Felsefeyi fildişi kulelerden indirip sokağa taşımanın zamanı gelmedi mi?
Bir söylenceye göre felsefe, Sokrates adındaki huysuz bir ihtiyarın, yurttaşlarını adalet, cesaret ve benzeri erdemlerin doğası hakkında bilgilendirdiği için idam edilmesiyle başlar. Bu, yeni bir akademik disiplin kurmak için pek de iyi bir başlangıç noktası sayılmaz. Ancak Sokrates’in Atinalılarla diyalog kurma girişimi hem insani sorgulamanın doğasını hem de felsefenin bugün oynaması gereken kamusal rolü örneklemektedir.
Sokrates’in çağdaşlarıyla başlattığı eleştirel fikir alışverişleri, herkesi çevrelerindeki dünyayı daha derinlemesine anlamaya yöneltmek üzere tasarlanmıştı. Aslında, düşünmeyi teşvik etmek, kabul edilen bir görüşün dayanaksız varsayımlarını ortaya çıkarmak ve ardından yeni bir şey ortaya koymak için Sokratik sorular sormak, Platon’dan Steven Pinker’a kadar düşünce tarihimizin seyrini karakterize etmektedir.
Elbette, Sokrates’in sokaktaki yurttaşlarını etkilemesinden bu yana çok şey değişti. Felsefe artık, akademisyenlerin; sanat ve etikten gerçekliğin doğasına ve ona dair bilgimize kadar her şeyi ele almak için teknik bir sözcük dağarcığı kullandıkları son derece özelleştirilmiş bir akademik disiplindir. Sonuç olarak, felsefedeki son trendleri takip etmek için doktora derecesi olmasa bile belli bir uzmanlığa sahip olmak gerekiyor. Bu da bugün The Journal of Philosophy‘de yayınlanan makalelerin insanların büyük çoğunluğu için ulaşılır olmadığı anlamına geliyor.
Bununla birlikte, felsefeyi fildişi kuleden çıkarıp sokağa geri döndürmek için son zamanlarda ciddi birçok girişim ortaya çıktı. Radyo programları, podcast‘ler ve In Our Time, Philosophy Bites ve Aeon gibi online dergiler felsefi fikirleri toplumun geneli için anlaşılır kılmak adına ellerinden geleni yapıyor. Bizim felsefe.gen.tr üzerinden yayınladığımız popüler felsefe makaleleri de bunu bir adım öteye taşıyarak kamusal düşünen düşünürleri çağdaş sosyal, kültürel ve siyasi meseleleri felsefi bir bakış açısıyla ele almaya davet etmeyi amaçlıyor.
Bu konuda Sokrates’in izinden gidiyoruz: Okuyucunun genelinin belirli bir konudaki duruşuna karşı çıkarak kendi toplumlarının değerleri üzerinde eleştirel bir şekilde düşünmelerini ve nihayetinde yeni bir şeyler öğrenmelerini umuyoruz.
Sokrates’ten öğreneceklerimiz var
Sokrates’in ölümü, yeni bir şeyler öğrenmenin neden hepimizin yapabileceği bir şey olduğunu açıklıyor.
İlgili konu: Sokrates’in ölüm cezasına çarptırılmasının gerçek nedeni nedir?
Ölümlü varlıklar olarak her şeyi göremeyiz ve ölüm, gerçekliği kavrayışımızdaki belirli bir sınıra işaret eder. Aslında gerçekliğin büyük bir kısmı insanı düşünmeye sevk eden bir muamma olarak karşımızda durmaktadır. Ve anlayışımızın sonlu doğası göz önüne alındığında, dünya hakkındaki bilgimiz her zaman şeylere ilişkin belirli bir bakış açısına bağlıdır.
Örneğin bir gülü ele alalım. Bir fizikçi onun belirli bir dizi parçacıktan ve bunlar arasında hareket eden kuvvetlerden oluştuğunu söyleyebilir. Bir kimyager onun temel bileşimlerini açıklayabilir. Bir biyolog bir gülün yetişmesi için gereken ekosistemi tanımlayabilir. Bir ekonomist gülün piyasa değerini verebilir. Bir sanatçı onun güzelliğini tasvir edebilir ve bir âşık onun taşıdığı romantik değeri görebilir.
Bu perspektiflerin her biri bize gül hakkında bir şeyler öğretir. Ancak hiçbiri tek başına bilinmesi gereken her şeyi açıklamaz. Dolayısıyla, dünyaya dair kavrayışımızı genişletmek için bilgimizin eksik doğasını kabul etmemiz, kendi bakış açımızı sorgulamamız ve alternatif bakış açılarını kullanmamız elzemdir.
Sokrates kendi adına, insan kavrayışının sonlu doğasını kucaklamıştır. Hayatı için yargılanırken “Gerçek bilgelik tanrıların mülkiyetindedir!” demiştir. Ve kendine özgü kavrayışının yalnızca bundan ibaret olduğunu iddia etmiştir:
“Neyi bilmediğimi bildiğimi zannetmiyorum.”
Sokrates’in ilahi kavrayış iddialarını reddetmesi ve kendi bilgisinin kapsamı konusundaki şüphesi, onu şehrinin gelenek ve göreneklerini sorgulamaya itmiştir. Doktorlardan avukatlara, şairlerden rahiplere kadar herkesin günlük faaliyetlerini kesintiye uğratmaktan ve onları derin inançları konusunda sorgulamaya itmekten çekinmemiştir.
Çoğu zaman, Sokrates tartışma sanatındaki üstün becerisini, belirli bir kişinin bakış açısındaki sınırlamaları, yetersizlikleri ve çelişkileri vurgulamak için kullanmıştır. Ve sonunda, Sokrates’in Atina teamüllerine olan saygısızlığı (!), şeylerin özüne dair ısrarlı sorgulaması ve yurttaşlarını rahatsız etme konusundaki benzersiz yeteneği onun sonunu getirmiştir.
Makul tartışmalar
Atinalıların çoğu geleneklerini sorgulamaktan rahatsız olsa da Sokrates etrafına açık fikirli öğrenciler, tüccarlar, aristokratlar ve tiyatroculardan oluşan renkli bir ekip toplamayı başarmıştır. Bu öğrenciler Sokrates’in mücadelesini ciddiye aldılar. Sadece kültürel miraslarından şüphe duymakla kalmadılar, aynı zamanda eylemlerimizin etik temeli ve insani gelişmenin özü hakkındaki zor sorulara yeni cevaplar üretmeye başladılar.
Ayrıca akıl hocalarına da itiraz ettiler. Örneğin Aristoteles, Platon’un aklın asi tutkularımıza hükmettiği iyi yaşam tanımında hatalar buldu. Ve Aristoteles’in eleştirileri, tutkularımızın refahımızda olumlu bir rol oynadığı yönündeki Epikürcü iddianın önünü açtı.
Etik ve iyi yaşam üzerine eleştirel tartışmalar günümüzde de devam etmektedir. Bu iyi bir şeydir: İdeolojik yelpazenin farklı kesimlerinden ilgili bireyler arasında diyaloğu güçlendirmek amacıyla tartışmalı konular üzerinde makul münazaraların yapılabileceği daha fazla alana ihtiyacımız var.
Umalım da hepimizin kaderi Sokrates’inkinden farklı olsun…
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Aaron James Wendland’ın “Why philosophy must be dragged out of the ivory tower and into the street” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım