Daha uzun bir ömür daha mutlu bir yaşam mıdır?
Yaşlanma araştırmalarındaki en büyük sorulardan biri, insanoğlunun ne kadar yaşayabileceği konusunda bir üst sınır olup olmadığıdır. Science dergisinde yayınlanan yakın tarihli bir çalışma, böyle bir şeyin olmadığını gösteriyor. 1 Çalışmada İtalya’da 105 yaş ve üzeri 3.896 kişinin hayatta kalma olasılıkları hesaplanmıştır. Buna göre, 75 yaşında ölme olasılığımız 55 yaşında ölme olasılığımızdan çok daha yüksek olsa da 105 yaşına ulaştığımızda ölüm olasılığımız yaşamın her yılında yaklaşık olarak aynı kalmaktadır.
Bu etki genellikle “ölüm platosu” olarak adlandırılır. Belirli bir yaştan sonra yaşamak olanaksız olsaydı ölüm oranlarının plato yerine insanlar yaşlandıkça yükselmeye devam etmesini beklerdik. Ölme olasılığının 105 yaşından sonra artmıyor gibi görünmesi, bir tür olarak azami yaşam süremize henüz yaklaşmadığımızı göstermektedir. Peki potansiyel olarak bir asırdan fazla yaşamak, heyecanla beklememiz gereken bir durum mudur? Burada felsefe bazı önemli açılımlar sağlayabilir.
Elbette, hâlâ bir üst sınır olmadığından emin değiliz. Bazı araştırmacılar, insanların yaklaşık 125 yıllık doğal bir “son kullanma tarihi” olduğunu ileri sürüyorlar. Örneğin 1997’de ölen Jeanne Calment, 122 yıl ile kaydedilen en uzun ömre sahipti.
Birleşik Krallık’ta 100 yaşın üzerindeki insanların sayısı 2002’den bu yana iki kattan fazla artmıştır ve 2030 yılına kadar 36 bine ulaşabilir. Eğer bir ölüm platosu oluşursa 2300 yılında yaşayan en yaşlı kişi yaklaşık 150 yaşında olacaktır.
Hazza karşı acı
Azami yaşam süresinin 150 yıl olması hayatımızı daha iyi mi yoksa sadece daha uzun mu kılar? Bunu düşünmenin bir yolu da haz ve acı kavramlarıdır: Hayatımız boyunca ne kadar çok haz duyar ve ne kadar az acı yaşarsak, hayatımız o kadar iyi olur. Diğer şeyler eşit olduğunda, 100 yıl süren bir hayat 80 yıl süren bir hayattan daha iyidir; yeter ki fazladan 20 yıl acıdan daha fazla haz ihtiva etsin.
Bu ne kadar mümkün olabilir? İnsanlar yaşlandıkça, daha düşük bir yaşam kalitesine yol açabilecek sorunlara yakalanma olasılıkları çok daha yükselir. Ancak bu koşullar sağlıklı bir yaşam tarzı ve yeterli destek hizmetleri ile hafifletilebilir. Yaşlı yaşamı bazı açılardan kısıtlı olsa da dengeli bir şekilde keyifli olmaması için hiçbir neden yoktur.
Öte yandan, yaşam süresinin uzaması erken dönem yaşam kalitemizi etkileyebilir. 2017 yılında, 65 yaş üstü her bir kişiye karşılık çalışma çağında (16-64) yaklaşık 3,5 kişi vardı, ancak bu oranın 2040 yılına kadar 2,1‘e bire düşmesi bekleniyor. Bu, emeklilik maaşı talep eden nispeten daha fazla insan olacağı ve bu insanları desteklemek için vergi ödeyen çalışanların sayısının azalacağı anlamına gelmektedir. Bu durum, çalışan nüfusun daha fazla vergi ödemesine ve daha uzun süre çalışma hayatında kalmasına ya da emeklilik masraflarını karşılamak için diğer hizmetlerin kesintiye uğramasına yol açabilir.
İstediğimiz şeyleri elde ettiğimizde hayatımızın daha iyi geçtiğini de düşünebiliriz. Daha uzun bir yaşama sahip olmak bize hedeflerimizi ve projelerimizi gerçekleştirmek için daha fazla zaman verebilir. Ancak arzu edilen yaşamın belirli bir hikâyesi olduğunu da düşünebiliriz.
Son dönem filozoflarından Ronald Dworkin, insanların yaşam amaçlarına nasıl baktıklarına ışık tutmak için “deneyimsel menfaatler” ile “eleştirel menfaatler” arasında bir ayrım yapmıştır. Deneyimsel menfaatler haz duyduğumuz şeyler, keyif aldığımız her şey ile ilgilidir. Kritik ilgi alanları ise gerçeğe dönüşmesine değer verdiğimiz şeylerdir ki bunlar iyi bir yaşamı oluşturduğunu düşündüğümüz şeyler için gereklidir. Bu, örneğin bir ebeveynin çocuğunun mutluluğuna karşı duyduğu arzu olabilir.
Bir kişinin, aşırı yaşlılığa eşlik edebilecek demansın algılanan aşağılayıcılığından kaçınmak için hassas bir çıkarı olduğunu hayal edebiliriz. Kişi şu anda bilişsel gerilemesinden rahatsız görünmese bile, hayatının bu şekilde geçmesini istememiş olabilir. Hayatının tamamını göz önünde bulundurarak, bu gerileme döneminden önce ölmüş olmasının bu kişi için daha iyi olacağını düşünebiliriz.
Başka bir deyişle, içinde çok uzun süre yaşayabileceğimiz pek çok durumda bulunabiliriz. Bazen, kendimiz için istediğimiz “yaşam öyküsü” ile daha tutarlı olması halinde, örneğin yaşamımız boyunca aktif ve bağımsız olmak gibi, normalde olabileceğimizden daha erken ölmek bizim için daha iyi olabilir.
Arzuların azalması
Benzer bir kaygı Bernard Williams tarafından da dile getirilmiştir. Williams hayatımıza anlam katan şeylerin kimliğimiz için elzem olan “kategorik arzular” olduğunu savunmuştur. Bunlar arasında bir roman yazmak, çocuk yetiştirmek veya bir yardım projesine katılım göstermek gibi şeyler yer alır. Bunlar, uzun vadede bizi mutlu edemeyeceğini savunduğu yemek ya da seks ihtiyacı gibi daha “anlamsız” arzuların yanında yer alır.
Williams, yeterince uzun yaşarsak tüm kategorik arzularımızı yerine getireceğimize ve mutluluğumuzun önemli bir itici gücünü kaybedeceğimize inanıyordu. Bu durumda geriye kalan hayatımızı bunaltıcı bir can sıkıntısıyla geçirmek ya da temel arzularımızı değiştirip kim olduğumuzu kökten değiştirmekle karşı karşıya kalırız.
Ancak gördüğüm kadarıyla, hayat çok yaşlılar için bile oldukça renkli ve sofistike olmaya devam edebilir ve yeni projeler üstlenmek kim olduğumuza zarar vermek zorunda değildir. Bu durum özellikle de arkadaşlarımız ve sevdiklerimiz de daha uzun yaşıyorsa geçerlidir. Arzularımız ve ilgi alanlarımız değişse de başkalarıyla bağlantı kurmak hayatımızın çeşitli aşamaları arasında sürekliliği pekiştirmeye yardımcı olabilir.
Bu görüşlerin her birinin gösterdiği şey, daha uzun yaşamanın kendi başına bizi daha iyi kılmadığıdır. Nüfusumuz yaşlanmaya devam ettikçe, yaşlılara nasıl bakmak istediğimiz konusunda önemli ve potansiyel olarak zor seçimler yapmamız gerekecektir. En önemlisi, sağlıklı yaşlanmayı teşvik edecek stratejiler sadece toplum üzerindeki yükleri hafifletmekle kalmayıp felsefi anlamda bile daha uzun hayatlarımızın daha iyi hayatlar olmasını sağlamaya yardımcı olabilir.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Mackenzie Graham’ın “Would a longer lifespan make us happier? A philosopher’s take” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım
KAYNAKÇA
- Barbi, E., Lagona, F., Marsili, M., Vaupel, J.W. ve Wachter, K.W. (2018). The plateau of human mortality: Demography of longevity pioneers. Science, 360 (6396), 1459-1461, https://doi.org/10.1126/science.aat3119