Felsefe hakkında her şey…

Rousseau: Toplum Sözleşmesi Nedir?

07.11.2019
6.865

Rousseau kendi toplumsal reform ilkelerini Toplum Sözleşmesi adlı ünlü yapıtında açımlama yoluna gider: Burada, insanlığın uygar yaşama geçişin kötü sonucu olarak kaybettiği özgürlüğünü ve etik değerlerini yeniden kazanabileceği bir hükûmet biçimi olarak demokratik yönetim biçimi üzerinde düşünmekte ve irdelemeler yapmaktadır.

Bir bakıma sözleşme düşüncesini de yeni baştan ele aldığı söylenebilir: Buna göre, “Devlet yurttaşların özgürlük ve eşitlik için doğuştan, vazgeçilmez hakları ve kendi yazgılarını belirleme güçleri yoluyla katıldıkları bir toplumsal sözleşme üzerine dayalı politik bir örgüttür.” (akt. Sahakian, 1997: 155). Bu açıdan Rousseau, Locke’un demokrasi idealini ele alır.

Tüm yasalar genel istencin ifadesi olarak gerçekleşmelidir. Genel istenç insanların ortak çıkarını ya da yararını temsil etmektedir. Bireylerin özgür olma hakkı sadece toplumun ahlak istenci ile sınırlanabilir. Genel istenç yasalarda temsil bulunca, insanların bu yasalara uyması, aynı zamanda özgür olmaları demektir. Kişinin istenci toplum çıkarları ile uyumlu olduğu sürece birey gerçek özgürlüğü de yakalamış olur.

Rousseau’nun genel istenç kuramı, demokrasi düşüncesinin temelidir. Bu şekilde insanlar toplum tarafından geri plana atılmaktan kurtularak yönetimde söz sahibi olmuştur. Egemenlik sadece halkındır, kararlar oylama yoluyla demokratik bir biçimde alınmalıdır. Ancak kişi bencil çıkarları için değil ortak yarar için oy vermelidir ancak o zaman genel istenç gerçekleşir. Genel istenç üstün geldiği zaman bir demokrasi gelişebilir. Egemenlik daima halkındır, hiçbir yerde ve koşulda halk egemenlik hakkını hiçbir kişiye ya da gruba devredemez.

Rousseau’ya göre devlet, yurttaşların özgürlük ve eşitlik için doğuştan, vazgeçilmez hakları ve kendi yazgılarını belirleme güçleri yoluyla katıldıkları bir toplumsal sözleşme üzerine dayalı politik bir örgüttür.

Rousseau’nun dünya tarihine etkisi büyük olmuştur: Eğitime ilişkin görüşleri Basedow, Pestalozzi ve Froebel gibi büyük eğitim kuramcıları tarafından kabul görmüştür. Politik kurama ilişkin görüşleri 1789 Fransız İnsan Hakları Bildirgesinde ifadesini bulmuştur. Düşünceleriyle Kant, Schiller, Herder ve Goethe gibi büyük Alman düşünürleri de etkilemiştir. Kant halk kitlelerine duyarlı olmayı Rousseau’dan öğrendiğini belirtmektedir.

Jean-Jacques Rousseau: Sözleşmeye Dayalı Halk Egemenliği

Jean-Jacques Rousseau halk egemenliğini toplum sözleşmesine dayandıran düşünürdür. Toplum sözleşmesini egemen güce bir boyun eğme ilişkisine değil, ortaklık anlaşmasına dönüştürerek hükümdarın egemenliğini halkın istencine bırakmıştır (Kriegel 2010, s. 142).

İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Toplum Sözleşmesi adlı yapıtlarında toplum ve devlet görüşünü özgürlük ve eşitlik kavramlarından hareketle ortaya koymuştur. Rousseau’nun devlet öğretisi doğal hukuk kavramına dayanır (Dinçer 2010, s. 195).

Rousseau’ya göre ilk insan doğa durumunda tam bir eşitlik ve özgürlük durumunda mutlu bir şekilde yaşamıştır. Bu özgürlük ve eşitlik durumu toplumun kuruluşuna kadar devam etmiştir. Rousseau doğa durumunun sona ermesini mülkiyetin ortaya çıkmasına ve eşitliğin ortadan kalkmasına bağlar. “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘bu bana aittir’ diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun kurucusu oldu” (Rousseau 1982, s. 155) der.

Özel mülkiyetin doğuşu böylece doğal eşitliğin, dolayısıyla da doğa durumunun sona ermesine neden olmuştur. Böylece “hak” ve “haksızlık” kavramları ortaya çıkmıştır. İnsanın doğa durumunda zararsız olan kendini sevmesi egoizm biçimini almıştır ve bu da eşitsizliği artırmıştır. Doğal eşitliğin ortadan kalkması insanları bir sözleşmeyle bir araya gelmeye zorlamıştır ve “uygar toplum” ortaya çıkmıştır. Ama toplum sözleşmeyle bir kez kurulunca özgürlük de tamamen ortadan kalkmıştır. Bu sözleşmeyle mülkiyet ve eşitsizlik sonsuz olarak pekişmiştir. Bir devletin kurulması başka devletlerin de kurulmasına yol açarak devletler arasında savaşlar başlamıştır. Oysa Rousseau’ya göre bütün bunlar doğa yasasına aykırıdır; eşitsizlik doğal hukuka uygun değildir.

Doğa yasasına göre bütün insanlar eşit ve özgürdür. İnsanlar doğaları gereği eşit ve özgür doğarlar. Bu yüzden eşitsizlik hâli doğal hukuka aykırıdır. Bununla birlikte bir daha doğa durumuna dönmenin bir olanağı yoktur. Ne kadar kötü olsa da kültürün ortaya çıkması kaçınılmaz bir olgudur. Bu yüzden yapılması gereken şimdiye kadar kültürün ortaya çıkışının kötü sonuçlarını elden geldiğince ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Bunu yapmanın yolu da uygar toplumun kültür yaşamını elden geldiğince doğa durumuna yaklaştırmaktır. Modern uygar toplum da sadece bireylerin birleşmesinden ortaya çıkan bir şey değildir, yasalı düzeni olan bir bütündür.

Rousseau toplum sözleşmesiyle ortaya çıkan durumu şöyle betimliyor: “Üyelerden her birinin canını, malını bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki orada her insan hem herkesle birleştiği hâlde yine de kendi buyruğunda kalsın hem de eskisi kadar özgür olsun. İşte, toplum sözleşmesinin çözüm aradığı ana sorun budur.” (Rousseau 1986, s. 334).

Rousseau’ya göre bu ortaklık biçiminde her bir kişi herkesle birleşse de yalnızca kendisine boyun eğer ve bu yüzden de özgür kalır. Böyle bir ortaklıkta her ortak tüm haklarıyla topluluğa eksiksiz biçimde bağlanır, o topluluğun bir parçası olur. Rousseau “Kendini herkese veren hiç kimseye vermiyor demektir.” der. Her bir kişi kendi varlığını ve tüm gücünü genel istence bırakır. Bu durumda her üye bütünün bölünmez parçasıdır. Rousseau’ya göre böyle bir sözleşmeyle ortaya çıkan bu kamusal kişiye politik bütün ya da devlet denir. Bu ortaklık anlaşmasını yapan ortakların toplu adı halktır. Yönetme yetkisine katılanlar olarak ele alındıklarında yurttaş, devletin yasalarına boyun eğenler olarak görüldüklerinde uyruk adını alırlar.

Rousseau’ya göre doğa durumunda insanlar tam bir eşitlik hâlinde özgür olarak yaşarlarken, mülkiyetin ortaya çıkışı bu doğal eşitliği de ortadan kaldırmıştır.

Rousseau devletin kökeni ve meşruluğu sorununa Toplum Sözleşmesi’nde değinir. Rousseau’ya göre toplumsal ve siyasal yaşam doğal bir durum değildir, sözleşmelere dayanmaktadır. Toplumsal ve siyasal düzen bütün diğer hakların temeli olsa da doğal bir düzen değildir. Rousseau’nun toplum sözleşmesi kuramı da diğer sözleşme kuramları gibi doğa durumu varsayımına dayanmaktadır. Toplum sözleşmesiyle kurulan birlikte herkes her şeye sahip olacaktır, çünkü herkes bütün haklarını koşulsuz olarak kendi isteğiyle bu toplumsal birliğe devredecektir. Böylece tek tek bireylerin istençlerinin bir araya gelmesinden bir genel istenç ortaya çıkacaktır. Rousseau’da bu genel istenç çoğunluğun istenci olarak düşünülmemelidir, genel istenç bütün toplumun tam istencidir ve gücünü sözleşmeden almaktadır.

Rousseau’ya göre genel istenç toplumun bütününün istencini yansıtır, bir kısmının değil.

Her kim genel istence itaat etmezse, bütün topluluk bu bireyi genel istence boyun eğmeye zorlayacaktır. Rousseau’ya göre topluluğun bir bireyi genel istence boyun eğmeye zorlaması, onu özgür olmaya zorlaması demektir. Çünkü toplum sözleşmesi bir boyun eğme değil, ortaklık anlaşmasıdır ve bu sözleşmeyle her yurttaş bütün kişisel haklarını kamuya devreder. Eğer bazı haklarını kamuya devretmeseydi, bireylerle kamu arasındaki anlaşmazlıkları yargılayacak bir üst makam da anlamsız olacağı için doğa durumu devam etmiş olurdu. Bu yüzden sözleşme sonucu ortaya çıkan genel istence boyun eğme zorunludur. Toplumsal ve siyasal düzen içinde bütün varlıklarını ve güçlerini genel istence bağlayan herkes genel istencin ayrılmaz parçası olacak ve hep birlikte bir bütün oluşturacaklardır.

Rousseau’nun devlet tasarımı da özgürlük ve eşitlik kavramlarına dayanır. Doğa durumunda söz konusu olan doğal özgürlük ve eşitliğin yerini toplumsal düzen içinde hukuksal eşitlik ve siyasal özgürlük alacaktır. Doğa durumunda varolan doğal eşitsizlik ise toplum durumunda yerini hukuksal eşitliğe bırakacak ve böylece bireylerin doğa durumunda sahip olduklarını kaybetmelerine karşın toplum durumunda kazançları çok daha büyük olacaktır.

Rousseau’nun toplum sözleşmesi sonucu ortaya çıkan genel istenç ile bireylerin özel istençleri arasında kurduğu ilişki onun halk egemenliği anlayışını da oluşturur. Buna göre toplumun ortaya çıkışıyla ve toplumsal düzenin kurulmasıyla inşa edilen devlet genel istencin otoritesini yansıtmaktadır. Bu yüzden egemenlik kayıtsız şartsız halka aittir ve hiçbir kimseye veya hiçbir kuruma da devredilemez. Devletin varlığının koşulu genel istençtir, halk istencidir. Bu noktada Rousseau egemenliğin iki ögesi olan “iktidar” ve “istenç” arasında bir ayırım yapar. Buna göre iktidar devleti temsil etse de genel istenci temsil edemez; öyleyse iktidar halkın temsilcilerine geçebilse de genel istenç geçemez. Egemenlik devredilemeyeceği gibi aynı zamanda bölünemez olmalıdır. Çünkü istenç ya geneldir ya da değildir; bütün halkın istenci olabileceği gibi bir bölümünün istenci de olabilir. Dolayısıyla egemenliğin yasama, yürütme ve yargı olarak bölünmesi ise aslında bir bölünme değildir, egemenliğin devletin farklı organları tarafından uygulanmasıdır sadece.

Rousseau’ya göre halkın genel istencinden çıkan egemenlik yalnızca halka aittir ve hiçbir kişiye ya da kuruma devredilemez, bölünemez.

Yasa doğrudan doğruya yasama gücü demektir ve yasama gücü de halkın istenci olduğundan sadece halka aittir, bölünemez. Oysa yürütme ve yargı gücü yasaların uygulanmasından sorumludur ve bu organlar halkın elinde olamaz. Sonuç olarak devlet, yurttaşlarla egemen varlığın karşılıklı ilişkilerini yürütmek üzere kurulmuş olan, yurttaşların toplumsal ve siyasal haklarını koruma amacında olan, yurttaşları varlıklarının temeli olarak genel istenci görecek şekilde eğitme amacında olan bir araçtır.

Rousseau’ya göre devlet toplumun her parçasını bütüne en uygun biçimde kullanmak için genel ve zorlayıcı bir güce sahip olmalıdır. Toplum sözleşmesi siyasal organa kendi üyeleri üstünde eksiksiz bir yetki verir ve egemenlik denilen şey de genel istencin yön verdiği bu yetkidir. Bireyleri toplumun bütününe bağlayan anlaşmalar zorunluluğunu karşılıklı olmasından alırlar. Bu anlaşmaların koşullarını yerine getiren insan kendisi için çalışmadan başkası için de çalışamaz.

Rousseau’ya göre istenci genel yapan şey de oy sayısından çok, oyları birleştiren ortak çıkardır. Toplum sözleşmesi yurttaşlar arasında öyle bir eşitlik kurar ki hepsi aynı koşullarda bağlılık altına girerler ve hepsi aynı haklardan yararlanır. Bu yüzden de egemen sadece halkın tümünü tanır, ama bu bütünü oluşturan bireylerin hiçbirini diğerlerinden ayırt edemez. Egemen güç ne kadar dokunulmaz olursa olsun bütünü oluşturan genel uzlaşmaların sınırını aşamaz. Dolayısıyla bu koşullar altında yurttaşların toplum sözleşmesinden vazgeçmesi yanlış olur, çünkü sözleşmeden dolayı konumları artık doğa durumundaki konumlarına göre daha tercih edilir bir hâl almıştır.

Rousseau’ya göre egemenlik anlaşması bütünün kendi yurttaşlarının her biriyle yaptığı bir uzlaşmadır ve yurttaşlar bu uzlaşmadan başka bir şeye boyun eğmedikçe, kendi özel istençlerinden başka bir şeye bağımlı değildirler.

Toplum Sözleşmesi ve Egemenlik Hakkı

Doğa durumundan çıkışın zorunluluğuna ilişkin bir sivil sözleşmenin gerekliliği olarak toplum sözleşmesi varsayımı da devletin varoluş amacını ve temelini açıklamak için kullanılan bir tasarımdır.

Genel olarak toplum sözleşmesi devletin varoluş amacı, kökeni ve doğası yanında toplumu oluşturan bireylerin hak ve ödevlerini de açıklayan bir anlaşmadır. Bu anlamda hukukun amacını adalet olarak gören doğal hukuk kuramlarının da açıklamalarını temellendirmek için başvurdukları varsayımsal bir tasarımdır. Toplum sözleşmesi doğa durumunda bireysel çıkarlarından ve bencil isteklerinden vazgeçen bireylerin kendi çıkarlarının önüne toplumun genel çıkarını ve genel istenci koyan bir sözleşmedir.

İstenç tercih etme, seçme ya da karar verme yetisidir. Genel istenç ise toplumun bütününün belirli bir amaca yönelik olarak bilinçli etkinlikte bulunma gücüdür.

Burada geçen “genel istenç” ve “genelin iyiliği uğruna” ifadeleriyle bireylerin bütün uğruna, yani hem kendileri hem de başkaları uğruna demektir.

Bu sözleşme bireylerin düzenli ve adil bir toplum oluşturmak üzere kendi aralarında yaptıkları ve egemenlik hakkını bir üçüncü güce devrettikleri yazılı olmayan bir sözleşmedir. Bu yazılı olmayan anlaşmayla toplum ve devlet kurulmuş ve doğa durumundan çıkılmış olur.

Doğa durumunda bilinçli istekleriyle yaptıkları bir sözleşmeyle çıkan bireyler genelin iyiliği ve çıkarı uğruna bazı özgürlüklerinden vazgeçmiş ve üzerlerinde bir egemen güç tanımış olurlar. Başka bir deyişle egemenlik hakkı üçüncü bir tarafsız güce devredilmiş olur.

Bireyler böylece her istediklerini yapabilmek hakkından, bir sözleşmeyle hem kendilerinin hem başkalarının, yani genel istencin çıkarı uğruna vazgeçmiş olurlar. Bu, devletin kurulması için en iyi temel olarak ele alınır. Rousseau’ya göre toplum sözleşmesi bir siyasi sistemin kurulmasında en iyi yöntemdir.

Toplum sözleşmesi bir anlamda modern filozofların siyasi gücün bireyin onayına bağlı olduğu göstermek amacıyla geliştirmiş oldukları bir kurgu ya da varsayımdır. Buna göre toplum insanın yaratıp kurduğu bir şeydir. Toplum sözleşmesi varsayımı temelini, toplumun ‘doğa durumu’ndan bilinçli olarak uzaklaşan, kendilerinin ve bu arada genelin iyiliği için birtakım özgürlüklerinden vazgeçen bireylerden oluştuğunu temellendirmede kullanılan bir kabul, bir hareket noktası olarak ileri sürülür. Başka bir deyişle devletin ve hukukun temeli için bir ilke olarak kabul edilir.

Orta Çağ’ın devletin ilkesi ve kökenini Tanrı’da bulan anlayışının tersine, 17. yüzyılda toplum sözleşmesi devletin temelini bireylerin karşılıklı sözleşmesi tasarımı üzerinden bireyde ve insanda bulan bir kuram olarak ortaya çıkmıştır. Toplum sözleşmesi tasarımını ilk ortaya atan filozof olarak Thomas Hobbes bilinir. Hobbes 17. yüzyılda insanın doğa durumundan bencil istek ve çıkarlarının insanın kendisi için güvensiz bir durum oluşturması gerekçesiyle toplum sözleşmesi tasarımını ortaya koymuştur. Buna göre doğa durumunda “homo homini lupus” (insan insanın kurdu) olduğundan ve bu durum herkesin herkese karşı savaşından kaynaklanan bir güvensizlik durumuna yol açtığından bir toplum sözleşmesine gerek vardır. Doğa durumu bir anarşi durumudur ya da her an çatışma durumuna dönüşebilecek bir durumdur çünkü kişileri akıl yasaları olan doğa yasalarına uymaya zorlayacak hiçbir güç yoktur. Bu durumdan ancak mutlak bir gücün egemenliği altına girilerek çıkılabilir. Bu mutlak güç de devlet olacaktır. Devlet sözleşmeye taraf olan bireylerin üzerinde sözleşmeye taraf olmayan mutlak bir otorite olacaktır.

Toplumun adil olması, başka bir deyişle adaletin temeli sözleşmeye taraf olanların sözleşmeye uymalarına bağlı olacaktır. Yurttaşlık kavramı da devletin yasalarına sözleşme gereği uymak üzerinden temellendirilir. Siyaset kuramlarında yurttaşların sahip oldukları hak ve ödevlerin temeli de toplum sözleşmelerinde bulunur. Devletin kurulma aşamasında sözleşme gereği bütün yurttaşlar belirli hak ve ödevlere sahip olurlar. Bu hak ve ödevler de genel istence uygun olarak genel istencin çıkarıyla çatışmayacak şekilde belirlenir. Toplum sözleşmesi düşüncesinin önemli bir kavramı olan genel istenç kavramı da çoğunluğun istenci olarak anlaşılmamalıdır. Genel istenç çoğunluğun çıkarının da üstünde bir kavram olarak, yani bütünün istencine ilişkin bir tasarım olarak karşımıza çıkar. Böylece adalet sorunu da siyaset kuramlarında toplum sözleşmesinden hareketle temellendirilen ve yurttaşlık kavramıyla da ilişkili olan bir sorun olarak ortaya konulur. Modern felsefenin önemli düşünürleri olan Hobbes, Locke ve Rousseau’nun toplum sözleşmesi kuramlarıyla devletin varlığını temellendirdikleri görülür. Aynı şekilde bir çağdaş felsefeci Rawls da orijinal durumdan hareketle toplum sözleşmesi düşüncesini hukukun ve devletin konsensüse dayalı temeli bağlamında dile getirmiştir.

Konsensüs teriminin Türkçe karşılığı uzlaşma ya da uzlaşımdır. Toplum sözleşmesinde uzlaşma sözleşmenin koyduğu ilkeler üzerinde tam bir oybirliği içinde ortak karara varma anlamına gelmektedir.

Hem doğa durumu varsayımı hem de toplum sözleşmesi tasarımıyla devletin niçin var olmak zorunda olduğu açıklanmış oldu. Liberal bir siyaset kuramı ussal temellere dayalı bir siyaset görüşü ortaya koymak açısından toplum sözleşmesinin zorunluluğunu kabul ederken devletin varlığını gereksiz gören anarşist bir siyaset görüşüne göreyse doğa durumu tek adil, özgür ve eşitlik içeren durumdur ve toplum sözleşmesi kuramı da bu yüzden devletin gerekliliğini açıklamakta yetersiz kalmaktadır.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...