Erkek Hazza, Kadın Utanca: Cinsellikte İkili Standartların Acı Yüzü

Kadının Hazzı ve Toplumun Utanç Zinciri
Cinsellik, insan doğasının temel bir parçasıdır; fakat toplumun gözünde kadın için bu, bir utanç vesilesine dönüştürülür. Kadının cinselliği, keşfedilmeyi bekleyen bir öz değil, dizginlenmesi gereken bir tehdit olarak görülür. Erkek, cinsel deneyimleriyle yüceltilirken, kadın aynı özgürlüğü aradığında aşağılanır. Bu utanç zinciri, kadının bedenine yabancılaşmasına, arzularını bastırmasına neden olur.
Psikolojik analizler, bu baskının kadınlarda derin kimlik krizlerine yol açtığını gösterir. Bastırılmış cinsel arzular, bireyin öz saygısını ve ruh sağlığını zedeler. Nietzsche’nin dediği gibi, “Kendine ihanet, başkalarının kurallarına boyun eğdiğinde başlar.” Kadınlar, toplumun dayattığı bu kurallara boyun eğdiklerinde, kendi doğalarına da ihanet ederler.
Kadının Bedenine Konulan Sınırlar
Kadının bedeni, onun en doğal hakkı olan cinselliği yaşamaktan alıkonulmuş bir savaş alanına dönüştürülmüştür. Toplum, kadının bedenine sınırlar koyarak onu kontrol etmeye çalışır. Bu sınırlar, kadının ne giyeceğini, nasıl davranacağını ve hatta ne zaman güleceğini bile belirler. Kadının kahkahası bile, sanki bir cinsel ifade biçimiymiş gibi, ahlaki bir tehdit olarak görülür.
Bu sınırlar, kadının kendi bedenine yabancılaşmasına neden olur. Kadın, toplumun ona dayattığı bu sınırları kabul ettikçe, kendi bedeni üzerinde hak iddia edemez hale gelir. Nietzsche’nin dediği gibi, “Kendi bedenine sahip çıkamayan, ruhuna da sahip çıkamaz.” Kadınlar, bedenlerine konulan bu sınırları yıkmadıkça, gerçek özgürlüklerini elde edemezler.
Erkek İmtiyazı ve Kadının Sessizliği
Toplum, cinselliği erkek için bir hak, kadın içinse bir yük olarak görür. Erkek, cinsel deneyimlerini açıkça dile getirebilirken, kadın aynı deneyimleri yaşadığında susmak zorunda bırakılır. Bu suskunluk, kadının cinsel kimliğini ifade etmesini engeller. Kadının sessizliği, toplumun onu kontrol etme arzusunun en bariz göstergesidir.
Bu durum, kadınların cinsel kimliklerini keşfetmelerine ve bu kimlik üzerinde söz sahibi olmalarına engel olur. Nietzsche’nin ifadesiyle, “Sessizlik, zayıflığın değil, bastırılmış öfkenin işaretidir.” Kadınlar, bu öfkeyi dile getirmedikçe, toplumun dayattığı sessizlik içinde kaybolmaya devam edeceklerdir.
Kadın Cinselliğinin Özgürleşmesi: Devrim Mi, Tehdit Mi?
Kadınların cinsel özgürlük talepleri, toplumsal düzeni tehdit eden bir unsur olarak görülür. Bu özgürlük, erkek egemenliğine meydan okuyan bir devrimdir. Ancak toplum, bu devrimi bastırmak için kadını ahlaki ve dini değerlerle zincirlemeye çalışır. Kadının cinselliği üzerindeki bu baskılar, onu toplumsal bir tehlike, bir sapma olarak konumlandırır.
Bu noktada, kadının cinselliğinin özgürleşmesi, yalnızca bireysel bir özgürlük mücadelesi değil, aynı zamanda toplumsal bir devrimdir. Kadınlar, bu devrimi gerçekleştirmedikçe, toplumun onlara biçtiği rolleri kabul etmek zorunda kalacaklardır. “İnsan, yalnızca özgür olduğu sürece kendidir,” der Nietzsche. Kadın, bu özgürlüğü elde etmediği sürece, kendi olamayacak, kendi bedenine ve arzularına yabancı kalacaktır.
Bu yazı, yalnızca bir yüzleşme çağrısıdır. Kadın cinselliğinin bastırıldığı, kontrol altına alındığı ve utanca mahkûm edildiği bir dünyada, özgürlük mücadelesi bir zorunluluktur. Toplum, kadınların bedenleri üzerindeki bu ikiyüzlü kontrolü bırakmadıkça, gerçek özgürlüğe asla ulaşamayacaktır. “Kendi zincirlerini kırmayan, başkalarını da özgürleştiremez.” Kadınlar, bu zincirleri kırmadan, toplumun gerçek yüzüyle asla yüzleşemeyecektir.