İklim değişikliği krizini atlatabilmek için sosyal bilimlere tahmin edilenden daha fazla ihtiyaç vardır…
Kuzey Kutbu’nda görülen büyük orman yangınları ve Avrupa’daki yoğun sıcak hava dalgaları, iklim değişikliğinin zamanımızın belirleyici olgusu hâline geldiğinin en son kanıtlarıdır. 1960’lardaki siyasal kriz ya da dot-com balonu gibi gelip geçen diğer zamanların aksine, kontrolsüz bir iklim değişikliği süreci Dünya’nın doğal yaşam sistemlerinde karmaşık ve geri döndürülemez problemlere yol açacaktır.
Pek çok insan iklim değişikliğini bilimsel bir mesele olarak görüyor; bu fiziksel, biyolojik ve teknik sistemlerle ilgili bir husus olarak ön plana çıkıyor. Örneğin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) en son değerlendirme raporu, iklim bilimi, tehditler ve potansiyel çözümlerin geniş bir özetini sunuyor.
Ancak günümüzde iklim değişikliği aynı zamanda, dünyanın dört bir yanındaki insanların, çoğunlukla varsılların, kolektif davranışlarından kaynaklanan insani bir sorundur. Japon ekonomist Yoichi Kaya bu bakış açısını Kaya Özdeşliği olarak bilinen basit bir denklemle özetliyor:
“Küresel sera gazı emisyonları sadece enerji kullanım oranının ve teknolojinin değil, aynı zamanda insan nüfusunun boyutunun ve ekonomik faaliyetlerin bir sonucudur.”
Elbette iklim değişikliğini anlamak için bilim, sorunu çözmek için de teknoloji şarttır. Ancak IPCC raporu iklim etiği, sosyal adalet ve insani değerlere 10 sayfadan biraz daha fazla yer ayırmıştır. Bilime yapılan yoğun vurgunun etkili iklim çözümlerinin tasarlanmasını sekteye uğratabileceğinden endişe edilmektedir.
Bizim görüşümüze göre, dünyanın iklim sorunlarını çözmek için bilimin ötesinde beyin gücünden faydalanmak gerekecek.
İnsan merkezli bir bakış açısı
Sosyal bilimler alanında çalışan akademisyenler, insanların kendi dünyalarını nasıl anlamlandırdıklarını tespit etmek için insanlık tarihini, edebiyatı ve imgelemi yorumlarlar. İnsan bilimciler başkalarını iyi bir yaşamı neyin oluşturduğunu düşünmeye zorlar ve örneğin “Kimin için iyi?” ve “Kimin çıkarına?” gibi rahatsız edici sorular ortaya atarlar.
Bilimin sınırlarını aşan insan bilimciler, sanayileşmiş toplumların fosil yakıt bağımlılığı gibi iklim değişikliğine yol açan kültürel güçleri ortaya koyabilirler.
“Living Oil: Petroleum Culture in the American Century” adlı kitabında edebiyat uzmanı Stephanie LeMenager, 20. yüzyıl kültürünün -romanlar, şiirler, filmler, fotoğraflar ve televizyon- bir ‘petro-ütopya’ mitolojisi yarattığını ileri sürmektedir. Burada fışkıran petrol kuyularının görüntüleri, Amerikan iyi yaşamının fosil yakıtların sınırsız tüketimi anlamına geldiğini ima etmiştir.
Popüler kültür, arazi kullanımı ve ekonomi, özellikle Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde bu ideali yansıtıyordu. Golden State iklim değişikliğiyle mücadelede ulusa öncülük etmeye çalışsa da petro-kültürün mirası banliyölerin yayılması ve otoyolların sıkışması şeklinde günümüzde hâlâ devam ediyor.
LeMenager gibi insancıl akademisyenler, karmaşık sorunların temel nedenlerinin ortaya çıkarılmasına yardımcı olmaktadır. Evet, yükselen karbondioksit seviyeleri atmosferde daha fazla ısı tutuyor; ama insani değerler de önemlidir: bağımsızlık, serbestlik, seyahat özgürlüğü ve kendine güven. Bunlar bugün insan kimliğinin tanımlayıcı özellikleri olarak petrol tüketimiyle iç içe geçmiş durumdadır.
Teknolojinin yumuşak tarafı
İklim çözümleri hakkında düşünürken, insanlar genellikle teknik çözümleri hayal ederler. IPCC raporları iklim değişikliğinin azaltılması ve iklim değişikliğine uyum için birçok fikir sıralamaktadır. Azaltım, yenilenebilir enerji gibi teknolojiler aracılığıyla sera gazı emisyonlarını düşürmek anlamına geliyor. Deniz duvarları inşa etmek gibi uyum çalışmaları ise iklim değişikliğinin etkilerini kontrol altına almayı amaçlamaktadır. Ayrıca, Dünya’nın iklim sistemini tasarlamaya yönelik planları da içermektedir. Örneğin, güneş ışığını uzaya geri yansıtmak için stratosfere kimyasallar salmak bunlardan birisidir.
