George Santayana
George Santayana, felsefesini zengin bir tarihsel perspektif çeşitliliğiyle buluşturan, geliştirdiği ruh ve doğanın barışıklığını savunan eşsiz ve rakipsiz materyalizm anlayışıyla doruğa ulaşan, 20. yüzyılın etkili İspanyol kökenli Amerikalı filozoflarından biridir.
Filozof olduğu kadar aynı zamanda bir şair de olan George Santayana, Time dergisinin kapağını süslediği yıl olan 1936’da Ayın Kitabı Kulübü seçkisinde yer alan The Last Puritan adlı eserin yazarıdır.
Santayana, neredeyse bütün entelektüel hayatını Amerika’da geçirmiş ve felsefi olarak bu gelenek içinde kategorize edilmiştir. Fakat George Santayana‘nın hayatının ve yayıncılık kariyerinin büyük bölümünü Avrupa’da geçmiştir. İlk çocukluk yıllarını doğduğu ülke olan İspanya’da geçirmiştir.
Hem kompozisyon hem de eleştiri alanında müthiş bir edebî hayal gücüne sahip olan George Santayana‘nın yazıları geniş bir kitleye hitap etmiştir ve Santayana bugün de yirminci yüzyılın en çok alıntı yapılan düşünürlerinden biri olmaya devam etmektedir. Onu en çok “Geçmişi hatırlayamayanlar onu yeniden yaşamaya mahkûmdurlar” (The Life of Reason: Reason in Common Sense. Scribner’s, 1905: 284) cümlesiyle tanıyabilirsiniz.
Bugün Santayana’ya yönelik akademik ilgi mütevazı ama çeşitlidir. Bu bağlamda George Santayana, eserleri en büyük iltifatı hak eden ender bir düşünürdür ve binlerce yıl sonra bile okunabilir ve okunabilir.
George Santayana kimdir?
Dokuz yaşında annesinin yanına Boston’a gönderilen George Santayana 40 yıl boyunca New England’da yaşadı. Boston Latin Okulu ile Harvard College’ı bitirdi. Berlin Üniversitesinde iki yıl felsefe eğitimi gör dükten sonra Harvard’a dönerek William James’in yanında doktora tezini tamamladı. 1889’da felsefe bölümünde öğretim üyesi oldu; James ve Josiah Royce ile birlikte parlak bir üçlü oluşturdular.
Harvard’da yazmaya başladığı “The Sense of Beauty (1896; Güzellik Duyusu)” isimli eseri, estetik için çok önemli bir kaynak oldu. İnsanın estetik duygularının doğasını ve öğelerim ele alan denemede, herhangi bir şeyi güzel bulmanın “gerçekte bir ideal saptamak” olduğunu ve bir şeyin neden güzel sayıldığını anlamanın, geçici idealleri, daha temel duygulardan kaynaklanan “görece sürekli ve evrensel” ideallerden ayırmaya olanak verdiğini savundu. Bu tür estetik yetiler ile insanın ahlaki yetileri arasındaki ilişkiyi “Interpretations of Poetry and Religion (1900; Şiir ve Din Yorumları)” isimli eserinde örnekledi.
“The Life of Reason or the Phases of Human ProZress (1905- 06; Usun Yaşamı ya da İnsanın İlerlemesinin Evreleri)” adlı beş ciltlik yapıtı, öğrendik yıllarında okuduğu Hegel’in “Phönomenologie des Geistes (1807; Tinin Görüngübilimi, 1987)” eserinden esinlenmişti. “İnsan zihninin bir tür biyografisi” olarak nitelediği bu yapıtta Hegel’in anlayışını sürdürerek, usun yaşamının yalnızca entelektüel etkinliklerle sınırlı olmadığını, bütün dışavurumlarıncla usun itki ile kavramanın birliği olduğunu savundu. Buna göre us, kendi üzerine dönmüş ve aydınlanmış iç güdüydü. İki ciltte topladığı denemelerinde kuramının pratik örneklerini verdi: “Three Philosophical Poets: Lucretius, Dante and Goethe (1910; Üç Felsefe Şairi: Lucretius, Dante ve Goethe)” ve “Winds of Doctrine (1913; Öğreti Rüzgürları)”; ikinci ciltte “Percy Bysshe Shelley”in şiiri ile Henn Bergson ve Bertrand Russell’ın felsefelerini kapsamlı biçimde tartıştı.
George Santayana 1907’de Harvard’da profesörlüğe atandı. 1912’de Avrupa’da bulunduğu sırada annesi öldü. İstifasını Avrupa’dan gönderen Santayana Harvard’dan gelen çekici önerilere karşın bir daha Amerika’ya dönmedi. Akademik yaşamın “deli gömleğinden” hoşlanmıyordu ve ABD’de çok huzursuzdu. Latin mirasına bağlılığı, düşüncesine çarpıcı bir genişlik ve derinlik kazandırmıştı, ama bunun sonucu, Anglosakson anlayışına aykırı, olabildiğince çok şeyi Anglo Sakson dilinde inandırıcı biçimde söyleme çabası olmuştu. Bu gerilimi daha çok sürdürmek istemiyordu.
Dünya Savaşı başladığında Oxford’da olan Santayana savaş boyunca burada kaldı ve köşesine çekildi. 1916’da “Egotism in German Philosophy’yi (Alman Felsefesinde Benlikçilik)” eseri yayımladı. İngiliz karakterini ve kırsal yaşam biçimini konu alan bir dizi deneme yazdı. Savaşın ertesinde Oxford Üniversitesi’nden aldığı ömür boyu öğretim üyeliği önerisini kabul etmedi.
1924’te temelli Roma’ya yerleşti. Tin dünyasını bütünüyle bir düşünceden ibaret sayan bir felsefi maddeciliğe yönelmekle birlikte, Katolik ve klasik geleneklere her zaman hayranlık beslemişti. Üç yeni kitabıyla, hümanist bir eleştirmen ve edebiyat adamı olarak ününü pekiştirdi; edebiyatçı yönünü “The Last Puritan (1935; Son Püriten)” adlı romanıyla kusursuz biçimde ortaya koydu.
George Santayana II. Dünya Savaşı’na değin büyük ölçüde kurgusal felsefeyle ilgilendi. Scepticism and Anirnal Faith’le (1923; Şüpheciik ve İçgüdüsel İnanç) daha önceki felsefi görüşlerinden uzaklaştı; dolaysız kavranan özler kuramını açıkladı ve içgüdüsel inancın değişik bilgi biçimlerindeki işlevini betimledi. Yeni felsefe sistemini ise dört ciltlik ontoloji yapıtı “Realms of Being’de (1928, 1930, 1937, 1940; Varlık Alanları)” ortaya koydu. Bundan sonraki yapıtlarıyla felsefesine daha büyük bir kuramsal kesinlik, derinlik ve tutarlılık kazandırdı. Santayana’ya göre “öz alanı” zihnin kesin ve kuşkulanılamaz bilgilerinin dünyasıydı. Özler, bir varlığı ya da gerçekliği olan, ama kendi başına var olmayan tümellerdi. Renkler, tatlar ve kokuların yanı sıra düşünce ve imgele mm düşünsel nesneleri de bunlar arasındaydı. “Madde alanı” ise doğal nesneler dünyasıydı; bu dünyanın var olduğu sayı, varoluşla ilgili bütün savlar gibi içgüdüsel inanca dayanıyordu. Santayana’nın tüm felsefesinin ağırlığını oluşturan Doğalcılık, maddenin öteki alanlardan önce geldiğini vurgulamasında kendini gösteriyordu.
George Santayana II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesini soğukkanlılıkla karşıladı. Bir Katolik bakımevine yerleşti ve üç ciltlik otobiyografisi olan “Persons and Places (1944, 1945, 1953; Kişiler ve Yerler)” isimli eserini yazmaya başladı. Savaştan sonra, insanın toplum içindeki konumunu incelediği “Dominations and Powers’ı (1951; Egemenlikler ve İktidarlar)” isimli eseri yazdı. Ardından dayan sağır ve yan kör durumda olduğu halde Lorenzo de’ Medici’nin aşk şiiri Ambra’yı çevirmeye girişti. Bu çalışması sırasında son hastalığına yakalandı. İspanyol uyrukluğundan hiçbir zaman ayrılmayan George Santayana, ölümünden sonra kendi isteği uyarınca Roma Katolik mezarlığının İspanyollar için ayrılan bölümüne gömüldü.
Yazan: Sosyolog Ömer YILDIRIM