Geleceği korkutucu bir doğrulukla tahmin eden bilim kurgu kitapları…
Amerikalı sermayedar J.P. Morgan, ampulün mucidi Thomas Edison’u New York’taki malikânesinin elektrik tesisatını döşemesi için işe aldığında, babası Junius Morgan onu elektrik ışığının sadece geçici bir moda olduğu konusunda uyarmıştı. Otomobil üreticisi Henry Ford’un avukatı Horace Rackham’a, 1903 senesinde, arabaların asla at arabalarının yerini alamayacağı söylenmişti.
Geleceği tahmin etmek zordur; ancak kesinlikle imkânsız değildir. “Robotlar” sözcüğünün Çek yazar Karel Čapek’in 1920 tarihli “R.U.R.” (Rossum’un Uluslararası Robotları) adlı oyununda ilk kez kullanıldığı kabul edilir ve buna binaen diyebiliriz ki “geleceğin bir kısmı her zaman bugünün avuç içlerinde okunabilir.” Bilim, toplum ve insan doğası hakkındaki kavrayışınız ne kadar artarsa varlığın doğasına dönük o kadar çok şeyi anlayabilirsiniz.
Bazıları diğerlerinden daha iyi bilinse de geleceğe dair şok edici derecede doğru tahminlerde bulunan kitapların sayısı da hiç az değildir.
Bilim – bilim kurgu karşılıklığı
Klasik edebiyat çeşitli modern icatları öngörmüştür. Mary Shelley’nin ilk gerçek bilim kurgu öykülerinden biri olan “Frankenstein”ı biyoelektronik, organ nakli, genetik mühendisliği ve yapay zekânın gelişimini önceden haber vermiştir. Shelley’nin 1818 tarihli romanı aynı zamanda daha ileri bir düzeyde bilim, din ve etik arasındaki kaçınılmaz çatışmayı da gündemleştirmiştir ki bu çatışma bugün de devam ediyor ve görünürde bunun net bir sonu da yoktur.
En fazla sayıda doğru tahminde bulunan kitap belki de Jules Verne’in “Yirminci Yüzyılda Paris”idir. “Dünyanın Merkezine Yolculuk” ve “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah” kitaplarının yazarı Verne, tüm zamanların en etkili bilim kurgu yazarlarından biridir. Ancak “Yirminci Yüzyılda Paris” özellikle kehanet niteliğinde olmuştur. Verne, 1860’larda yazdığı bu anlatıda benzinle çalışan araçlardan, kitle imha silahlarından, küresel ısınmadan ve değişen toplumsal cinsiyet normlarından bahsetmektedir.
İnsanlığa dair bazı öngörülerin izi antik çağlara kadar sürülebilir. Tarihçi Adrienne Mayor, Yunanlıların teknolojilerinin sınırlarını aşmak için hayal güçlerini kullanmalarına bir örnek olarak Hephaistos tarafından inşa edilen bir otomat olan Talos efsanesine işaret eder:
“Yapay yaşam yaratmaya dair fikirler, teknoloji bu tür girişimleri mümkün kılmadan çok önce düşünülmüştür.”
Ütopyalardan distopyalara
Distopik kurgudan önce ütopik kurgu vardı. Platon’dan Thomas Moore’a kadar birçok yazar ve düşünür, ideal bir uygarlığın modellerini oluşturmak için en güncel siyasi, felsefi ve bilimsel düşüncelerden yararlandılar. 19. yüzyılda H.G. Wells ve Jack London gibi yazarlar bu eski formülü tersine çevirmeye başladılar ve insan gelişiminin nasıl açıkça istenmeyen bir geleceğe yol açabileceğini ele aldılar.
Her distopik roman en azından bir miktar gerçeklik esintisi içerir. Philip K. Dick’in “Azınlık Raporu” (1956) adlı eserinde polisler, gerçek hayattaki yapay zekâ araştırmalarında uzun süredir devam eden bir amaç olan, suçluları suç işlemeden önce tutuklamak için algoritmalar kullanmaktadır.
George Orwell’in “1984”ü, Ayn Rand’ın “Ben”i ve Kurt Vonnegut’un “Otomatik Piyano”su üzerinde büyük etkisi olan Yevgeny Zamyatin’in “Biz” adlı eseri insanların isim yerine numaralara sahip olduğu ve her şeye gücü yeten bir diktatörün talimatlarını takip ettiği üst düzey rasyonel totaliter bir devleti konu alır. 1924 yılında yayımlanan kitap, kapitalist iş adamlarıyla komünist diktatörlerin paylaştığı bir arzuyu hicveder: İnsanları itaatkâr, birbirinden farksız makinelere dönüştürmek.
Edebiyat eleştirmenlerinin de belirttiği gibi, “Biz”, Fyodor Dostoyevski’nin 1864 tarihli romanı “Yeraltından Notlar”ın omuzlarında yükselmektedir; bu romanda Rus yazar, tebaasının hayatının her yönünü kontrol etmeye çalışan 20. yüzyıl totaliter rejimlerinin yükselişini etkileyici bir şekilde öngörmüştür.
Geleceği şekillendiren kitaplar
Siyasi yelpazenin her iki tarafındaki partileri konu alan “Biz”in aksine, “Yeraltından Notlar” özellikle 19. yüzyıl Rusya’sında yükselen sosyalist hareketlere tepki olarak yazılmıştır. Bir Hıristiyan olarak Dostoyevski, adaletsizliği sona erdirme ve yoksulları kalkındırma arzusuna sempati duyuyordu. Aynı zamanda, tüm ütopyaların başarısız olmaya mahkûm olduğuna inanıyordu; çünkü insanlar özgürlüğe her şeyden çok değer veriyorlardı. İnsanlar, John Milton’ın “Kayıp Cennet”inde olduğu gibi, cennette hizmet etmektense cehennemde hüküm sürmeyi tercih ederler.
Dostoyevski, Nikolay Çernişevski’nin sosyalist ütopyaların neye benzeyebileceğine ve sosyalist devrimcilerin nasıl davranması gerektiğine dair net bir izlenim veren romanı “Nasıl Yapmalı?”dan özellikle rahatsız olmuştur. Beklentilere meydan okuyan “Nasıl Yapmalı?” 1863’te yayınlandıktan sonra son derece popüler oldu. Bugün, geleceği öngörmekle kalmayıp onu kendi imgesine göre şekillendiren nadir kitap örneklerinden biridir.
Çernişevski’nin karakterlerini taklit eden genç Ruslar, daha sert olmak için çivi yataklarında uyumuşlar ve komünal dikiş kooperatiflerinde çalışmaya başlamışlardır. Devrimciler Nikolai Ishutin ve Dmitry Karakozov kitaptan o kadar etkilenmişlerdi ki kitabın yayınlanmasının yıldönümünde Çar II. Alexander’a suikast planlamışlar ve Vladimir Lenin, “Nasıl Yapmalı?”yı beş kez okumuştur. Çernişevski olmasaydı, bu kitabı yazmasaydı gelecek, yani bugün, bu şekilde mi olurdu diye düşünmeden de edemiyoruz.
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım