Dünya münazara şampiyonu gibi tartışmak ister misiniz? Münazaralarda kullanılabilecek incelikli taktikler…
Zekâdan söz ederken onu herhangi bir argümana yanıt verebilme yeteneği olarak tanımlarsak bilgelik dediğimiz şeyin de bir argümanın hangi kısımlarına yanıt verileceğini bilmek olduğunu söyleyebiliriz.
Bahsini edeceğim nitelikli münazara geleneğinin kökleri çok eskilere, Antik Çağ’a kadar uzanıyor. Antik Yunan’da, meramınızı insanlara ikna edici bir şekilde anlatabilmeniz, diğer yurttaşları tartışmaya ve münazaraya çekebilme beceriniz bir tür yurttaşlık ödevi olarak kabul ediliyordu. Kendi kendimizi nasıl yönetebileceğimizi öğrenmenin, demokratik altyapının oluşturulmasının bir yoluydu bu.
Antik Yunan’da başlayan bu gelenek dünya özelinde ise Londra’daki barlarda ve kahvehanelerde gelişti. İngiliz parlamentosunda siyasi tartışmalar resmî boyutta devam ederken İngilizler bu mekânlarda bir araya gelip kendi aralarında aynı tartışmaları yaparlardı. Sonrasında bu gelenek Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucu önderlerinin farklı münazara kulüpleri kurmasıyla devam etti. Bu kişiler toplumun liderleri ve yeni bir devletin kurucuları olarak ana görevlerinden birinin de kendi uluslarına bu tartışma ruhunu aşılamak olduğunu düşündüler.
Her ne kadar bu geleneği günlük yaşamımızda gözlemleyebilmemiz giderek zorlaşsa da özellikle dünya demokrasilerinin tarihinde bu tartışmaların insanların günlük yaşamlarının ayrılmaz bir parçası olduğu dönemlerden geçtik. Akla ilk gelen tartışmalardan biri, sivil haklar hareketi lideri James Farmer ile Malcolm X arasındaki tartışmalardır. Bu iki isim, görünüşte aynı tarafta ve amaçları bir anlamda ortak olan, ancak karşı tarafın saygılı bir şekilde yanıt vereceğini, anlaşmazlıklar konusunda samimi olacaklarını ve bu diyalog yoluyla kendi başlarına ulaşamayacakları bir yere ulaşabileceklerini bilerek tartışmalarını gerçekten samimi, etkili ve açık sözlü bir şekilde halkın önünde dile getirmekten çekinmeyen insanlardı.
Farmer-Malcolm X tartışmalarından çıkarılabilecek ve münazaraların altın kuralları olarak sıralanabilecek üç ders vardır.
Bunlardan birincisi eğitimin önemidir. Anlayışımızı genişletecek türden toplumsal tartışmalara yeniden olanak sağlayabilmemiz için bu bağlamda yapılacak eğitimlere başlamalıyız ve gençlerimizi yetiştirmeye koyulmalı; kendimizi bu konuşmalara katılabilecek düzeyde geliştirmeliyiz.
İkincisi tartışma ya da münazara formatının önemidir. İnsanların görüşlerini ifade etmeleri için kendilerine verilen süreyi nasıl kullandıkları çok önemlidir. Çoğu zaman münazırlara argümanlarını sunmaları için oldukça makul bir süre tanınır. Bir münazır, kendisi konuştuktan sonra diğer kişinin konuşacağını ve kendi tarafına yeniden konuşma sırası geleceğini bilir.
Üçüncü şey ise aynı fikirde olmadığınız kişiyle, aranızdaki anlaşmazlığın kendisinden daha derin olan bir ilişki kurmanın önemidir. Ekiplerin birbirini tanıması, birbiriyle vakit geçirmesi önem arz eder. Hayatın diğer yönlerini de görmek için bu elzemdir. Birlikte başka şeyler de yaparak, örneğin kantinde birer çay içerek tartışma içinde yaptıklarınızın kapsamını artırabilirsiniz.
Münazaralar ancak münazaraya katılanların ortaya koydukları bilgi, birikim ve beceriler kadar iyidir. Şu anda gördüğümüz en endişe verici şeylerden biri, insanların bilgi dağarcıklarının yeterince çeşitli olmaması, yapmak istediğimiz türden konuşmaları sürdürmek için yeterince bir zenginlik taşımamasıdır.
Televizyonlarda ya da internet ortamında muhatap olduğumuz tartışmaların, günlük hayatımızda yaşamamız gereken anlaşmazlıkların yerini almasına izin veremeyiz. Dolayısıyla siyasi liderlerimiz ya da en sevdiğimiz medyatik kişiler, kendimiz için düşünme ve bu konuşmaları kendimiz için yapma işini devrettiğimiz avatarlar olamazlar. Nitelikli münazara yapabilme becerilerini geliştirmeye başlamamız için bunu genellikle yüz yüze ve şahsen yapmamız gerekir. Bunu başlangıçta bir izleyici kitlesinin yokluğunda yapmamız önemlidir; böylece bir izleyici kitlesi için performans sergileme dürtüsünü aşmış, bunun yerine karşımızdaki kişiyi dinlemeye ve ona yanıt vermeye önem vermiş oluruz.
Tabii ki kendimizi sosyal ortamların efektif durumuna uyabilecek düzeyde donatabiliriz; ancak başlangıç yerinin yüz yüze olması gerektiğini unutmamamız gerekiyor. Başlangıçta belki de bir izleyici kitlesinden uzakta olmalı, böylece kaybettiğimiz becerileri her seferinde bir etkileşimle yeniden inşa etmeliyiz.
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım