“Doğu felsefesi” diye bir şey var mı? Batı dışı düşünce çok engin ve kadim bir geleneğe sahiptir, öyleyse neden bazıları bunu felsefe olarak görmüyor?
Kendi kültürünüzün en iyi kültür olduğunu düşünmek yaygın bir varsayımdır. Tüm zamanlardaki gelenekler ve halklar arasında “doğru” ya da “en iyi” yolun sizinki olması fikri çarpıcı değil midir? İnsanlar genellikle felsefeye de bu tür dar bir çerçeveden bakarlar.
Avrupa felsefe geleneğinde eğitim görenler tarihsel olarak Hint, Çin, İslam medeniyetlerinin ya da yerli halkların düşüncelerini “felsefe” olarak nitelendirme konusunda oldukça ukala bir tavır sergilemişlerdir. Felsefe dersleri ve giriş kitapları ağırlıklı olarak Avrupalı ve Amerikalı düşünürlere yer verir. Belki bu ders ve kitaplarda arada sırada Kongzi (Lat. Confucius) ya da İbn-i Sina’ya (Lat. Avicenna) da atıfta bulunulabilir; ancak onların bu listedeki uyumsuz yer alışları sadece baskın görüşü destekler mahiyettedir. Ayrıca bu isimlerin her ikisinin de Latinceleştirilmiş hâlleriyle Batı literatüründe yer almaları dikkat çekicidir.
Rasyonel insanlar rasyonel işler yaparlar
Başka bir kültürün ideolojik mirasını “ilkel” ya da “basit” olarak nitelendirmek yeni bir şey değildir. Binlerce yıl boyunca Çin’de Çinli olmayan düşünceler barbarlık olarak görülmüştür. Hindistan’da yüzyıllar boyunca tüm felsefenin darshana olarak bilinen altı büyük sistemde içerildiği kabul edilmiştir. Ancak Antik Yunan’dan itibaren ve Avrupa üniversite sistemi aracılığıyla felsefe, neredeyse sadece rasyonel ya da analitik cevap arayışı ve tercihen doğru cevap arayışı olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Bu nedenle, tanımsal bağnazlık içinde olanlar “yalnızca Platon’a kadar izi sürülebilen fikirler gerçek felsefedir” diyebilir.
Bu, felsefenin argümantasyon ve mantıkla, yani öncüllerden sonuçlara ulaşabilmekle karakterize edilmesi gerektiği anlamına gelir. Örneğin:
- Bütün insanlar ölümlüdür.
- Sokrates bir insandır.
- O hâlde Sokrates ölümlüdür.
Felsefe bu tanıma göre böyle bir bir şeydir.
Bu anlamda Logos‘un (rasyonel akıl yürütme) tek olmasa da en iyi düşünce biçimi olduğu ve Yunanlılarla başladığı varsayılmaktadır. Bunun ardından 17. yüzyılda felsefe, Rene Descartes’ta yeni bir kimlik bulmuş, Descartes tüm evreni ve Tanrı’yı sadece derinlemesine düşünmek suretiyle temellendirmiştir. Son olarak, felsefelerini matematiksel sıralarla kaleme alan Gottfried Leibniz ve Ludwig Wittgenstein gibi isimler tarafından felsefe kusursuz hâle getirilmiştir.
Friedrich Nietzsche, Jean-Paul Sartre ve Soren Kierkegaard gibi filozoflar bu öyküde her zaman biraz aykırı bir yerde durmuşlardır. Okunabilir düzyazıları ve duygusal açıdan ilgi çekici içerikleriyle bu “kıta felsefesi” düşünürleri bazı modern toplumlarda bugün bile felsefenin ayıplı akrabası olarak görülmektedir. Ancak bu filozoflar “uygun” felsefe de çalıştıkları ve bildikleri için, felsefenin rasyonel olarak dar tanımı altında müphem de olsa hoş görülürler. Tabii burada bu isimlerin hepsinin beyaz ve Avrupalı olmasını da belirtmemek yanlış olacaktır.
İnanç mı yoksa Doğu felsefesi mi?
Felsefenin bu rasyonel-analitik tanımını kabul etsek bile -ki bu son derece tartışmalıdır- yine de “Batılı olmayan” düşünceyle ilgili önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır. Çünkü Batılı olmayan geleneklerin rasyonel argümanlar kullanmadığında ısrar edenler, bu gelenekler hakkında çok az şey bildiklerini söylemiş olurlar. Çinli Mohistler, Budist Dignaga, Hindu Vyakarana ve Müslüman filozoflar Farabi ve İbn-i Sina, “logos”un mantıksal ve rasyonel örneklerinin yalnızca seçilmiş birkaç ismidir. Aslında, pek çok durumda, önemli felsefi fikirler diğer geleneklerde Avrupalı benzerlerinin çoğundan daha iyi ve daha erken ifade edilmiştir.
Sorun, tarihsel olarak, bu fikirlerin ve düşünürlerin birçoğunun aynı zamanda belirli dinî inançlarla demlenmiş olmalarıdır. Aynı zamanda keşiş, imam ve şaman olan filozoflar, filozof unvanından mahrum bırakılırlar; çünkü böyle bir ayrım genellikle yapılamaz kabul edilir: “Doğu”da inanç vardır ve bu felsefe değildir!
Ancak bu da samimiyetsiz bir yaklaşımdır. Neredeyse tüm Avrupalı filozoflar, sadece son birkaç yüzyıla kadar neredeyse her zaman dindar olmuşlardır. Aziz Thomas Aquinas ve Piskopos Berkeley gibi isimlerde bu açıkça görülmektedir; her ikisi de büyük felsefe külliyatında önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, din ve Tanrı diğer büyük filozoflar için de önemli roller oynamıştır.
Descartes’a göre Tanrı, fikirlerimizin gerçekliğini garanti altına almaya hizmet eder ve Kant’a göre ahlaki olarak hareket etmek için gerekli güdüyü elde etmek istiyorsak Tanrı’ya inanmalıyız. Epiktetos son derece dindar bir filozoftu ve ilahi olarak düzenlenmiş bir evren fikri geleneksel Stoacılık görüşünün temelini oluşturmaktaydı. Felsefenin en büyük isimlerinin çoğu için dinleri ya da inançları “felsefelerinde” önemli ve temel bir rol oynamıştır. Hindu, Budist ya da İslam inancının felsefede bir rol oynamasını gelenek ve ön yargı dışında hangi nedenlerle reddedebiliriz ki?
Kendini tanımlama sorunu
Sorun şu ki, eğer felsefe “evrene yönelik sorular sormak” gibi genel bir şekilde tanımlanırsa o zaman teoloji ile felsefe ve hatta bilimler arasında ayrım yapmanın açık bir yolu kalmaz. Gerçekte felsefe, merak ve “bilgelik sevgisi” gibi daha geniş terimlerle tanımlandıkça, kendi içinde bir disiplin olarak, farklılığını yitirmektedir. Sınırları ve ölçütleri olmayan felsefe, bir alt disiplin statüsünde kaybolacaktır.
İşin aslı, çoğu Batılı filozof ve yazar, klasik Yunan’dan Avrupa’ya ve Amerika’ya uzanan modelin dışındaki felsefi gelenekler konusunda büyük ölçüde eğitimsizdir. Ancak, bir şeyi bilmemek onun var olmadığı anlamına gelmez. Pek çok tarihsel ön yargı ya da bilgisizlik örneğinde olduğu gibi, sorun kendi kendini besleyen bir sorundur. “Geleneksel” batılı filozofları okumak, öğrenmek ve onlar hakkında konuşmak daha kolaysa onlar hakkında yazmak, öğretmek ve müfredat oluşturmak da o kadar kolay olacaktır. Bir bakıma bu böyle gelmiş böyle gidecektir.
Ancak internet, bu bahaneye meşru bir şekilde sığınmayı zorlaştırıyor. Stanford Felsefe Ansiklopedisi uzun bir süredir felsefecilerin ve felsefe öğrencilerinin vazgeçilmezi olmuştur. Ansiklopedi şimdilerde çok daha çeşitli ve kapsayıcı bir içeriğe sahip. Herkese açık bir Google Dokümanlar listesinde de çok çeşitli öneriler sunulmaktadır. Ayrıca bizler de felsefe.gen.tr üzerinden Türkçe yayınlar yaparak geleneksel anlayışın dışında metinler paylaşmaya devam etmekte ve bu ön yargının karşısında durmaya çalışmaktayız.
Felsefeyi nasıl tanımlarsak tanımlayalım, gerçek şu ki Batı dışı düşünce o kadar geniş, o kadar eski ve o kadar kapsamlıdır ki onun felsefe masasındaki yerini inkâr etmek imkânsız olacaktır.
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım