Ağaç felsefesi: Ağaçlara karşı bakış açımızı değiştirmeye ihtiyacımız var…
III. Henry’nin 6 Kasım 1217 tarihinde yayınladığı Orman Yönetmeliği, köylü İngilizlere hayvan otlatmak ve yakacak odun toplamak için kraliyet av alanlarını kullanmaları konusundaki doğal haklarını onlara iade etti. Eski ormanlık alanların kullanımına getirilen serbestlik, toplumun doğa ile olan hukuki ve siyasi ilişkisini yeniden şekillendirdi. Ancak günümüzde bu ilişki bozulmuş durumda. Örneğin Birleşik Krallık’taki eski ormanlık alanların yalnızca %2‘si varlığını sürdürmektedir; 1930’lardan bu yana yarısından fazlası yok edilmiştir. Avrupa ortalaması olan %37‘ye kıyasla Birleşik Krallık’ın sadece %13‘ü ağaçlarla kaplıdır. İşte tam 800 yıl sonra, orijinal yönetmeliğin imzalandığı Lincoln Kalesi’nde, Woodland Trust tarafından yeni bir Ağaçlar, Ormanlar ve İnsanlar Yönetmeliği yayınlandı.
Yeni yönetmeliğin amacı, “Birleşik Krallık’taki ağaçların ve insanların bir arada yaşayabilmeleri için gereken ilkeleri” ortaya koymaktır. Düşük ağaç dikme oranları, tutarsız uygulamalar, yapılaşma ve altyapı çalışmalarından kaynaklanan sorunlar karşısında “ağaçlar için insan gücüyle çalışan bir eylem oluşturmak” ve “ağaçların insanların yaşamında oynadığı önemli rolü göstermek” amaçlanıyor. Yönetmeliğin ilkeleri arasında yeri doldurulamaz ağaç ve ormanların korunması, yaban hayatı için ulaşım ağlarının oluşturulması, habitatların ağaçlarla güçlendirilmesi ve bunların sağlığa faydalarından yararlanmak için bir eylem planının geliştirilmesi yer alıyor. Yönetmeliğin amacı, farklı sesler ve kuruluşlar için birleşik bir “toplanma çağrısı” olarak hizmet etmek ve böylece ağaçların ve ormanlık alanların içinde bulunduğu kötü durumu özellikle ikna edici bir şekilde ulusal bilince taşımaktır.
Peki neden böyle bir yönetmeliğe ihtiyaç duyuluyor? Bir felsefeci olarak yazarken ve konunun geçmişini düşünürken, ağaçlar ve genel olarak bitkiler, insanlar ve son zamanlarda insan olmayan hayvanlar kadar dikkat çekmemiştir. Sanki Sokrates’in “ağaçlar bana hiçbir şey öğretmiyor” sözü bugün hâlâ geçerli bir tutummuş gibi.
Oysa hiçbir şey gerçeklerden kopuk olamaz. Botanik alanındaki heyecan verici çalışmalar bitkilerin olağanüstü güçlerini ortaya çıkarmaktadır: hafıza, iletişim, çevresel özelliklerin izlenmesi ve hatta -belki de- ben ve ben olmayan arasındaki ayrım. İnsan olsun ya da olmasın, hayvanların zekâsı ya da psikolojik kapasiteleriyle ilgilenen her felsefecinin, çalışmalarını bu yeni keşfedilen güçlerle ilişkili olarak konumlandırabilmesi gerekir.
“Ağaç genel ağı” olarak adlandırılan, yaygın mantarlar ile orman ağaçlarının kökleri arasındaki karmaşık, çoğu zaman da uçsuz bucaksız simbiyotik ilişkiyi ele alalım. Burada organizmalar besin alışverişi ve hatta ağaçlar söz konusu olduğunda kaynakların dağıtımı amacıyla karşılıklı fayda sağlayan bir bağlantı kurmuştur. Zekânın doğası ya da bir türün ne olduğu veya orman gibi bir varlığın süper organizma olup olmadığı hakkında bilgi edinmek istiyorsak ağaçların yaşamlarına bakmak bize çok şey öğretebilir.
Kır çiçeklerini ezmek
Sokrates’e haksızlık etmemek için, onun “sadece şehirdeki insanların” kendisine öğretebileceğini söylemekle kastettiği şeyin, sadece şehir devletinin duvarları içinde başkalarıyla konuşarak ve onlarla etkileşime girerek nasıl iyi olunacağını öğrenebileceğimiz olduğudur. Bugün ağaçların arasında yaşıyoruz ve onlarla nasıl etkileşim kurduğumuzun yanı sıra onlara karşı duyarlılığımızın derecesi de ahlaki bir öneme sahiptir.
Bir insanın yol kenarındaki kır çiçeklerini keyifle ezdiğini ya da bahçesindeki bir meşe ağacını sırf zevk için kestiğini düşünün. Birçoğumuz bu eylemlerin yanlış olduğunu söyleyeceğizdir. Peki ama bu eylemler neden yanlıştır? Mülkiyet hakları ihlal edildiği için başka bir kişi zarar görmüş değildir. Ağaçların bilinçten yoksun olduğunu varsayarsak bu eylemlerin zalimce olduğunu söylemek de doğru olmaz; çünkü zalimlik acı çekebilen bir varlığı gerektirir.
Immanuel Kant doğanın kasıtlı olarak tahrip edilmesini eleştirir; çünkü bu tür eylemlerin kötü alışkanlıklar edindirdiğini düşünür. Örneğin, hayvanlara iyi davranmak gibi dolaylı bir görevimiz olduğunu; çünkü hayvanlara karşı zalim olan bir kişinin genellikle doğrudan sorumluluklarımız bulunan insanlara karşı da zalim olacağını savunur. Aynı şekilde, cansız doğaya karşı da dolaylı görevlerimiz vardır. Kant doğadaki doğal kristalize oluşumları bitkilerin güzelliğiyle bir tutar; çünkü onların içsel, estetik değerlerine saygı duymak bize birbirimize iyi davranma alışkanlığını aşılamaya yardımcı olacaktır. Dolayısıyla, Kant insanlığın doğayla olan ilişkisini ele alsa da bunu yalnızca bu ilişkinin insanlara ve onların sosyal etkileşimlerine nasıl fayda sağladığı açısından yapar.
Doğal sermayenin ötesinde
Peki şu anda baskın olan doğa felsefesi anlayışı nedir?
Haklı olarak, ağaçların bizim ve diğer duyarlı canlıların yaşamlarındaki tüm faydalarına dikkatimizin yönelmesi gerekiyor: iklim değişikliğine dirençli habitatlar, eğitim fırsatları, kültürel zenginleşme, sağlık açısından faydalar, liste uzayıp gidiyor.
Tehlike, ağaçların ve ormanlık alanların her şeyden önce hayati “ekosistem hizmeti” sağlayan “varlıklar” olarak düşünüldüğü, giderek daha popüler olan doğal sermaye değerleme biçimine doğru kaçınılmaz bir şekilde kaymasıdır. Örneğin, İngiltere’deki ormancılık ve ağaçlık alan politikasının gelecekteki yönü konusunda devlete tavsiyelerde bulunmak üzere 2011 yılında yayınlanan Bağımsız Ormancılık Paneli raporunun çerçevesini çizen, ekonomiden ödünç alınan bu dildir.
İçimdeki filozof, ağaçlara sadece insanlara ya da diğer canlı türlerine sağladıkları faydalar ya da “hizmetler” için değil, kendi iyilikleri için değer vermemiz gerektiğini belirtmek istiyor. Bununla birlikte, çevresel yıkımın yaşandığı bir dönemde, ağaçları ve ormanlık alanları korumak için her türlü neden iyi bir neden olarak kabul edilecektir. Her halükârda, bu ikisi birbirini engelleyen şeyler değildir. Çelişkiye düşmeden, doğaya hem kendi iyiliği için hem de sağladığı faydalar için değer verebiliriz.
Eskiden ahlaki açıdan önemli olan tek şeyin akıl yürütme kapasitesi olduğu düşünülürdü. Daha sonra 19. yüzyılda İngiliz faydacılar, bir hayvanın acı çekme kapasitesinin, hayvanlara ahlaki açıdan da bakmamız gerektiği anlamına geldiğini gösterdiler. Şimdi, öyle görünüyor ki bir şeyin sadece canlı olması bile başlı başına ahlaki bir öneme sahiptir.
Biyomerkezcilerin düşündüğü gibi, değer, bir organizmanın tüm doğal, biyolojik kapasitelerini geliştirme yeteneğine atfediliyor olabilir. Ya da benim savunduğum gibi, belirli türden canlı, bedensel hareket sergileyen varlıklara değer atfediyor olabiliriz. Her durumda ağaçlar özel, harika organizmalardır ve Ağaçlar, Ormanlar ve İnsanlar Yönetmeliği gibi çalışmalar onların sessiz, gizemli yaşamlarına dikkatimizi çekerek büyük bir hizmette bulunmaktadır.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Tristan Moyle’un “Why we need a better philosophy of trees” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım