Hata teorisi: Doğru ve yanlışın karmaşık biyolojik dansında, Dünya’daki yaşamı yönlendiren daha derin amaçların anlaşılmasındaki anahtarı bulabiliriz.
Arabamızı nereye park ettiğimizi unuturuz. Anahtarlarımızı kaybederiz. Talimatları yanlış okuruz. Saatin kaç olduğunu fark edemeyiz. İnsanları yanlış isimlerle çağırırız. İngiliz şair Alexander Pope’un Eleştiri Üzerine Deneme‘sinde (1711) ifade ettiği gibi: “Hata yapmak insani bir şeydir.” Ancak bu sadece insana özgü değildir. Tüm hayvanlar hayatta kalmalarını, üremelerini, güvende ya da mutlu olmalarını engelleyen şeyler yaparlar. Tüm hayvanlar bazı şeyleri yanlış yapar. Yemi yutan ve yanlışlıkla metal bir kancayı ısıran bir balığı düşünün. Kemiklerini nereye gömdüklerini unutan köpekleri ya da dillerini yanlış yöne çeviren kurbağaları hayal edin. Kuşlar dayanıksız yuvalar inşa eder. Balinalar sahile vurur. Evcil tavuklar golf toplarının üstüne kuluçkaya yatar.
Ancak evrendeki her şey hata yapamaz. Canlılar biyolojik hatalarla dolu bir dünyada gezinirken evrenin temel yapı taşları fizik yasalarına sarsılmaz bir tutarlılıkla bağlıdır. Bırakın bir atomu, bir sodyum iyonunu, bir altın külçesini, bir su damlacığını ya da bir süpernovayı, hiç kimse bir elektronu bile hata yaparken yakalayamamıştır. Fizikçilerin incelediği nesneler, fiziğin saf nesneleri, hata yapmaz. Bunun yerine, karşı konulamaz yasaları takip ederler.
İşte bu noktada bir sorun ortaya çıkıyor. Evrendeki diğer her şey gibi, hata yapan organizmalar da yasalara uyan atom ve moleküllerden oluşur. Peki canlılarda hata yapma süreci tam olarak nerede başlar ve nerede biter? Ne kadar derine iner? Bağışıklık sistemi ya da kandaki trombositler gibi organizmaların bileşenleri ve alt sistemleri de hata yapabilir mi? Ve eğer yaparsa insan hatalarını biyolojik alt sistemler tarafından yapılanlara bağlayan bir şey var mıdır?
Bu soruların yanıtları, yaşam hakkında nasıl düşüneceğimiz konusunda derin etkilere sahiptir. Eğer işler sadece fiziksel biyolojiye dönüştüğünde yanlış gidiyorsa yüzyıllardır aksini söyleyen indirgemecilik anlayışına rağmen biyoloji gerçekten fizik ve kimyaya indirgenemez olabilir. Bu aynı zamanda organizmaların yanlışlıkla ondan sapabilecekleri gerçekten ‘doğru’ hedef ve amaçlara sahip oldukları anlamına da gelebilir; aksini iddia eden mekanist argümanların geçmişine rağmen bunlar gerçekten teleolojik‘tirler. Ve bu eğer yaşamdaki hatalar gerçekten göründükleri kadar yaygınsa işler ters gittiğinde ne olduğunu açıklamak için ‘büyük’ bir çerçeveye ihtiyacımız olduğu anlamına gelebilir: Bir biyolojik hatalar teorisi.