Prensip olarak, bilim insanları ve mühendisler bu çözümlerden herhangi birini uygulayabilirler. Ama bunu yapmalılar mı? Bu soruyu yanıtlamak için toplumun insan bilimcilere ve onların “yumuşak” teknolojilerine -bilimsel olmayan bilgiye dayalı sorunları çözmeye yönelik soyut araçlara- ihtiyacı var.
Kültürel çalışmacılar ve filozoflar politika yapımına etik ilkeler kazandırabilirler. Zira emisyon azaltımlarına kıyasla, pahalı uyum planlarının yerli halklara, gelecek nesillere ve yoksullara -iklim değişikliğine karşı en savunmasız gruplara- fayda sağlama olasılığı daha düşüktür.
İnsan bilimciler ayrıca karar alıcıların tarih ve kültürün politika seçeneklerini nasıl etkilediğini görmelerine yardımcı olabilirler. Örneğin petrol ekonomisini iyileştirmeye yönelik planların, petrol ile kişisel özgürlük arasındaki tarihsel bağı ele alması gerekecektir. Alternatif olarak, insanlık emisyonları kontrol altına almaya çalışırken fosil yakıtları tüketmeye devam edebilir. Ancak bazı toplumlar henüz kanıtlanmamış karbon kontrol teknolojilerinin yüksek maliyetleri karşısında zorluk çekebilir.
İklim çözümlerinin insani değerlerle uyumlaştırılması
Şimdiye kadar bilimsel gerçekler insanları iklim değişikliğini durdurmak için gereken büyük toplumsal dönüşümleri desteklemeye ikna edemedi. Bazıları küresel ısınmayla ilgili bilimsel fikir birliğini, kendilerini kötü hissettirdiği ya da hava durumuyla ilgili kişisel deneyimleriyle çeliştiği için kabul etmiyor.
İklim değişikliği insanların evlerini, geçim kaynaklarını ve manevi inançlarını etkilediğinde daha fazla önem kazanıyor. Amerika’daki Dakota Access Boru Hattı‘na karşı yapılan son protestolar buna bir örnektir. Muhalifler Kızılderili mezarlıklarına yapılan saygısızlığı kınayarak 150 yıl öncesine dayanan tarihi toprak anlaşmalarının ihlal edildiğini dile getirdiler. Onlara göre boru hattı sadece bir sera gazı kaynağı değildi. İdeallerine ve maneviyatlarına yönelik bir tehditti.
Gelişmekte olan çevresel sosyal bilimler alanı, insanları harekete geçiren şeylerden yararlanarak iklim değişikliğine yönelik eylemlerin teşvik edilmesine yardımcı olabilir. Tarih, felsefe, din çalışmaları, edebiyat ve medya çalışmacıları, insanların Dünya ile olan ilişkisinin birçok yönünü araştırıyorlar. İklim temalı kurgu ya da “Cli-Fi” olarak adlandırılan bir edebî türün bütününde, iklimin insanlık üzerindeki etkilerine dair çoğu zaman kıyameti andıran senaryolar tasvir ediliyor. İnsan bilimciler, antik Maya ve Orta Çağ İzlandalıları gibi uygarlıkların iklim krizleriyle nasıl başa çıktıklarını inceliyorlar.
Bilim insanlarıyla birlikte çevresel sosyal bilimciler de iklim modellemesinde kullanılan senaryoları yeniden şekillendiriyor. Senaryolar doğaçlama bir tiyatro biçimi olarak ortaya çıkmıştır ve insan bilimciler bunları tehlikeli iklim değişikliğini önlemek için gereken büyük toplumsal değişimler için bir prova alanı olarak yeniden ele almaktadır.
Sosyal ve beşeri bilimler arasında daha güçlü bir iş birliğinin etkili iklim çözümleri için kilit öneme sahip olduğunu düşünüyoruz. Yine de aşılması gereken engeller var. Sosyal bilimciler, uzmanlıklarını akademik çevreler dışındaki çevre sorunlarına uygulayamadıkları için eleştiriliyorlar. Bilim insanlarının ise insan bilimcilere ve sosyal bilimcilere, sadece katı bilimin becerikli tercümanları olarak değil, kendi başlarına birer bilim insanı olarak saygı duymaları gerekiyor.
Bize göre, bilim insanları, mühendisler ve sosyal bilimcilerin bu engelleri yıkmalarının ve küresel iklim değişikliğindeki insan unsurunu kavramalarının zamanı gelmiştir.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Steven D. Allison ve Tyrus Miller’in “Why science needs the humanities to solve climate change” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım