Marcus Aurelius’un oğlu Commodus şehvet, narsisizm ve kendini beğenmişlik peşinde koşan anti-Stoik bir hayat yaşayan katil bir psikopattı. Peki bunun nedeni Stoacılık mıydı?
Marcus Aurelius bir Stoacı filozoftu ve MS 161-180 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun başında bulunuyordu. Sadece nesiller boyu devlet liderleri ve akademisyenler tarafından övülen bilgelik dolu “Meditasyonlar” kitabıyla değil, aynı zamanda Roma’nın siyasi ve toplumsal bütünlük anlamında zirveye ulaştığı “beş iyi imparator”un sonuncusu olarak da saygı görüyordu.
Roma İmparatorluğu’nda “iyi imparatorlar” tarafından idare edilen dönem bir itibar meselesinden başka bir şey değildir. Roma’da bu yaklaşık 100 yıllık dönemde (MS 96 – MS 180) o kadar çok ölüm ve şiddet meydana gelmiştir ki bu “siyasi ve toplumsal bütünlük duygusu” dışında hiçbir şekilde “dayanışma” ya da “ ilerleme” olarak adlandırılamayacak bir yıkım yaşanmıştır.
Yine de Marcus iyi bir imparator ve eleştirel bir filozof olarak ün kazanmıştır. Hükümdarlığı sırasında, tüm İmparatorlar gibi onun da başlıca görevleri yasama ve yürütme idi. Yine de Herodian gibi tarihçiler, seleflerine kıyasla bu konularda kendine özgü vicdanına ve teorik inceliğe verdiği öneme dikkat çekerler. Ayrıca saltanatına bir veba salgını ve nispeten başarılı bir şekilde yönettiği iki savaş damgasını vurmuştur.
Konu Başlıkları
Anti-Stoik: Marcus Aurelius’un oğlu Commodus
Filozof Kral, İmparatorluğu Roma’yı yöneten iki ortak imparatordan oluşan eski Roma Cumhuriyeti uygulamasına geri döndürdü. Bu geri dönüş iki kez gerçekleşti. İlki MS 169 yılında vebadan ölen üvey kardeşi Lucius Verus ile, ikincisi ise MS 176 yılında henüz 19 yaşındayken öz oğlu Commodus ile.
Commodus, Marcus’un itibar açısından zıttıydı; ne yazık ki o da kendi itibarını kazanmıştı. Tarihsel konsensüs Commodus’un pervasız bir parti tutkunu, narsist ve psikopat olduğu yönündedir. MS 180 yılında Marcus’un ölümü üzerine imparatorluk koltuğuna oturan Commodus, tahttan karakterine uygun bir şekilde, çoğunlukla kendi eğlencesi için düzenlediği kötü şöhretli gladyatör dövüşlerinden birinde suikasta uğrayarak inmiştir.
Başka bir deyişle, Commodus anti-Stoik‘ti: Ne bugünü ne de yarını umursayan; tembel; itaatsiz; şehvet düşkünü; intikamcı ve haz meraklısı… Özetle Marcus’un “Meditasyonlar”ında karşı çıkılmasını tavsiye ettiği her şeydi.
Marcus Aurelius’un ünü göz önüne alındığında, Commodus’un dengesiz davranışlarında ve Roma’yı yönetememesinde Stoacılığın bir rolü olup olmadığı merak edilebilir.
Marcus Aurelius, Commodus’un Stoacılık karşıtlığında nasıl bir rol oynadı?
Elbette Marcus’un karşıt halefinin tarihsel izahları da vardır. Örneğin, Marcus’un Commodus’un gençlik yıllarına kadar hayatında bir baba olarak yer almaması, Commodus’un kötü davranışlarının çağdaş bir psikolojik açıklamasını sağlayabilir. Ne yetenekli bakıcılar, öğretmenler, yardımcılar ve terapistlerden oluşan bir ekip ne de gösterişli bir maddi miras bir babanın yerini tutabilir.
Buna karşın Marcus’un hayatında peş peşe birkaç baba figürü olmuştur. Önce, o üç yaşındayken ölen babası; sonra büyükbabası Marcus Annius Verus, anne tarafından büyük büyükbabası Lucius Catilius Severus ve son olarak da üvey babası İmparator Antonius Pius. Stoacı ve anti-Stoacı arasındaki zıtlık, birincisinin baba rehberliği, ikincisinin ise bundan yoksun olmasından kaynaklanır.
Bununla birlikte, zayıf bir karakterin kökenleri sadece bir baba figürünün eksikliğine indirgenemez. Marcus Aurelius ve Commodus arasındaki ilişkiye çeşitli şekillerde uygulanabilecek Stoacı perspektif gibi başka yaklaşımlar da mevcuttur.
Marcus’un babalıktan uzaklığı felsefi ideallerinden ikiyüzlü bir sapma mıydı yoksa onları hayata geçirmek miydi? Bir anlamda cevap her ikisi de olabilir. Bir yandan, Marcus’un babalık görevlerini ihmal etmesi “iyi bir imparator” olmak için gerekli bir fedakârlıktı. Öte yandan, Marcus muhtemelen eylemlerinin Commodus’u kötü bir yola sokma riskini taşıdığını biliyor olmalıydı.
Stoacı görev bilinci
Roma Stoacılığı kişisel bir görev duygusu geliştirmeyi simgeler. Kişi sorumluluklarından kaçmamak için bunları kendine hatırlatmalıdır. Ancak Stoacılık aynı zamanda yoğun bir katılığa da işaret eder. Özellikle de dışsal kötülüklere karşı bir savunma mekanizması olarak kişinin kendisine karşı gösterdiği bir katılıktır bu.
Nietzsche Stoacılarla ilgili şöyle konuşmuştur:
“Stoacı; taşları ve solucanları, kırık cam parçalarını ve akrepleri mide bulantısı olmadan yutmak için kendini eğitir; midesinin, varoluşun getirdiği felaketlerin içine doldurabileceği her şeye karşı nihai olarak kayıtsız kalmasını amaçlar. Kaderin kendisini denediği bağımlı, şiddetli çağlarda yaşayan insanlar için Stoacılık gerçekten de akıllıca bir yönelimdir.”
Stoacılığın duygusal kopuşla ilişkilendirilmesinin iyi bir nedeni vardır. Buradaki fikir, zihnin “iç” dünyası ile “dış” dünya arasında tam bir ikilik yaratmak ve ilkinin sizi günlük yaşamın gerekli görevlerini ve sosyal yükümlülüklerini yerine getirmekten alıkoymamasını sağlamaktır. Bu, kişinin pratik sorumluluklarını ve sosyal görevlerini verimli bir şekilde yerine getirebildiği ölçüde dünyadan uzaklaşmasıdır; daha fazlası değildir.
Zevk Stoacılar tarafından pek önemsenmez. Ciddiyet, nezaket ve trajedi karşısında içsel metanet ile birlikte rasyonelliğimiz aracılığıyla aşırılık ve bağlılık gibi tutkulara yenik düşmenin cazibesine direnmek Stoacılığın özüdür. Bir şey acı veriyorsa onunla başa çıkarsınız; sorunu, gerekli ve kontrol edilemez bir şey olarak görürsünüz. Bu anlamda Stoacılar amor fati‘ye (kaderi/zorunluluğu sevme ya da kabullenme) bağlıdır.
Ana fikir, değiştirilemeyecek olanı kucaklamaktır; özellikle de ona karşı içe kapanmak veya onu düzeltmeye çalışmak size derinden acı veriyorsa…
Kişisel bir felsefi terapi olarak Meditasyonlar
Commodus’un imparatorluk döneminin aksine, Marcus Aurelius’unki hem gerçek hem de mecazi anlamda felaketlerle doluydu. Antoninler Vebası onun hükümdarlığı sırasında patlak verip milyonlarca insanın ölümüne yol açtı ve ayrıca savaşlar da hiç eksik olmuyordu. Marcus’un tahta çıkmasından kısa bir süre sonra, Roma ile tek rakibi olan Doğu’daki Part İmparatorluğu arasındaki ilişkiler çarpıcı bir şekilde kötüye gitti.
“Meditasyonlar”ın İngilizce çevirmeni ve Virginia Üniversitesi Klasikler Profesörü Gregory Hays bu olayı Soğuk Savaş‘a benzetmektedir. Modern silahların olmadığı alternatif bir dünyada Soğuk Savaş’ın kızıştığını düşünün. Marcus’un kendini düzeltmekten sorumlu gördüğü şey bu siyasi ve hukuki kaygıydı.
Marcus’un imparator olarak maruz kaldığı tek baskı kaynağı bu değildi. Doğu Avrupa’daki Germen kabilelerinin Roma’nın kuzeyindeki Galya’ya şiddetli akınlar düzenlemesi ve Marcus’un bunları nihayetinde geri püskürtmesi, Marcus’un zihinsel alanının çoğunu işgal eden bir başka mücadeleydi. Dahası, üvey kardeşi ve annesi vebadan ölmüş ve çocuklarından yedisi yetişkinliğe ulaşamadan hayatını kaybetmişti. Ve hayatta kalan tek oğlu da onun yerine geçen bir hayal kırıklığıydı!
Nietzsche’nin sadece zorlu ve dehşet verici durumlarda tavsiye ettiği Stoacılığa Marcus’un ihtiyacı vardı. Gerçekten de Romalı tarihçi Cassius Dio’ya göre, Marcus’un bu tür felaketler karşısında gösterdiği güçlü kararlılık, Epikürcülerin bu tür acılardan kaçınmasından ziyade, sonunda vücudunun ölümün eşiğine gelecek kadar zayıflamasına neden olmuş olabilir.
Marcus, Commodus’un “kolaycı” olduğunu biliyordu, aralarında senatonun en iyi adamlarının da bulunduğu birçok koruyucuyu kendisine bağlamıştı. Ama Commodus bunu reddetti ve Germen kabileleriyle ateşkes yaptıktan sonra Roma’ya gitti; çünkü her türlü zahmetten nefret ediyor ve şehrin rahat yaşamına özlem duyuyordu.
Ancak Marcus, Commodus’un “kolaycılığının” farkında olsa da psikopatlığının ve narsisizminin farkında değildi; çünkü Dio ayrıca Marcus’un Commodus’a yardım eden bir hekim tarafından öldürülmüş olabileceğini öne sürmüştür. Roma’dan günümüze tarihçiler Commodus’un bir seri katil ve narsist olduğu konusunda hemfikirdir, dolayısıyla bu mantıksız bir teori değildir.
Stoacılık, oğlunun ahlaki eksikliklerini fark etmenin acısı içinde teselli bulmasına yardımcı olarak Marcus için terapötik faydalar sağladı mı? Belki de öyledir. Marcus’un imparator olarak gerçekleştirmesi gerektiğini bildiği görevleri vardı ve kişisel hayatındaki trajedilerin, o zaten yeterince zorlu olan aristokrat ve bürokratik hayatındaki trajedilerle birleşmesine izin veremezdi.
Amor fati
Stoacılığın ilk ilkesi, evrenin ve düzeninin rasyonel ve determinist bir yapıda olduğu, dolayısıyla özgürlüğün kendimizi kaçınılmaz olana gönüllü olarak uyarlamamız anlamına geldiği şeklindedir. Amor fati, içimizde olumsuz duygular uyandıran “küçük” şeyler söz konusu olduğunda, dünyayı her zaman bu şekilde görme kararlılığıdır. Eğer her şey kişisel olmayan bir gereklilik sorunuysa o zaman trajediler de şans kadar gerekli ve her ikisi de aynı duygusal nötr tepkiyi gerektirir.
Nietzsche’nin işaret ettiği nokta, bu “ideal” Stoacının içten içe çalkantılı ama dıştan medeni ve asil; içten içe acı çeken ama dıştan gururlu ve takdir gören biri olduğudur. Ve belki de buradaki Stoacı “mutluluk” kavramı Commodus’un çöküşüne neden olan şeydir. Marcus, Commodus’un bir hayal kırıklığı olduğunu bildiğinden, imparator kalabilmek için gururunu bir kenara bırakmak zorunda kalmıştır. Ve hiç şüphe yok ki bu içsel kargaşa Marcus’un ellili yaşlarında fiziksel olarak kötüleşmesine sebep olmuştur; Marcus için tamamen kişisel olan felsefi terapiler olmasaydı bu kötüleşme kesinlikle daha da artacaktı.
Bu nedenle Marcus bir dizi görevden bir diğeri için kaçınmıştır; çünkü ona göre bir tanesi (Commodus) kötü kadere mahkûmken diğeri (Roma İmparatorluğu) değildir. Stoacı basitçe boş ve önemsiz olana karşıdır ki Commodus’un özü de budur. Dolayısıyla, oğlunun özünün tek nedeninin Marcus’un kibir ve aşağılık duygusuna karşı kişisel felsefi yaklaşımı olduğu şüphelidir. Mahkûm olduğu şey kişinin ödevi olamaz. Nietzsche’nin dediği gibi:
“Bazı insanlar ölümlerinden sonra doğarlar.”
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım