım geri tepecektir. Riskler gerçektir -tarih, ahlaki kaygılara ek olarak bunlara dair pek çok örnek sunar- ve kamuoyu bu risklere karşı çok duyarlıdır. İlerleme, sorunları görmezden gelmekten değil, onları kucaklamaktan ve çözmekten geçer. Doğru mesaj “Endişelenmeyin!” değil, “İşte bunu böyle çözeceğiz… ve işte maliyeti ya da riski buna değer kılan büyük faydalar.” olmalıdır.
Daha felsefi bir başka yanıt ise ilerlemeyi evrimsel bir sürecin kaçınılmaz açılımı olarak kabul eden “ivmecilik” olmuştur. Bu süreç, kendi büyümesi için mümkün olduğunca fazla enerji yakalamaya çalışan bir “meta-organizma” olan tekno-kapitalist makine tarafından yönlendirilmektedir. İvmeciler “tekno-kapital tekillik olasılığını en üst düzeye çıkarmaya”, yani kendi içinde bir amaç olarak evrimin ve kapitalizmin ivmelenmesine yardımcı olmaya ya da “evrendeki zekâ oranını artırmanın” bir aracı olmaya çalışmaktadırlar. Pratikte bu, teknoloji yanlısı ve denetim karşıtı oldukları anlamına gelmektedir:
“Teknolojilerin aşırı denetlenmesi değişimi bastırır ve dolayısıyla ilerlemeyi yavaşlatır. Korkmayın, sadece inşa edin.”
Bu yeni ortaya çıkan hareket enerji, tutku ve olumlu bir hava yansıtıyor ve aralarında sevdiğim ve büyük saygı duyduğum insanların da bulunduğu bazı teknoloji girişimcileri ve yatırımcılar “etkin ivmeci” etiketini benimsemiş durumda (yapay zekânın varoluşsal riski konusunda uyarıda bulunan “efektif altruizm” üzerine bir nazire). Ancak insanın gelişmesi için ideolojik bir temel olarak bu felsefe yanlış yöne işaret ediyor. Bireysel yaşamlar yerine kişisel olmayan bir süreci vurguluyor. Belirtilen amacı “‘evrenin iradesini’ takip etmek” ya da belki de “bilincin ışığını korumak”tır; ama sizin ya da benim bilincimi değil. Ve süreç üzerinde gerçek bir kontrole sahip olduğumuzu yadsıyor: Hareketin kurucularından biri “İvmeyi durduramazsınız!” diyor; “Onu kucaklasanız da olur.” Hepimiz yalnızca makinelerin birer parçasıyız.
Dünyanın hümanizme ve eylemliliğe dayalı ahlaki bir ilerleme savunusuna ihtiyacı var; yani insan hayatını değer standardı olarak kabul eden ve geleceği şekillendirme yeteneğimizi vurgulayan bir savunmaya…
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Jason Crawford’un “A new vision for the advancement of humanity” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım