1990’ların En İyi Felsefe Filmleri
2000’li yılların en iyi felsefe filmleri konumuzun ardından, şimdi de düşünceyi 1990’lı yıllara çeviriyoruz.
Film bitti. Kapanış jeneriği perdede görünüyor ve ardından siyah ekranda, filmin künyesi beyaz harflerle yavaş yavaş akmaya başlıyor. Yanınızda oturan kişi, salondaki hareketlenmeyle birlikte ancak uyanabiliyor. Çıkışa doğru yürüyen insanlar kendi aralarında sessizce mırıldanıyorlar. Ve sen… Sen öylece oturuyor ve donuk gözlerle ekrana bakmaya devam ediyorsun. Her şey birbirine karışmış durumda: düşüncelerin, izlenimlerin, az önce seyrettiğin görüntüler ve işittiğin diyaloglar kafanın içinde düzensiz öbekler oluşturuyor.
Evet, size önereceğimiz bu filmleri seyrettikten sonra yaşayacağınız duygular hemen hemen bunlar…
Ağzınızda kalacak olan tat çok tuhaf; ama yine de karşı konulamaz derecede güzel olacak. Burada sizlere Sinemanın Tadı’nı 20. yüzyılın en iyi felsefi filmlerinin bir listesiyle sunuyoruz!
Konu Başlıkları
The Thirteenth Floor / On Üçüncü Kat (1999)
“The Thirteenth Floor”, Josef Rusnak’ın kendi zamanını aşan bilim kurgu, gerilim türündeki düşündürücü filmidir.
Film sadece teknolojinin gelişimi, gerçeklik kavramı ve varoluşun sorgulanması ile ilgili felsefi sorular gündeme getirmekle kalmıyor, aynı zamanda eğlenceli bir kara gerilim filmi olmayı başarıyor.
Ayrıca birkaç türü bünyesinde barındırmayı başaran ender filmlerden biri “The Thirteenth Floor”. Bilim kurgu, gizem, distopya, gerilim, aşk, felsefe…
“The Thirteenth Floor” hem düşünmek hem eğlenmek için doğru bir seçim olacaktır.
Being John Malkovich / John Malkovich Olmak (1999)
“Being John Malkovich”; akıl, ruh, beden; bilinç, kimlik, aşk ve anlam kavramlarının toplumsal yönelimle birlikte eleştirel bir yöntemle ele alındığı bir felsefi, sosyolojik ve psikolojik derinlikli sinema filmi.
“Hiç başka biri olmak istediniz mi? Şimdi bunu yapabilirsin.”
Peki neden başka biri olmak istenir? Kişi, kendisi değilse, nedir ve kimdir? Ruh ile beden, akıl ile ruh, beden ile akıl birbirleriyle ne kadar ve nasıl ilişkilidir? Ya da böyle bir ayrıma gitmek mümkün müdür? Descartesçı ikicilik, bir üççülük’e yuvarlanabilir mi?
“Being John Malkovich” derinlikli yapısıyla içinde felsefeyi, sosyolojiyi, psikolojiyi bolca bulup görebileceğiniz; sorgulayan, sorgulatan ve aynı zamanda da eğlendiren bir başyapıt.
Naked / Çıplak (1993)
“Naked” Mike Leigh’in kötülük problemi, evrim, zaman, varoluş, yalnızlık v.s. konularını ele aldığı bir drama.
“Naked”; Toplumun karanlık, ahlaksız, yıkıcı yüzüne ayna tutmaktan korkmayan; insanlar olarak karakterlerimizin sadece halının altına süpürmeyi tercih ettiğimiz kimi yanlarını acımasızca ve korkusuzca bizlere gösteren; modern toplumda ahlak dışı, yozlaşmış ve anomik hâl almış olan şeyleri ele alan; kendi doğamız hakkındaki görkemli fikirlerimizi yırtıp bir kenara atan, ısıran bir film.
“Naked”; yabancılaşma, işsizlik, evsizlik, uyuşturucu kullanımı, cinsel şiddet gibi konuları bir drama içinde, güldürerek anlatan, güldürürken de düşündüren bir film.
La Belle Noiseuse / Güzel Gürültücü (1991)
“La Belle Noiseuse”, tam dört saatlik bir sanat şöleni.
“Bir çizgi. Bir fırça darbesi. Bir fırça darbesi nedir kimse bilmez. Ben onun peşindeyim. Koşuyorum, koşuyorum… Nereye gidiyorum? Gökyüzüne mi? Neden olmasın… Neden bir fırça darbesi gökyüzünü patlatmasın?”
Filmdeki büyük ressam Edouard Frenhofer, bu cümlelerle sanatta aradığı şeyi ifade ediyor: gerçeklik. Maddenin taşıdığı form ya da maddenin ötesindeki idea, onun aradığı şey.
Aristoteles’in madde – form ilişkisinden Platon’ın ideali arama eğilimine kadar, sanat felsefesini en derinine kadar yaşamak isteyenlere, bir sanat felsefesi başyapıtıdır “La Belle Noiseuse”.
Mindwalk (1990)
“MindWalk”, Bernt Amadeus Capra’nın yazıp yönettiği müthiş bir bilim felsefesi şöleni.
Fizik, politika, felsefe; atom altı parçacıklar, ikinci dünya savaşı; uygulamalı etik, meslek ahlakı; değerler eğitimi, bilmek, bilgelik… Yoğun bir diyalog ağı ve harika bir üçlü tartışma ortamı yaratan filmde bir açık beyin fırtınası sergileniyor.
“MindWalk”, felsefe yapmanın nasıl bir şey olduğunun anlatıldığı bir akıl ürünü. Yukarıda saydığım kavramlara dönük ortaya konan diyaloglar öylesine güzel ki film sadece diyalogdan oluşmasına rağmen oturup öylece sonuna kadar seyredilebiliyor.
Felsefeseverlerin kaçırmaması gereken bir başyapıt.
The Truman Show / Truman Show (1998)
Gerçek nedir? Bu film Descartes’tan Sartre’a, Schopenhaur’dan Platon’a kadar büyük filozofların düşüncelerine göndermelerle dolu…
“Truman Show”, son derece rahatsız edici bir film. Sanki Bay Truman’ı yaratan, onu izleyen, takip eden ve yaptığı her şeyi var eden Tanrı biziz ve ne yazık ki kendi dünyasının ana çarklarından birisi olduğunun farkında bile değil. Bu bizi filmin ana felsefi derinliğine getiriyor: Tanrı’nın ahlaksız olmasına izin verilmeli midir, yoksa o da ahlak kurallarına ve ahlak ilkelerine bağlı olmalı mıdır?
Bu soru, cevabına izleyicinin karar vermesi ve cevabı tartışması için ortaya konan psikolojik bir deneydir.