Bir felsefeci olarak hayatımın büyük bir bölümünü metafizik ve etiğin bulmacaları üzerinde çalışarak geçirdim. Gerçekliğin doğasını, varlık kavramını ve insan eylemlerinin ahlaki sonuçlarını araştırdım. Ancak son yıllarda İngiltere’deki Reading Üniversitesinden bir grup araştırmacı ile birlikte hata sorunu üzerinde çalışıyorum. Bizi bu konuya çeken şey, biyolojik düşünce tarihindeki büyük bir boşlukla ilgili şaşkınlığımızdı. Şaşırtıcı bir şekilde, biyologlar ve biyoloji felsefecileri arasında bile hatalar, araştırmacılar tarafından çoğunlukla göz ardı edilmiş ve geleneksel yaşam tanımları hataların rolünü büyük ölçüde göz ardı etmiş, bunun yerine başarılara, adaptasyonlara ve faydalı mutasyonlara odaklanmıştır. Bu nedenle 2010’ların sonlarında ekibimiz, hata yapmaya yönelik daha ayrıntılı bir bakışın nasıl yeni bilimsel hipotezler üretebileceğini araştırmaya başladı. Hatalar nasıl daha sistematik ve disiplinler arası bir şekilde anlaşılabilir diye merak ettik.
Geçtiğimiz birkaç yüzyıl boyunca, akademisyenler ve bilim insanları neyin yanlış gittiğinden ziyade neyin doğru gittiğine odaklanma eğiliminde oldular. Canlılarda doğruluk fikri pek çok şekil almıştır. 17. yüzyılda, bilimsel devrimin ilk günlerinde, Rene Descartes hayvanları otomatlar olarak nitelendirdi: Bir saatin hareketleri gibi mekanik yasalara uyan dokudan yapılmış ‘makineler’. Descartes, “Hayvanların bedenlerinde ya da hatta kendi bedenlerimizde, eğer bu bedenler aynı hareketlerin bir makinede gerçekleştirilebileceği tüm organlara ve araçlara sahip değilse hiçbir hareket gerçekleşemez.” diye yazmıştır. Buradaki otomat fikri, hayvanların hata yapmaktan ziyade sadece arızalanabileceğini veya bozulabileceğini ima eder; iç devreyi anlamak, bir hayvanın davranması için ‘doğru’ yolun ne olduğu konusunda bilmeniz gereken her şeyi size söyler.
İki yüzyıl sonra, Charles Darwin’in çalışmalarıyla biyolojik doğruluk ve yanlışlığa dair farklı bir görüş ortaya çıktı. Darwinci bakış açısına göre, bir şeyin hata sayılıp sayılmayacağı ancak evrimsel zamanın ışığında, bir tür ya soyunu devam ettirdikten ya da yok olduktan sonra değerlendirilebilir. Evrimin ‘standart’ görüşüne göre organizmalar, rastgele genetik varyasyonun başarısı yoluyla işleyen kör doğal seçilimin ürünüdür. Bu durumda, ‘doğru’ varyasyon, bir türün çevresine daha fazla adapte olmasına ve hayatta kalma, üreme ve evrimleşmeye devam etme olasılığının daha yüksek olmasına yol açacaktır.
Konu Başlıkları
Bir tür kendi çevresinde ne kadar üstün veya güçlü olursa olsun, hepsi bazı şeyleri yanlış yapar
Evrimsel zamanın dışında hayvanlar için işlerin nasıl ters gidebileceğini anlamak için, 19. ve 20. yüzyılın hayvan davranışçıları bireysel organizmaların incelenmesine yeniden vurgu yaptılar. B F Skinner gibi davranışçıların yanı sıra Charles Otis Whitman, Oskar Heinroth, Konrad Lorenz ve Nikolaas Tinbergen gibi etologları da örnek verebiliriz. Yazıları, martıların yumurtaları tanımaması ve ördek yavrularının kendilerini cansız nesnelere bağlamaları gibi hayvanlar tarafından yapılan hatalara ilişkin örnekler içermektedir. Lorenz ve Tinbergen’in ufuk açıcı çalışmalarından etkilenen biyologlar artık düzenli olarak çeşitli biçimlerde hata yapan hayvanları araştırmaktadır. Bununla birlikte, felsefe ve biyoloji arasında bir arayüz oluşturabilecek büyük bir kavramsal çerçeve, bir hata teorisi hâlâ mevcut değildir.
Hatalar üzerine düşünmek, kendimizi ve diğer organizmaları anlamamız için bize doğru yönelimi sağlar. Dikkatimizi, paramecia‘dan insanlara kadar canlı sistemlerin normatif doğru ve yanlış standartlarına tabi olduğu gerçeğine odaklar. Bu basit bir şekilde açıklanabilir: Canlılar bazı biçimlerde hareket ettiklerinde iyi iş çıkarırlar; başka biçimlerde hareket ettiklerinde ise işler kötüye gider.
Hayat hatalardan kurtulma, onları düzeltme ya da en aza indirme gayretleriyle doludur. Canlılar kendilerini normatif düzlemde tutmak için her türlü stratejiyi kullanırlar. Daniel Kahneman ve Amos Tversky gibi araştırmacıların insanların hata yapmasına ilişkin son çalışmalarının bu kadar önemli ve etkili olması şaşırtıcı değildir. Biz insanlar durum değerlendirmeleri yapmak, tercihlerimizi sıralamak, insanları analiz etmek vb. için ‘sezgisel yöntemler’ -zihinsel kısayollar ya da pratik kurallar- kullanırız. Bu sezgisel yöntemler çoğu zaman işe yarar (bazen bir kitabı kapağına bakarak değerlendirebilirsiniz), ancak bazen de bizi yanlış yola sürükler. Bir tür kendi çevresinde ne kadar üstün veya güçlü olursa olsun, bazı şeyleri yanlış yapar.
Bu nedenle ekibimiz hatalar ve normatiflik hakkında düşünmek için titiz bir kavramsal çerçeve geliştirmeye çalışmıştır. Böyle bir çerçevenin deneysel biyologlar için yeni, test edilebilir hipotezler üretmeye yardımcı olacağını ve biz insanların eğilimli olduğumuz birçok hataya ışık tutabileceğini umuyoruz. Ancak çerçevemizi geliştirmek bizi beklenmedik yönlere taşıdı. Hata yapmanın yaşamın doğasını aydınlatabileceğine inanıyoruz. Biyolojinin fizik ve kimya yasalarına indirgenemez olduğunu ilk ve son kez ortaya koyuyor olabilir; unutmayın, atomlar hata yapmaz.
Eğer organizmalar temel fiziksel yasalara uyan atom yığınları ise hatalar nasıl ortaya çıkıyor? Evrendeki diğer her şey gibi biz de yerçekimi gibi fiziksel yasalardan etkileniriz, ancak organizmaların yaptıklarını etkileyen tek şey yasalar değildir. Atom yığınları canlı varlıklara dönüştüğünde başka bir şey daha olur. Buna ‘biyolojik normatiflik’ denir.
Organizmalar doğru davranış normları tarafından idare olunur ve bu normların dışına çıktıklarında hastalanabilir, uyum sağlayamayabilir, acı çekebilir, ölebilir veya parçalanabilirler. Bu tür sonlardan kaçınmak için çoğunlukla kendileri açısından doğru olanı yapmaları gerekir: Doğru zamanda ve yerde, doğru koşullarda, doğru şekilde hareket etmeleri icap eder. Yırtıcı hayvan zamanlamasını doğru yapmalı, isabetli bir saldırı gerçekleştirmeli, kendini fazla yormadan avına boyun eğdirecek kadar enerji harcamalıdır.
Fiziksel yasalar tek başına bir organizma için neyin doğru neyin yanlış olduğunu açıklayamaz çünkü fizikte tüm olay örgüleri eşittir; hepsine eşit muamele edilir. Elektron taşıma zinciri olarak bilinen, elektronların bir molekülden diğerine transferini düşünün. Bu aktarım, tüm canlılarda olmasa da çoğu canlıda enerji üretmek için çok önemlidir; organizmaları canlı ve sağlıklı tutar. Ve tamamen fizikokimyasal bir perspektiften bakıldığında, elektron taşıma süreci her zaman aynıdır. Tarihçi Arnold J. Toynbee’nin tarih için söylediği şey fizik için de söylenebilir:
“Birbiri ardına gelen korkunç olaylar…”
Bununla birlikte, elektron transferi süreci çok yanlış gidebilir. Elektronları doğru şekilde taşıyamayan bir molekül mitokondriyal işlev bozukluğuna neden olarak hastalıklı bir organizmaya yol açacaktır. Yani elektron taşınmasının tüm örnekleri eşit değildir. Yaşam söz konusu olduğunda, bazı diziler diğerlerinden daha iyi olabilir çünkü bunlar sağlığı, bütünlüğü ve hayatta kalmayı destekler. Gelişmeyi sağlar. Farklı hareket tarzları organizmanın içinde bulunduğu ortamda organizmanın lehine ya da aleyhine işler. Yanlış hareket tarzı bir yanılgı olur.
Gelecekteki durumu hedefle saf ve yalın bir şekilde özdeşleştirmek yanlıştır. Hedef gelecekteki bir durum olamaz.
Bu kulağa çok açık gelebilir, ancak bu tanımın içerdiği fikirler karmaşık ve tartışmalıdır. Bazıları için ‘yanlış eylem tarzının bir hata olduğunu’ iddia etmek, 20. yüzyılın büyük bir bölümünde neredeyse bütünüyle dışlanmış bir kavram olan teleolojiyi çağrıştırabilir. Kelime Yunanca telos (‘son’ ya da ‘amaç’ anlamına gelir) kelimesinden gelmektedir ve günümüzde daha yaygın olarak ‘hedefe yöneliklik’ ya da ‘amaçlılık’ olarak adlandırılan durumun karşılığı olan terimdir. Teleolojiye başvurmak 20. yüzyıl biyologları için ciddi bir sorundu. Alman asıllı Amerikalı evrimsel biyolog Ernst Mayr 1988’de bu kavrama karşı çıkmıştır çünkü kavramın gizemli geriye dönük nedenlerin öne sürülmesini içerdiğine inanmaktadır. Gelecekteki hedefler organizmaların şimdiki davranışlarını nasıl etkileyebilir? Biyolog Colin Pittendrigh’in ifade ettiği gibi:
“Biyologlar önceleri bir kaplumbağanın karaya çıkıp yumurtalarını bıraktığını söylemeye hazırdılar; ancak yumurtalarını bırakmak için karaya çıktığını söylemeyi reddettiler.”
Kaplumbağanın yumurtalarını bırakmak amacıyla karaya çıktığını söylemek, kaplumbağanın okyanustayken bile, şimdi ve buradaki davranışlarını etkilemek için esrarengiz bir şekilde zamanda geriye doğru işleyen ve onu sahile doğru yönlendiren gelecekteki bir durum tarafından yönlendirildiği anlamına gelir. Geriye doğru nedenselliği (belirsiz fizik bir yana) çoğu filozofun kabul etmesi zordur; geri kalanımızla birlikte… Şüphesiz, kaplumbağanın yumurtlama davranışını açıklayan her ne ise tamamen şimdi ve burada ve geçmiş evrimsel süreçlerin bir ürünü olmalıdır.
Hedefler ya da amaçlar gerçekten de bir organizmanın içinde bulunmayı hedeflediği gelecek durumlara işaret eder; örneğin üremek, hayatta kalmak, çevreye uyum sağlamak, sağlıklı olmak ya da iyi işleyen bir sosyal grup içinde yaşamak gibi. Bununla birlikte, gelecekteki durumu saf ve basit bir şekilde hedefle özdeşleştirmek ham bir yaklaşımdır. Hedef gelecekteki bir durum olamaz.
Dağa ayak basmadan çok önce Everest’e tırmanma hedefine sahip olabilirim. Aynı şey diğer tüm organizmalar için de geçerlidir. Bir hedefe sahip olmak, bir şeyi gerçeğe dönüştürmek anlamına gelir. Bu, gelecekteki bir durum tarafından şimdiki zamanda sıkıştırılmak yerine, yiyecek, barınak ya da bir eş arayışını içeren bir şeyin peşinden koşmak anlamına gelir. Burada bahsettiğim hedefler, sağlıklı olmak ya da hayatta kalmak gibi belirli şekillerde hareket etmeye yönelik dürtüler, eğilimler ve yatkınlıklar olarak organizmaların içine işlenmiş olanlardır. Hedefe yöneliklik, bir organizmayı gelecekteki durumlara doğru yönlendirirken burada ve şimdi mevcut olmalıdır.
Son yıllarda teleoloji üzerindeki ‘yasak’ kaldırılmış ve bazı filozoflar bu kavramı ciddiye almaya istekli olmuştur. Ancak birçoğu, özellikle de bilim filozofu Ernest Nagel’den etkilenenler, hedefe yönelikliğin fizik ve kimyadan kaynaklandığı konusunda hâlâ ısrarcıdır. Bu düşünürlere göre, organizmaların neden hata yaptığına dair sui generis biyolojik açıklamalar yoktur. Bu, hataların nasıl yapıldığını eksik kavrayan indirgemeci bir görüştür. Bu tür bir hata yapmak için bir organizmanın doğruluk standartlarından ayrılması gerekir. Organizma yanlış bir şey yapmalıdır. Ve bu normatiflik fizik ya da kimyadan gelmez.
İndirgemeciler için ‘iyi’ ve ‘kötü’ kavramları evrimle kolayca açıklanabilir. Bu şüphecilere göre normatiflik bir sayı oyunundan başka bir şey değildir: ‘kötülük’ basitçe bir tür uyum sağlamak ve kendini devam ettirmek için yeterince yavru üretmediği zaman ortaya çıkar. ‘İyilik’ ise bunun tam tersidir; bir tür uyum sağlamak ve hayatta kalmak için gereken genetik varyasyonları üretecek kadar başarılı bir şekilde çoğaldığında ortaya çıkar. O hâlde ‘normatifliği’ anlamak, yalnızca bir organizmanın kendi türünün uygunluğuna nasıl katkıda bulunduğunu anlamayı gerektirir. Organizmalar ya başarılı bir şekilde yavru üreterek türlerinin çevrelerine uyum sağlamasına yardımcı olurlar ya da üremede başarısız olarak türlerinin yok olmasına neden olurlar. Bir organizmanın yapabileceği tek anlamlı ‘hatanın’ uygunlukla ilgili olduğunu düşünen şüpheci için ‘iyi’ ya da ‘kötü’ eylem yoktur; biyolojik normatiflik mevcut değildir.
Bunun hata yapmayı yeterince açıkladığına inanmıyorum. Gelişme sadece başarılı üremeyle ilgili değildir. Aynı zamanda avı yakalamak veya yiyecek bulmak gibi şeyleri rakiplerinden daha iyi yapmayı da içerir. Bir kuş doğru yerde doğru malzemelerden doğru türde bir yuva inşa ettiği için başarılı bir şekilde yavru yetiştirebilir. Dayanıksız bir yuva inşa etmek hata olur.
Normatiflik, bir organizma için neyin iyi ya da kötü olduğu konusunda yetersiz bir anlayışa sahip olsak bile var olabilir
Kaçınılabilir ya da kaçınılmaz olsun, hatalar her zaman yapılır. Ancak bu biyolojik hataları tam olarak kim ya da ne yapabilir? Araştırma ekibimiz daha yakından baktıkça, hataların tek bir organizma ile sınırlı olmadığını gördü. Bir gökdelene uçan bir kuş sürüsünü veya karaya vuran bir balina sürüsünü düşünün, bir organizma topluluğu da hata yapabilir. Hatalar canlıları oluşturan parçalar tarafından da yapılabilir. En iyi bilinen örneklerden bazıları DNA ile ilgilidir. Genetik transkripsiyon, çeviri ve düzenleme sürecinde kansere, genetik bozukluklara, gelişim sorunlarına veya diğer olumsuzluklara yol açan çeşitli hatalar meydana gelebilir. Bir başka örnek de antikorlardır. Bazen antikorlarımız vücudumuzun bir parçasıymış gibi davranan aldatıcı patojenler tarafından kandırıldığı için hastalanırız. Örneğin, menenjit bakterisi Neisseria meningitidis vücut hücrelerinin görünümünü taklit edebilir ve bağışıklık sisteminin belirli bir bölümünün hatalı bir şekilde ona karşı harekete geçmemesine yol açabilir.
Hata yapma özelliklerinin tüm canlılar arasında paylaşılıp paylaşılmadığı araştırma ekibimiz açısından bir muammadır. Yüzeyde, antikorların ve insanların hataları arasında uçurum gibi bir fark var, ancak aralarında benzerlikler de olabilir mi? Şimdi iki hata düşünün:
Bir antikorun bir patojeni yanlış tanımlaması ve sizin yanlışlıkla bir başkasının cep telefonunu alıp kendi telefonunuz sanmanız.
Antikorlar işlerini yapmak için, hata teorisyenlerinin ‘işaretler’ olarak adlandırdıkları, ‘ipuçları’ gibi, ancak psikolojik çağrışım olmadan harekete geçmeyi teşvik eden şeylere yanıt verirler. Belirteçler, patojenin yüzeyinde antikorları aldatan reseptörler veya şekiller olabilir. Ancak işaretleri günlük hayatımızda da kullanırız. Yanlışlıkla yanlış telefonu aldığınızda, kendi telefonunuzu taklit edebilecek bir başkasının telefonunun rengine, şekline, boyutuna veya konumuna tepki veriyorsunuzdur. İnsanlar ve antikorlar harekete geçmek için işaretleyicilere güvenir çünkü hiçbirinin hedefin tamamını dikkatle inceleyecek zamanı ya da enerjisi yoktur. Bu önemli ama yeterince çalışılmamış bir hata alanıdır. Bu eylem belirteçlerini hâlâ tam olarak anlamış değiliz, ancak bunlar aracılığıyla biyolojik hataların ortak özelliklerini sınıflandırmaya başlayabiliriz.
İşte bu noktada hata teorisi en cesur ve en şaşırtıcı iddialarını ortaya koymaya başlar: Yaşayan sistemlerin olduğu her yerde hata yapılır. Bunlar biyolojinin evrensel bir özelliğidir. Araştırma ekibimiz, hataların organizmaların parçaları ve alt sistemleri arasında bile ortaya çıkabileceğinden şüphelenmektedir. Araştırma ekibimizin üzerinde çok düşündüğü bir ‘parçayı’ ele alalım: hemostatik (kan pıhtılaşma) sistemi. Kan pıhtılaşması, kanımızda trombosit adı verilen küçük, disk şeklindeki hücre parçalarını içeren karmaşık bir moleküler aktivasyon yoludur. Ve son derece normatif bir olay gibi görünüyor. Süreç çok geç başlarsa, yaralı bir organizma kan kaybından ölebilir. Çok erken başlarsa kan pıhtılarının damarları veya arterleri tıkamasıyla organizma yıpratıcı bir tromboz yaşayabilir. Süreç doğru yerde, yani yaralanma bölgesinde gerçekleşmelidir. Pıhtılaşma da aynı nedenlerle doğru zamanda sona ermelidir. Trombositler bu normatif süreçte çok önemli bir rol oynar.
Kan damarları hasar gördüğünde, içlerindeki kolajen açığa çıkar. Kan trombositleri bir yaralanma bölgesinde bu kolajene maruz kaldıklarında aktive olurlar. Bununla birlikte, trombositler bazen yaralı bir kan damarı olmaksızın ortaya çıkan kolajen tarafından aktive edilebilir. Bu durum tromboza yol açabilir ve organizma için potansiyel olarak ölümcül sonuçlar doğurabilir. Trombositlerin hata yapabileceği başka birçok yol daha vardır: Ürettikleri pıhtının doğru şekilde işlev görebilmesi için doğru boyut ve şekilde olması gerekir. Trombositler potansiyel olarak birçok konuda hata yapabilse de kan pıhtılaşma sistemlerinin hata yapması mümkün müdür?
Trombositlerin kolajen içindeki ‘GPO üçlüleri’ adı verilen spesifik amino-asit dizileri tarafından aktive edildiğini biliyoruz. Hata teorisyenleri için bu durum, GPO üçlülerinin başka proteinlerde de bulunup bulunmadığı ya da başka protein dizilerinin veya post-translasyonel modifikasyonların kolajendeki GPO’ya çok benzer belirteçler üretip üretemeyeceği sorusunu akla getirmektedir. Kan trombositleri kolajeni yanlış tanımlayabilir mi? Hatta bir kolajen taklidi tarafından aktive edilebilirler mi? Bu durum yanlış trombosit aktivasyonuna (yanlış proteinin neden olduğu bir aktivasyon) ve potansiyel olarak feci sonuçlara yol açabilir. Trombositler kandırılabilir mi? Cevabı henüz bilmiyoruz.
Zebra ispinozlarının dopaminindeki ani yükselmeler, şarkı kalitesindeki dalgalanmalarla gerçek zamanlı olarak ilişkilidir
Hata teorisinin kullanım alanlarını ve biyolojik hataların olası derinliğini gösteren bir başka örnek de kuş ötüşleridir. Her erkek zebra ispinozunun potansiyel eşlerine kur yapmak için söylediği özel bir şarkı vardır ve bu şarkıyı erkek yavrularına öğretirler. Öğrenilen şarkıda dalgalanma payı vardır – mükemmel bir kopya değil, aslına bağlı bir yeniden üretim olması beklenir. Bu da gerçek bir hatanın ancak öğrenilen şarkının doğru şarkıdan çok fazla sapması durumunda ortaya çıkacağı anlamına gelir. Ama ne kadarı çok fazladır? Zebra ispinozları doğru şarkıyı söylemeyi nasıl öğrenirler?
Araştırmalar, zebra ispinozunun ötüşü sırasında, ötüşlerini doğru perdede tutmak için dopamin salgılandığını göstermektedir. Bu bilgiyle, hata teorisi test edilebilir bazı hipotezler sunabilir. Tanımımıza göre, yalnızca ”sapma” bir ispinozun gelişimini baltaladığında bir hata yapılır. Bu durumda, gelişme, doğru zamanda yeterli sayıda doğru eşin cezbedilmesini ve muhtemelen nesiller boyunca böyle devam etmesini içeren eşlerin cezbedilmesiyle ilgilidir. Deneylerde, zebra ispinozlarının dopaminindeki artışlar, şarkı kalitesindeki dalgalanmalarla gerçek zamanlı olarak ilişkilidir, bu da bir tür değerlendirme yapıldığını göstermektedir. Kuşlar, farkında olmadan, dopamin seviyelerindeki değişikliklere dayanarak şarkılarının performansını belirliyor ya da kalibre ediyor gibi görünüyor. Şarkılarının doğruluğuna ya da yanlışlığına tepki veriyorlar. Kuş, şarkısını ayarlarken işitsel geri bildirim kullanacaktır, ancak başka bir şey daha oluyor gibi görünüyor: dopaminerjik nöronların kendileri tarafından gerçekleştirilen değerlendirici bir işlev.
Belki de dopaminerjik sistem, gerçek şarkının karşılaştırıldığı doğru şarkının bir temsiline sahiptir, bu da işleri yanlış yapma potansiyelini açık bırakacaktır. Bu durumda, nörokimyasal sistemler arasında bile hatalar ortaya çıkmaktadır. Bu bildiklerimizin sınırındadır, ancak hata teorisi bu tür olgulara ilişkin organize araştırmaları teşvik edebilir.
Biyolojik hatalar teorisi, biyolojinin evrensel bir özelliği gibi görünmektedir; bu da yaşamı fizik ve kimya alanlarından ayırmakta ve böylece onu her ikisine de indirgenemez kılmaktadır. Buna rağmen, hatalar henüz biyologlar tarafından sistematik bir araştırmaya tabi tutulmamıştır. Hata teorisi, içinde yeni, test edilebilir hipotezler üretilebilecek bir çerçevedir. Ve burada sistematik araştırmaya ihtiyaç duyan pek çok soru vardır: Zamanlama, konum, ölçüm, kalite değerlendirmesi ve tanımlama ile ilgili olarak işler nasıl yanlış gidebilir? Organizmalar hatalardan nasıl kaçınmaya çalışır? Hangi hatalar kaçınılmazdır? Bunlar nasıl düzeltilir? Bir organizma, gelişimini tehdit edecek bir yola sapıp sapmadığını gerçek zamanlı olarak nasıl izler?
Bir de hataların kısa vadede gelişmeyi tehdit etmesine rağmen uzun vadede organizmaya paradoksal olarak yardımcı olduğu çelişkili durumlarla ilgili sorular vardır. Bu, keşif ya da oyunun yaşamdaki rolüyle ilgilidir. Organizmalar genellikle çevrelerini keşfetmeye ihtiyaç duyarlar; yiyecek, eş ya da barınak vb. arayışı içinde olabilirler. Ancak, çok fazla keşif israf ve tehlikelidir. Çok fazla hataya izin vermek yanlış olur, ancak çevremizde gelişebilmemiz için bazı hatalar gereklidir. Gerçekten de, örneğin DNA kopyalamasındaki hatalar, yaşamın çeşitliliğini sağlayan varyasyonu üretir. Ancak bu hatalar çok fazla çeşitlilik gösterirse sistemler parçalanır. Bu hataları deneysel olarak sorgulamak bize biyolojik normatiflik olgusuna bir pencere açabilir ve organizmaların çevrelerinde nasıl doğru şekilde ya da kötü şekilde hareket ettiklerini anlamamıza yardımcı olabilir.
Hata yapmak, ne organizmalarla sınırlıdır ne de ölçeğe bağlıdır. Hatalar en küçük bakteriler tarafından yapılabileceği gibi en büyük hayvanlar, hatta tüm popülasyonlar tarafından da yapılabilir. Ayrıca trombositler, antikorlar ve organizmalara ait hücreler gibi organizma olmayanlar tarafından da yapılabilir. Hata yapmanın yaygınlığı ve potansiyeli, bu olguya ilişkin araştırmaları düzenlemek için eşit derecede geniş bir teori gerektirmektedir.
Yaşam genellikle doğru yaptığımız şeylerle tanımlanır. Büyüme, çoğalma ve çevreye uyum ile açıklanır. Ancak hatalar her yerdedir. Bir hatalar teorisi, canlıların gelişimini tehdit eden davranışları sistematik ve deneysel bir şekilde anlamamıza yardımcı olacaktır. Ayrıca yaşamın içinden geçen normatifliği anlamamıza da yardımcı olacaktır. Bazıları hâlâ ‘teleolojiye’ kuşkuyla bakarken hata teorisi canlıların amaçları hakkındaki geleneksel bilgeliğe meydan okuyan bir panzehir olabilir. Doğru ve yanlışın karmaşık biyolojik dansında, Dünya’daki yaşamı yönlendiren daha derin amaçların anlaşılmasındaki anahtarı bulabiliriz.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, David S Oderberg’in “Life makes mistakes: Hens try to hatch golf balls, whales get beached. Getting things wrong seems to play a fundamental role in life on Earth” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım