Acı çekmeden, anlamlı bir hayat yaşanamaz mı? Acı verici deneyimlerin peşinden neden koşuyoruz?
Yazar ve felsefeci Alan Watts bize şöyle bir düşünce deneyi sunuyor: Hayal edebileceğiniz herhangi bir rüyayı, her gece, istediğiniz kadar uzun süre boyunca görebileceğinizi varsayalım.
Böyle bir durumda hepimiz muhtemelen Harold Ramis’in yönettiği ve Bill Murray’nin başrolünde oynadığı “Bugün Aslında Dündü” (Groundhog Day) adlı filmin başkarakteri gibi eğlenceli ve basit zevkler peşinde koşarak işe başlardık. Ama bu ilerleyen süreçte kaçınılmaz olarak sıkıcı bir hâle gelecekti. Bir noktadan sonra hayallerimizin üzerindeki kontrolümüzü kaybetmeye başlayacaktık; çünkü bu kadar stabil bir “sorunsuzluk” içinde artık mücadele, karmaşa ve nihayetinde acı çekmeyi arzu edecektik.
Watts’a göre bu durum içinde hepimiz önünde sonunda gerçekte bugün yaşadığımız hayatı yaşamanın hayalini kurardık.
Watts’ın düşünce deneyi, insanların anlam arayışına dair bir soruyu gündeme getiriyor: Acı çekmeden anlamlı bir hayat yaşamak mümkün müdür? Psikolog Paul Bloom’a göre acı ve anlam çoğu zaman ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır:
“Bence insanların anlam hakkında düşüncesi -anlamlı bir deneyim, anlamlı bir hedef ya da anlamlı bir yaşamın ne olduğuna dair anlayışımız- bunun bir dereceye kadar acı çekmeyi gerektirdiğidir. Buradaki acı fiziksel acılar olabilir, yaşamsal zorluklar olabilir, endişe olabilir, başarısız olma ihtimali olabilir.”
Konu Başlıkları
Olumsuz’un çekiciliği
Acı, özünde, insanlar ve diğer hayvanlar için evrimsel olarak faydalıdır. Sıcak bir sobaya kazara dokunduğunuzda hissettiğiniz yanma hissi ya da akranlarınız tarafından dışlandığınızı algıladığınızda yaşadığınız psikolojik durum, sizi zarar görmekten kaçınmaya iten bir nevi alarm sistemi görevi görür.
Acıyı deneyimlememiz, anlamlıdır. Ancak burada anlaşılması gereken asıl mesele, insanların neden acıya neden olan deneyimlerin peşinden gittiğidir. Neden bazı insanlar baharatlı yiyecekler yemek, korku filmleri izlemek, triatlonlarda yarışmak, karma dövüş sanatları müsabakalarında dövüşmek veya dağlara tırmanmak gibi şeyleri yapmayı tercih ediyorlar ki?
Acıyı seçmek
Paul Bloom, The Sweet Spot: The Pleasures of Suffering and the Search for Meaning adlı kitabında, insanların neden acı verme olasılığı yüksek deneyimlerin peşinden gitmeyi seçtiklerini ve bunun sonucunda ortaya çıkan acının anlam ve mutluluğa nasıl katkıda bulunduğunu ele alıyor.
İnsanların neden isteyerek acıya maruz kaldığına dair yapılan açıklamalardan biri, hazzı karşıtlık yoluyla artırmaktır. Tıpkı karanlığın ancak ışık var olduğu için mümkün olması gibi, hazzı da acının yarattığı fonda deneyimleriz. Bir deneyimin hazzını en üst düzeye çıkarmak için, çoğunlukla onun karşıtının doygunluğuna ihtiyaç duyarız. Soğuk bir kış gününden sonra eve dönünce banyoda sıcacık suyun altına girmenin özellikle iyi hissettirmesinin veya baharatlı bir yemek yedikten sonra soğuk bir içkinin daha da ferahlatıcı gelmesinin bir nedeni de budur.
Buna dair bir başka açıklama ise yetkinlik temellidir. Hedeflerimize doğru ilerleme kaydettiğimizde ve yaptığımız şeyleri başarıyla yerine getirdiğimizde bir tür tatmin duygusu hissederiz. Bu nedenle, örneğin profesyonel bir boksör ringde acı hissedecek olsa da muhtemelen yetkinleştiği bu işi icra etmenin verdiği haz bu acıdan daha ağır basacaktır. Bu haz, kısmen boksörün beynin dopaminerjik ödül sistemini harekete geçiren bir “akış” durumuna girmesinden kaynaklanıyor olabilir. 1
Daha genel olarak, yoğun çaba harcayarak elde edilen başarılara daha fazla değer verdiğimiz de görülür. Bu konuda Bloom şöyle diyor:
“Bir triatlon antrenmanı yapabilecek kadar formda olsaydınız bunu yapmanın sizin için pek bir anlamı olmazdı. Bu antrenmanın zorluk derecesi, onu değerli kılan şeylerin önemli bir parçasıdır.”
Acı çekmek bize benliğimizden kısa süreli bir kaçış da sağlayabilir. Psikolog Roy F. Baumeister, BDSM ile cinsel ilişkiye giren kişilerin öncelikle “sembolik olarak ifade edilen, geçici bir kimliği” somutlaştırarak “üst düzey öz farkındalıktan” kaçmayı amaçladıklarını öne sürmüştür. 2 Tüm dikkatimizin ve enerjimizin tek bir göreve odaklandığı akış durumuna benzetebileceğimiz acı verici olaylar, bizi günlük öz-bilincimizden çıkarıp yeni bir duruma sokuyor gibi görünmektedir.
Bloom seçilmiş ve seçilmemiş acılar arasında net bir ayrım yapmıştır. Yukarıdaki tüm örneklerde olduğu gibi, seçilmiş acılar farklı düzeylerde haz ve anlam elde etmemize yardımcı olabilir. Kronik hastalık veya sevilen birinin kaybı gibi seçilmemiş acılar ise kimi zaman bizi uzun vadede daha güçlü kılabilir veya bize bir anlam duygusu aşılar; ancak bu acılar, kendi içinde mutlaka iyi olmak zorunda değildir:
“Kötü şeylerin sizin için her zaman iyi sonuçlar doğuracağına dair genel bir kural yoktur.”
Mutluluk ve anlam
İnsanlar acı çekmeyi isteyerek tercih ettiklerinde, genellikle mutluluğu ya da yaşamın anlamlılığını daha yukarılara taşımayı amaçlarlar. Bu kavramlar birbiriyle ilişkilidir; araştırmalar mutlu insanların hayatlarında yüksek düzeyde anlamlılık görme olasılıklarının daha yüksek olduğunu göstermektedir; ancak mutluluk ve anlam aynı şey değildir.
The Journal of Positive Psychology‘de yayınlanan 2013 tarihli bir çalışma, bu ikisi arasındaki bazı temel farkları ortaya koymuştur. 3 Çalışmacılar, mutluluğun köklerinin doğada bulunduğunu ve ihtiyaç ile arzularımızın tatmin edilmesine odaklandığını ifade etmişlerdir. Buna karşılık anlam daha özneldir ve büyük ölçüde içinde yaşadığımız kültüre bağlı olarak şekillenir.
İkisi arasındaki bir başka fark da zaman üzerinde yoğunlaşır. Çalışma, mutluluk duygumuzun büyük ölçüde şimdiki ana bağlı olduğunu; anlamlılığın ise geçmişi, bugünü ve geleceği içerdiğini vurgulamıştır.
Örneğin, zor bir günün ardından soğuk bir içki içmek bize kısa süreliğine mutluluğu artıran bir keyif verebilir; ancak bunun anlam ifade etmesi pek olası değildir. Bu arada, çocuk yetiştirmek gibi uzun bir yolculuğa çıkmak pek çok mutsuz anı içerecektir, ancak çoğu insan için bu, hayata derin bir anlam duygusu katar.
Anlamı tanımlamak zor olabilir; ancak anlam, zor olsa bile değer verdiğimiz şeylerin peşinden gittiğimizde kazandığımız bir ödül gibi görünüyor. Theodore Roosevelt’in öylediği gibi:
“Dünyadaki hiçbir şey çaba, acı ve zorluk içermedikçe sahip olmaya ve yapmaya değmez!”
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Stephen Johnson’un “Why a meaningful life is impossible without suffering” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım
KAYNAKÇA
- von der Linden, D., Tops, M. ve Bakker A.B. (2021). The Neuroscience of the Flow State: Involvement of the Locus Coeruleus Norepinephrine System. Frontiers in Psychology, 12 (-), 645498, https://doi.org/10.3389/fpsyg.2021.645498
- Baumeister, R.F. (1988). Masochism as escape from self. The Journal of Sex Research, 25 (1), 28-59, https://doi.org/10.1080/00224498809551444
- Baumeister, R.F., Vohs, K.D., Aaker, J.L. ve Garbinsky, E.N (2013). Some key differences between a happy life and a meaningful life. The Journal of Positive Psychology, 8 (6), 505-516, https://doi.org/10.1080/17439760.2013.830764